Makale

Halil Bektaş'ın Şiirlerinde Anlam Arayışı

Halil Bektaş’ın Şiirlerinde Anlam Arayışı

Mesut Özünlü

Halil Bektaş içimizden biri ve camiamız içerisinde görevli bir meslektaşımız. Karabük İl Müftüsü. O aynı zamanda üç kitabı yayınlanan bir şair ve araştırmacı yazar. Edebî çalışmalarında özellikle şiir dünyasında hikmet ve anlam arayışını sürdüren bir düşünce insanı. Halil Bektaş, şiirlerini Ay Vakti ve Cemre adlı iki ayrı kitapta toplamış. Ay Vakti’ni 2011’de, Cemre’yi ise 2012 yılında okuyucularıyla buluşturmuş. Şair ve yazar meslektaşımız, ayrıca Kur’an’ın Özürlülere Bakışı adlı bir araştırma ve inceleme eserinin de sahibi. 2011 yılında yayınlanan bu eser, Bektaş’ın Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde yapmış olduğu yüksek lisans tezinin basılmış hâli. Biz bu akademik çalışmadan daha çok Halil Bektaş’ın şiirle ilgili eserlerini anlamaya ve bu eserlerde ilgimizi çeken hikmet ve anlam arayışları üzerinde durmaya çalışacağız.
AY VAKTİ
Şairin şiire dair ilk eseri Ay Vakti, doksan iki şiiri içeren bir edebî yapıt. Bu eserinde Bektaş, şiirlerini altı bölüm başlığı altında bir araya getirmiş. Yakarış adını verdiği ilk bölüme bütün güzelliklerin başı olan “Bismillahirrahmanirrahim” başlıklı şiiriyle giren şair, ikinci şiirine ise “Münacat” ismini verdiği hikmet ve mana yüklü dizelerle devam ediyor.
Bektaş, şiirlerinde hikmet ve anlam arayışına koyulurken, önce bütün varlığın Allah’ın kudret ve azametinin bir eseri olduğu esasından yola çıkıyor. Her şeyin O’nun kudretinin bir yansıyışı olduğunu, kâinatta O’nun irade ve bilgisi dışında bir yaprağın dahi yere düşmediğini, O’nun dilemesi olmadan çarenin ve dermanın, O’nun adıyla başlanmadan hayır ve felahın mümkün olmayacağını vurguladıktan sonra:
“Hayrete düşer insan bakıp da kâinata
Görünce her işinde iç içe hikmetini
Boyun eğer önünde ram olup hakikate
Ve haykırır diliyle o sonsuz kudretini
Sübhanallah…
Sübhanallah…”
Dizelerini kitabına taşıyor. Burada da yakinen görüldüğü üzere Bektaş, son zamanlarda Türk şiirinde bir hayli rağbet gören, daha çok postmodernizm sonrası ortaya çıkan sembolik imge ve ilintilerle örülü neoepik tarz şiirler yazmak yerine daha bizden, daha gönül dünyamıza has, sade ve açık bir üslubu tercih ediyor. Bir nevi Türk-İslam Edebiyatının klasik tekke şiirlerini çağrıştıran bize özgü bir temayla, bir yandan kafiye ve nakaratlarla süslü kelimeleri mevzun bir edebî anlatıma dönüştürüyor, diğer yandan da Yaradan ile yaratılan arasında derinlikli bir anlam bağı kurarak kâinata bu pencereden bakmanın kendi iç coğrafyasında oluşturduğu hayretengiz seyranı dile getiriyor. Duygu yoğunluğu yüksek bu içkin temaşanın ardından, kitabının 16’ıncı sayfasında yer alan İman Ettim Allah’ım başlıklı şiirinin şu coşkun dizelerinde ise şair, hikmet ve anlam arayışını sürdürmenin yanı sıra kendini ilahî kudrete ram oluşun kucağına atıyor, âdeta nemli gözlerle yenilenen terütaze bir imanın teslimiyet hazzını yaşıyor:
“Yıldızların seyrinde, doğup batan güneşte
Dondurucu soğukta, ısı veren ateşte
Kâinatın dilinde, yarattığın her işte
Hikmetini görerek iman ettim Allah’ım.”
Bektaş’ın şiirinde hikmet ve anlam, maddenin ötesini görebilme dirayetinde gizlidir. Çünkü basiretli gözlerin görebildiği bu iki kıymet, sadece madde ile beş duyunun arasına sıkışmış sınırlı bir coğrafyanın kof hasadı değildir. Bundan böyle Bektaş’ın şiirinde bu arayış, yalnız duygusal bir istiğraktan çok; kalbin, aklın ve sezginin tevhidiyle ortaya çıkan bir gerçekliğin tecellisini ifade etmektedir. Başka bir deyişle Bektaş’ın kaleme aldığı şiirlerde duygu ve istiğrak kadar idrak ve mantıki kurgu da önemlidir. Hatta onun dizelerinde mantıki kurgu sezgiyi, sezgi de istiğrak ve duyguları harekete geçiriyor, denilebilir. Bektaş’a göre kâinat çok muhteşemdir. Bu ihtişamın nedeni ise sanat içinde sanatın bulunmasıdır. Böyle bir sanatın olması ise bizatihi eşsiz bir sanatkârın varlığını gerektirmektedir. Tıpkı “Sanatkâr” başlıklı şiirde dile getirilen, aynı zamanda Bektaş’ın hikmet ve anlam arayışının tefekkür remizli birer örneğini teşkil eden şu iki ayrı beyitte olduğu gibi:
“Maddenin ötesini gören gözlere ayan
Önce O’nu görüyor kapıyı aralayan.”

