Makale

Sosyal medya ve Tuşun Afetleri

Prof. Dr. Hamza Çakır
Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı

Sosyal Medya
Sosyal Medya ve Tuşun Afetleri

İnsanlık var olduğu günden itibaren birbiri ile iletişime geçmek ve bilgi alışverişinde bulunmak için kitle iletişim araçlarına ihtiyaç duymuştur. Kitle iletişim araçlarının gelişim seyri, kâğıdın bulunması ile dönüşüme uğramış ve bu dönüşüm yazılı basının ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yazılı basını işitsel ve görsel medya izlemiş, günümüz sanal âleminin temelini oluşturan internet ile tanışmamızın tarihi ise 1990’lara dayanmaktadır. Web 2.0‘ın kullanıcı hizmetine sunulmasıyla birlikte, tek yönlü bilgi paylaşımından, çift taraflı ve eş zamanlı bilgi paylaşımına da ulaşılmıştır. Böylece sosyal ağlar aracılığıyla insanların birbiriyle içerik ve bilgi paylaşmasını sağlayan siteleri ve uygulamalar sayesinde herkes aradığı, ilgilendiği içeriklere ulaşabilmektedir. Artık insanlar dünyada ve ülkelerinde ne olmuş ne bitmiş, ertesi gün gazeteleri beklemeden ya da haber saati gelmeden anında dijital kaynaklar üzerinden çok daha kolay ve hızlı bir şekilde öğrenebiliyor. İnsanların %50’sinden fazlası son dakika haberlerini resmî haber kaynakları yerine sosyal medya üzerinden alıyor. Artık geleneksel medya olarak tanımladığımız gazete, radyo ve televizyonun yerini sosyal medya almak üzere. Sosyal medya olarak da isimlendirilen internet medyası, zaman ve mekân sınırlaması olmadan aslında özü itibarıyla paylaşımın, tartışmanın esas olduğu bir insani iletişim şeklidir. Sosyal medya platformlarında insanlarla buluşur ve iletişimde bulunabilirsiniz. İnsanlara yardım eder, yardım alır, sorularına cevap verir ve kendi sorularınızı sorabilirsiniz. Gündemi takip edebilir, dünyada olup bitenleri öğrenebilir, ihtiyaç duyduğunuz her bilgiye hızla ulaşabilirsiniz. Aranızda yazı, resim, görüntü, ses ve bilgi paylaşımı yapabilirsiniz. İnsanlık tarihinin bugüne dek ulaştığı en önemli ve en etkin iletişim mecrası. Türkiye İstatistik Kurumunun Ağustos 2013 raporuna göre ülkemizde bilgisayar ve İnternet kullanım oranları 16-74 yaş grubundaki erkeklerde %60,2 ve %59,3 iken, kadınlarda %39,8 ve %38,7 seviyesinde bulunmakta olup dört kişiden üçü online haber, gazete ya da dergi okumaktadır.
Ancak internet mecrasında yazılan her yazı, paylaşılan her resim veya görüntünün ne kadar gerçek ve doğru olduğu noktasında her zaman ihtiyatlı olmak gerektiğini de unutmamamız gerekir. İnternet mecrası iyinin, doğrunun, hakikatin yanı sıra; yalanın, kurgunun, dezenformasyonun, yönlendirmenin, manipülasyonun da en yoğun şekilde yaşandığı bir alan. Bu alandaki her bilginin, her haberin kullanılmadan önce araştırılması ve süzgeçten geçirilmesi gerekir. Cenab-ı Hak da Hucurat suresinde: “Ey iman edenler! Eğer bir fasık size bir haber getirirse onun aslını araştırın. Yoksa bilmeden bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişman olursunuz.” buyurarak aslında haberin ve haberciliğin temel ilkesini ortaya koyduğu gibi tüm insanların iyi niyet ve hoşgörü iklimi içerisinde olamayacağı mesajını da vermektedir. Bu bağlamda internet ortamının güvenirliliğini her aşamada test etmek, içeriğini sorgulamak, araştırmak zorundayız.
