Makale

İnsani İlişkilerde Öncelik Samimiyet

Doç. Dr. Fikret Karaman
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

İnsanî İlişkilerde Öncelik,
Samimiyet

Çağımızdaki küreselleşme olayı; hem insanın bireysel davranışlarını hem de çevresiyle olan ilişkilerini önemli ölçüde etkilemektedir. Çünkü her geçen gün iletişim araçları, yazılı ve görüntülü yayın ile bilgisayar teknolojisi bu etkileşim sürecini hızlandırmaktadır. Bu nedenle kişi ister istemez yaşadığı ortam, çevre ve olayların ötesine de ilgi duymaktadır. Böylece günlük hayatımızda; alışageldiğimiz anlayışın dışında bazı yeniliklerle karşılaşmak kaçınılmaz olmuştur. Oysa ki her milletin sosyal hayatında, kural haline gelmiş bazı önemli prensipleri vardır. Bunların bir kısmı o toplumun inanç değerlerine, bir kısmı da daha sonra benimsenen ortak örf ve âdetlerine dayanmaktadır. Ne var ki, küçülen dünyamızda insanlar arasındaki sosyal ilişkilerin temelini oluşturan samimiyet, nezaket, güven, huzur ve mutluluk gibi ortak değerlerin de korunması gerekmektedir. Bu yazımızda günümüz şartlarında sosyal ilişkilerimizdeki öncelik, samimiyet ve güvenirlilik gibi değerler üzerinde durmak istiyoruz. Diğer yandan yüce dinimizin bu alandaki uygulama ve tavsiyelerine de işaret etmeye çalışacağız. Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde insanın kendi nefsine, çocuklarına, anne-babasına, diğer akrabalarına, komşularına ve bütün insanlara karşı nasıl davranacağına dair önemli açıklamaların olduğunu görüyoruz. İslam’ın ikinci kaynağı olan hadis literatüründe ise bu konu; "Kitabü’l Edep" veya "Babü’l Edep" başlıkları altında detaylı bir biçimde açıklanmıştır. Bu nedenle biz de yazımıza sosyal davranışların özünü oluşturan "edep" kavramını açıklayarak başlamak istiyoruz.
Edep; sözlükte davet, iyi tutum, incelik, kibarlık, hayranlık, takdir, fazilet, güzel ahlâk ve hayır içeren davranışlar olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir ifade ile edep; örf, âdet ve kural halini almış iyi tutum ve davranışlar veya bunları kazandıran değerlerdir. Bazı sözlüklerde ise edep; güzel ahlâk sahibi olmak, büyüklere saygı küçüklere sevgi ve kendisiyle fenalıklardan korundan usulleri bilmek şeklinde ifade edilmiştir. Kamus’u tercüme eden dil bilgini Asım Molla, bu terimi şöyle açıklamıştır: Edep; zarafet sahibi olmak, uslu davranmak, insanlarla olan sözlü ve fiili davranışlarında güler yüzlü olmak, çevresine güzel ve hoş davranmak demektir. Dinî ve kültürel hayatımızda ise; edep daha çok iyi eğitim, disiplin ve ruh güzelliği olarak anlaşılmıştır. Nitekim Sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) ’in şu ifadesi de bu hususu desteklemektedir: "Beni Rabbim terbiye ettiği için en güzel şekilde terbiye etti." Bu tanımlarla açıklanan ortak düşünceden de anlaşıldığı gibi insanın içinde yaşadığı toplumda, örnek davranışlar sergilemesi beklenmektedir. Çünkü onun yalnız başına yaşaması veya bütün ihtiyaçlarını tek başına karşılaması nerede ise imkânsızdır. Zira, insan her şeyden önce sosyal bir varlıktır. Sosyolojik kanunlara tabidir. Birlikte