“Bütün ihtişamıyla sanat içinde sanat
O eşsiz sanatkârı haykırıyor kâinat.”
CEMRE
Bektaş’ın şiire dair ikinci eserinin Cemre olduğunu belirtmiştik. Seksen üç şiirden oluşan 120 sayfa tutarındaki bu eserinde ise şair, ilk eseri olan Ay Vakti’nden farklı olarak herhangi bir bölüm başlığına yer vermemiş. Fakat dinî şiirlerinin yanında Malazgirt Zaferi, Sarıkamış Destanı, Gurbette Bayram gibi millî şiirlerini de bir araya getirmiş. Ama aynen birinci kitabında olduğu gibi, hikmet ve anlam arayışını bu eserinde de sürdürmüş. Bu arayışın en dikkat çekici başlıklarından birisi ise onun “Kur’an İkliminde” başlıklı şiirinde görülmektedir:

“Gerçekte var mıyım, var isem neden?
Nedir vicdanları rahatsız eden?
İki asli unsur ruh ile beden
Kur’an ikliminde cevap buluyor.”
Bu dörtlüğün ilk beytinde kendini kuşkucu bir düşünce sarmalının arasında kalmış gibi gösterse de, aslında burada Bektaş, septisizm tandanslı bir tereddütten öte varlığının hikmet ve anlamıyla birlikte, ebedilik noktasında bir hiç olduğunun itirafını dillendirmeye çalışıyor. Sonra da sözü, insanın iç âleminde sessizce durmakta olan ama en tavizsiz, en deruni ve en bağımsız hâkim rolünü üstlenmiş bulunan vicdanın neden ve niçin rahatsız olduğu sorusuna getiriyor. Ardından, insanı var eden iki temel unsurun ruh ve beden olduğunu ifade ederek; kâinatla insan, insanla vicdan arasında çözümlenemeyen ve zaman zaman beşerin salt aklını tökezleten düalist çelişkilere dikkati çekiyor. En nihayet tüm bu çelişkilere cevap veren tek merciin Kur’an olduğunu, onun nurlu ikliminin dışında çözüm aramanın, insanoğlunu büyük bir anlamsızlık krizi ile karşı karşıya bırakacağını vurguluyor.
Sadece bu kadar değil elbette… İkinci dörtlüğünü yukarıda verdiğimiz “Kur’an İkliminde” adlı şiiriyle Bektaş, hikmetin katrelerini kelime kelime, söz söz bir araya getiriyor; önce sızıntı, dere ve çay olmayı, ardından da anlam ırmağına doğru akmayı arzuluyor.
Yunus gibi okyanusa, Gothe gibi hakikate, Necip Fazıl gibi idrake ermek için…
“Var edildi varlık, yokluktan nasıl?
Nedir o yokluktan, var eden asıl?
Sonsuzluk içinde bu kısa fasıl,
Kur’an ikliminde cevap buluyor.”