Hiç şüphesiz sosyal medya, bireylerin kendini ifade etmeleri ve aynı hedef etrafında örgütlenmelerinde önemli bir iletişim ortamı konumundadır. 2011 yılı başlarında Ortadoğu ve Kuzey Afrika’yı saran Arap Baharı’nın kitlesel ve hatta bölgesel halk hareketine dönüşmesi şüphesiz ki sosyal medyanın büyük katkıları ile olabilmiştir. Hatta bu yeni mecraların örgütlenme ve iletişim aracı olarak kullanılması, yaşanan halk hareketlerine “sosyal medya devrimi” gibi tanımlamaların yapılmasına bile neden olmuştur. Bu tanımlamalar eksik olsalar da yanlış değillerdir. Ne de olsa bölgede yaşayan on milyonlarca insan başta facebook, twitter ve youtube olmak üzere birçok sosyal ağ yoluyla örgütlenerek toplantılar ve geniş katılımlı gösteriler organize etmiş, tepkilerini ortaya koyma imkânı bulabilmişlerdir. Bununla birlikte madalyonun diğer tarafını da unutmamak gerekir. Sosyal medyanın gücünün bilinçsiz, kontrolsüz ya da bilinçli olarak gerçek dışı yönlendirmeler amacıyla kullanımı nefret söyleminin yaygınlaşması, bireylerin kişilik haklarının zedelenmesi, psikolojik saldırı, simgesel şiddet, rızası alınmamış mahrem görüntülerin yayınlanması, hakaret ve kitlesel ayaklanmalara teşvik maksadıyla art niyetli görüş ve enformasyonun yayınlanmasına da katkı sağlayabilmektedir. İstanbul Gezi parkı olaylarında sosyal medya üzerinden yalan haber ve görüntülerle büyük bir bilgi kirliliği meydana getirilmeye çalışıldı. Yanlış ve yönlendirici bilgi kırıntıları ve haberlerle nefret söylemleri geliştirildi gerçek dışı twitler atıldı, gerçek dışı görüntüler paylaşıldı. yalan ve yanlış bilgileri ortaya çıkaran twitter ve facebook hesapları oluşturuldu ve twitter “provokasyon kuşu” olarak tanımlandı.
Aslında bu türden olaylar, yeni yeni gelişmekte olan sosyal medya kültürümüze büyük katkılar da sağladı. En önemlisi de sosyal medyaya olan ilginin artmasını, ama her yazılan ve paylaşılan her görüntünün gerçek olamayabileceği bilincini oluşturdu. Artık insanlar sosyal medya kaynaklı haber ve bilgiye belli bir mesafeden bakabiliyor. Burada önemli olan kendimiz sosyal medyada bir şeyi paylaşırken paylaştığımızdan ne kadar emin olduğumuzdur. Yanlış bir twitin milyonlarca insan tarafından okunabildiğini, bunun da doğurabileceği zararların farkında olabilmemizdir. Çünkü ahlak, entelektüel bir kavram değildir. Yani kaleminizden ve ağzınızdan dökülen süslü tanımlar değil, beynin ve vicdanın kabullendiği bir yaşam biçimidir. İnsanlar yüz yüze konuşamadıkları, söyleyemedikleri şeyleri klavyeleri aracılığı ile çok rahat söyleyebiliyor. Hele kendi ismi ile yazmaktan kaçıp birilerine saldırmak, hakaret etmek, aşağılamak, iftira etmek için sahte kullanıcılar açmak, ahlakın ötesinde insanlık dışı bir harekettir. İnternet ve sosyal medyanın kriterleri olmadığına göre insan onurunun korunması için internet ortamına yönelik yasal düzenlemelerin bir an önce uygulamaya konulması gerekir. Bu bir sansür değil, bireyin yaşam hakkının korunmasıdır. Aksi takdirde insanlığın ahlaki normları diye bir şey kalmayacaktır. Aslında sosyal medya, kişinin de kurumların da itibarlarının test edildiği mecralardır. İnsanların sosyal medyada paylaşımda bulunmadan önce kendilerine bir otosansür uygulamaları, bir şey paylaşmadan önce bunun ne gibi sonuçlara yol açabileceğini iyice düşünmeleri gerekiyor. Ne de olsa sosyal medya kullanan herkes, bir çeşit medya sahibi demektir. Bu da kişiye büyük bir ahlaki, vicdani ve hukuki sorumluluk yüklemektedir. İnanıyorum ki çok geçmeden insanlar bunun farkına varacaktır.