yaşadığı toplumun kendisine yüklediği misyonu yerine getirmek durumundadır. Bu itibarla her insanın kendi nefsine, ailesine, akrabalarına, diğer insanlara, varlıklara ve içinde yaşadığı çevreye karşı çeşitli görevleri vardır. Şüphesiz ki bu görev ve sorumluluk ancak iyi ilişkilerle yerine getirilebilir. Şu kadar var ki, yazımızın başlığında da ifade edildiği üzere bu ilişkilerde; öncelik, samimiyet ve güvenilirlik önem arz etmektedir. Gerçekten çağımızda sosyal ihtiyaçların baskısı ile ortaya çıkan makam, menfaat, şöhret, ikbal gibi cazip ve çekici tahriklere direnmek o kadar kolay değildir. Buna küreselleşme sürecinin getirdiği aşırı yük ve duyarlılık da ilâve edilince daha da önem arz etmektedir. Bu durumda herkes bulunduğu yeri ve sahip olduğu kültürel değerleri korumakta ve bunlardan hangi davranışın daha iyi ve yararlı, hangisinin yanlış ve zararlı olduğuna dair karar vermekte bile güçlüklerle karşılaşmaktadır. Böylece insan her an bir imtihanla karşı karşıya bulunmaktadır. Bu sınavı kazananlar olduğu gibi, kaybedenler de vardır. Bazen bireysel ve duygusal çıkarlar ön plâna çıkınca, ilişkilerdeki samimiyet ve güvenirlilik zedelenebilmektedir. Nitekim günümüzde borç alıp vermede, iş ve ticarî akitlerde, yapılan sözleşmelere sadık kalmada, verilen söz ve taahhütleri yerine getirmede, evlilik, akraba, komşu ve arkadaşlık ilişkilerinde ciddî problemlerle karşılaşılmaktadır. Ortaya çıkan sıkıntıların nedenleri arasında ekonomik sebeplerin rolü olabilir. Ancak tamamını buna bağlamak elbette doğru değildir. İnsanî ilişkilerdeki samimiyet, sorumluluk, duyarlılık ve güvenirliliğin de çok önemli olduğunu unutmamak gerekir. Çünkü bu tür değerlerin varlığı başlı başına bir birikim ve zenginliktir. Hatta bireysel ve sosyal hayatımızın bir güvencesidir. Bu tür kazanım ve güvenceler sadece kanun metinleri, polisiye ve diğer güvenlik önlemleriyle elde edilmiyor. Tersine toplumun ortak paydası ve nitelikleri arasında yer alan inanç, ahlâk ve dinî değerlerin de çok önemli olduğunun vurgulanması gerekir.
Zira; Kur’an-ı Kerim insanın çevresiyle olan ilişkilerine, diya- loğuna ve davranış biçimlerine geniş yer vermiştir. Aile çatısı altında bulunan anne-baba ve çocukların karşılıklı görevleri, eşlerin birbirlerine karşı davranışları, akraba, komşuluk ve arkadaşlık ilişkileri hatta uzak ve yabancılarla olan diyalogları bile detaylı bir şekilde açıklanmıştır. Yeri gelmişken insanlar arasındaki ilişki ve sorumluluğu, öncelik sırasına göre belirleyen Nisa sûresinin 36. ayetinin mealini buraya almakta yarar vardır: "Allah’a kulluk edin, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın. Ana- babaya, yakınlara, yetimlere, düşkünlere, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya ve elinizin altında bulunan kimselere iyilik edin. Allah kendini beğenip öğünenleri elbette sevmez." (Nisa, 36)
Görüldüğü gibi ayette; merkezden dışa ve yakın çevreden uzağa doğru bir sıralama yapılmıştır. Bu sıralamada; Allah’a kulluk görevinden sonra anne ve babaya iyilik edilmesi emredilmektedir. Çünkü insan için anne ve baba en yakın akraba ve en değerli varlıklardır. Bunlarla olan ilişkilerde iyilik, nezaket ve saygıda kusur edilmemelidir. Samimi ve içinden coşan bir acıma ve koruma duygusuyla onlara sahip çıkılmalıdır. Başka bir ayette ise; anne ve babaya karşı olan davranış biçimi şöyle açıklanmıştır: "... Eğer ikisinden biri veya her ikisi senin yanında iken ihtiyarlayacak olursa onlara karşı "öf" bile demeyesin. Onları azarlayamayasın. İkisine de hep tatlı söz söyleyesin. Onlara acıyarak alçak gönüllülük kanatlarını ger ve Rabbim! Küçükken beni yetiştirdikleri gibi sen de onlara merhamet et" de." (Isra, 23-24)
Burada tüylerimizi ürperten farklı ve heyecanlı bir ifade kullanılmıştır. Anne ve babanın üzülmemesi ve incitilmemesi için onlara karşı "öf" diyecek kadar tepki göstermek bile yasaklanmıştır. Diğer bir deyimle söz, el veya yüz hatlarıyla da olsa onları rahatsız edecek tutum ve davranışlardan kaçınılması istenmiştir. Aksine tatlı söz, saygı, şefkat ve merhametle yaklaşılarak gönüllerinin hoş tutulması ve yüce Allah’ın onları korumaları için dua edilmesi tavsiye edilmiştir. Bir hadis-i şerifte ise; anne ve baba arasında bile öncelik sırası belirlenmiştir. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.s.), birçok olay ve açıklamalarında kendisiyle sohbet ve iyilik hususunda anneye öncelik verilmesini vurgulamıştır. Nitekim sahabeden Ebu Hurey- re’nin rivayetine göre; bir kişi Hz. Peygamber (s.a.s.)’in huzuruna gelerek şöyle bir soru sormuştu. "Ey Allah’ın sevgili elçisi, benim insanlar içinde hizmet ve sohbet etmeme veya en çok iyilik ve saygı göstermeme layık ve müstahak olan kimdir?" Ra- sulullah: "Annendir" diye cevap verdi. Bu soru huzurda üç defa tekrar edilmiş ve aynı cevap alınmıştır. Sorunun dördüncü kez tekrar edilmesinden sonra, "babandır", diye cevap verilmiştir. Bu da gösteriyor ki, iyilik ve itaat konusunda annenin öncelik hakkı bulunmaktadır. (Sa- hih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi; c. 12, s. 120)
Ayetin devamında; akraba, yetim, düşkün, yakın komşu, uzak komşu, arkadaş, yolcu ve elinin altında bulunan kimselere de iyi davranılması istenmektedir. Aslında bu uygulama; sistematik bir düzen ve anlayışla bütün insanlara karşı iyi ilişkiler içinde olmamızın önemini hatırlatmaktadır. Çünkü İnsanî ilişkileri iyi olan toplumlarda; barış ve huzur olur. İnsanların kendilerine olan güvenleri artar. Kişilikleri gelişir. Karşılıklı saygı ve hoş görü ortamı oluşur. Nitekim sevgili Peygamberimiz (s.a.s.)’in hayat tarzı ve çevresiyle olan ilişkileri de hep böyle olmuştur. O, akraba ziyaretine, çocukları okşayıp sevmeye, ayırım yapmaksızın komşularına gidip gelmeye, misafirlerine iyilik etmeye, yetim, muhtaç ve kimsesizlere yardımcı olmaya, verdiği sözü yerine getirmeye, çevresindeki insanlara tatlı söz, yumuşak ve güler yüzle davranmaya özen göstermiştir. Kimseyi sapıklık, küfür veya günahkârlıkla suçlamamıştır. Şayet bir kimse hak etmediği halde mümin kardeşini olumsuz sıfatlarla kınamaya kalkarsa bu kötü sözlerin tekrar kendisine iade edileceğini ifade etmiştir. Koğuculuğu ve dedikoduyu kesinlikle yasaklamıştır. Bu hastalığa yakalananların cennete giremeyeceğini açıklamıştır. İnsanları, yüzlerine karşı aşırı derecede övmeyi de sevmezdi. Haya ve nezaketin sadece hayır getireceğini söylerdi. Geçmiş bütün peygamberlerin ortak sözlerinden birinin de; "Utanmazsan dilediğini işle" sözü olduğunu hatırlatırdı. Kendisinden ısrarla üç kez peş peşe öğüt isteyen birine; öfkelenmemesini ve aceleci davranmamasını tavsiye etmiştir. Bu yüzden en güçlü ve kahraman insanın; öfkelenip intikam hırsıyla kanı kaynadığı zaman nefsine sahip ve iradesine hâkim olan kimse olduğunu haber vermiştir. Kendisinden bir şey istendiğinde yok demesi vaki değildi. Yaklaşık on yıl boyunca yanında çalışan Enes bin Malik onun şefkat ve merhametini şöyle ifade etmiştir: " Bir kere de olsa canı sıkıldığında bana ’öf’ demedi. Niçin böyle yaptın da demedi. Böyle yapsaydın da demedi." (Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi; c. 12, s. 136) Bu açıklamalara ilâve olarak insanların birbirlerine karşı davranış biçimlerini belirleyen ve disipline eden şu sözlerini de buraya almakta yarar görüyorum. Esasen, konumuzun ana hedefini de, ancak bu anlam yüklü ifadelerle özetlemek mümkündür: "Zandan ve ithamdan sakınınız! Çünkü zan ve ithamın içinde büyük oranda yalan ve yanlış vardır. Birbirinizin eksikliğini görmeye ve işitmeye çalışmayınız. Özel ve mahrem hayatınızı da araştırmayınız! Bir de almayacağınız bir malı alıcıyı zarara sokmak için arttırmayınız! Birbirinize haset etmeyiniz! Kin ve düşmanlık da etmeyiniz! Birbirinize arkanızı çevirip küsmeyiniz! Ey Allah’ın kulları, birbirinize kardeş gibi olunuz! Birbirinizi seviniz!" (Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecridi Sarih Tercemesi; c. 12, s. 142)
Yukarıda da açıklandığı gibi, insan ve onun çevresiyle olan ilişkileri çok detaylı bir konudur. Küreselleşme süreci bu konuyu daha da karmaşık hale getirmiştir. Bu alanda başarılı olmak için, hem iyimser hem de iyi niyetli olmak gerekir. Diğer bir husus da, hangi düzeyde olursa olsun söz konusu ilişkilerin karşılıklı olarak önemsenmesidir. Biri diğerini küçümsememeli ve dışlamamalıdır; birbirlerinin isteklerini onaylamasalar bile, inanç ve düşüncelerine saygılı olmak zorundadırlar. Ayrıca bu ilişkilerin gelişmesinde; disiplin, ölçü, içerik, zaman kavramı, dürüstlük ve güvenirliliğin önemi de asla unutulmamalıdır. Bir özel veya tüzel kişilikle olan ilişkiler bugün en üst düzeyde devam ederken, gelecekte kesintiye uğrayabilir. Bunun tersini de gözden uzak tutmamak gerekir. Diyalog kurmada ve görüşmelerde bazı kusur ve hatalar olabilir. Bunları taraflar arasında birer engel ve barikat olarak göstermek yerine, küçültmek ve aşılabilir hale getirmek daha uygundur. Zira, kusursuz ve hatasız bir toplum veya çevre aramak bizi hayal kırıklığına uğratabilir. Oysa ki insanların hayatta birbirleriyle paylaşabilecekleri nice iyilikler, güzellikler, zenginlikler, ortak ve evrensel değerler vardır. Bugün tam değilse bile yarın bunların etrafında gerektiğinde bir araya gelebileceğimize dair olan ümidimizi korumalıyız.