Makale

Şeytanın Kapsama Alanı Dışında Kalanlar

Dr. Ekrem Keleş
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

Şeytanın Kapsama Alanı Dışında Kalanlar

Müslümanın işlediği hayırlı işlerin ve amellerin Allah nezdinde kabul görmesi ihlasa bağlıdır. İhlas olmadan yapılacak ameller
dünyaları doldursa hiçbir kıymeti yoktur.
İslam âlimleri, mutasavvıfları ve mütefekkirleri ihlasla ilgili hayranlık verici tanımlamalar ve açıklamalar yapmışlardır. Hangisini alırsanız alın, bu tariflerden her biri müminler için bir mutluluk ve kurtuluş reçetesi gibidir. Bunlardan bazıları şöyledir:
İhlas, düşünceleri yaratılmışların değerlendirmesinden arındırmaktır. (İmam Nevevi) Yüce Allah ile ilişkide yaratılmışları aradan çıkarmaktır. (Keşşafu Istılahati’l-Fünun) Yaptığın işe Yüce Allah’tan başka tanık aramamandır. (Seyyit Şerif Cürcani) Bütün eylemlerin, eylemsizliklerin, oturmanın, kalkmanın, hareketlerin, fiillerin, sözlerinin Allah için olmasıdır. (Keşşafu Istılahati’l-Fünun) Hareket noktasının, yalnızca Vahid olan Allah olmasıdır. Bunun zıttı ise ortak koşmaktır. İhlas, Allah’ın dışındaki her şeyden teberri etmek/uzaklaşmaktır. (Rağıb el-İsfehani/el-Müfredat) Riyayı terk etmektir. (Lisanü’l-Arab) Allah’a karşı niyetini doğru ve düzgün tutmaktır. (İbrahim Edhem)
Bu tanımlamalardaki ortak nokta, bütün söz, fiil, hareket ve tutumlarda yalnızca Yüce Allah’ın rızasının gözetilmesi, buna başka herhangi bir niyet, düşünce, amaç ve hedefin karıştırılmamasıdır. Buna göre zihnini, eylemlerini, sözlerini, hareketlerini hasılı bütün tutum ve davranışlarını Allah’ın rızasına uygun olmayan ne varsa bunlardan arındırabilen kişiler, ihlasa ermiş olacaklardır. Artık bu kişilerin, konuşmaları, susmaları, sevinmeleri, üzülmeleri, kızmaları, sevmeleri, buğz etmeleri, mücadeleleri... hep Allah içindir. Öyle ki düşüncede cennet ümidi ve cehennem korkusu bile kalmamalıdır. Sıddıkların ihlası olarak nitelenen ve kişinin amelinde ne dünyada ne ahirette hiçbir karşılık beklememesi şeklinde tanımlanan bu ihlas anlayışında -her ne kadar ihlasa aykırı değilse de- cennet ümidi ve cehennem korkusu bile yer almaz. (Keşşafu Istılahati’l-Fünun) İhlasta Allah’ın rızasından başka hiçbir amacın güdülmemesi söylemiyle kastedilen budur.
Bu ölçülere göre hareket edebilmek, Yüce Allah’ın büyük bir lütfudur. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de ihlas, peygamberlerin başlıca niteliklerinden sayılmıştır. (Süleyman Ateş, DİA; bkz. Yunus, 12/24; Meryem, 19/51; Sad, 38/45-46.) Onun için bu lütfa nail olan kişiler, çok büyük bir kazanım elde etmiş olmaktadırlar. Bu kazanım, onların, şeytanın etki alanının dışına çıkarılmış bulunmalarıdır.
Bir ayet-i kerimede şeytanın saptırmalarının ihlaslı kişiler üzerinde etkili olamayacağı ifade edilmektedir. ‘İblis, “Rabbim! Beni azdırmana karşılık, and olsun ki yeryüzünde kötülükleri onlara güzel göstereceğim, içlerinde ihlasa erdirilmiş kulların hariç, onların hepsini azdıracağım” dedi.’ (Hıcr, 15/40.) ; ‘İblis, “Senin şerefine and olsun ki, içlerinden ihlaslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım.” dedi.’ (Sad, 38/83.) Bu ayet-i kerimelerden anlaşılmaktadır ki ihlaslı kişiler, şeytanın saptırıcı faaliyetlerinin kapsama alanı dışında kalmak gibi çok büyük bir kazanım elde etmiş olmaktadır.

Yusuf (a.s.)’dan kötülükleri uzaklaştıran Yüce Rabbimiz, bunun gerekçesinde onun ihlasa erdirilmiş olmasını vurgulamaktadır. ‘Biz ondan kötülüğü ve fuhşu uzaklaştırmak için işte böyle yaptık. Çünkü o, ihlasa erdirilmiş kullarımızdandı.’ (Yusuf, 12/24.)
Sır
Bazı İslam âlimleri ihlasın Yüce Allah’ın bir sırrı olduğunu söylemişlerdir. Cenab-ı Hak onu dilediği kuluna bahşeder. O kul da bu lütfun rehberliğinde kulluğun nihai hedefine doğru yol alır. ‘Nitekim kutsi bir hadiste “İhlas sırlarımdan bir sırdır, onu sevdiğim kulumun kalbine tevdi ederim.” buyrulduğu söylenir. Cüneyd-i Bağdadi’ye göre ihlas o kadar gizlidir ki melek onu bilmediği için sevap hanesine yazmaz, şeytan bilmediği için bozamaz, nefis bilmediği için şımarmaz. Böyle olunca, başkaları bir yana ihlaslı olduğunu kişinin kendisi bile kesin olarak bilemez, onun için de nefsini daima denetim altında tutması gerekir.’ (Süleyman Ateş, DİA, İhlas maddesi, kaynaklar hazfedilerek alıntı yapılmıştır.)
Müslümanın işlediği hayırlı işlerin ve amellerin Allah nezdinde kabul görmesi ihlasa bağlıdır. İhlas olmadan yapılacak ameller dünyaları doldursa hiçbir kıymeti yoktur. Ancak ihlas ile yapılan az bir amelin değeri ise kul planında tahmin kalıplarına sığmaz.
İhlas ve kalp huzuru
En büyük huzur, kalp huzurudur. Kalbi huzurlu olan kişiler, ne kadar büyük sıkıntılarla karşılaşırsa karşılaşsın saadet içindedirler, manen mutludurlar. Çünkü onlar kalbiselim sahibidirler. Onun için kalplerinde sükûn vardır. “…Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu mükâfat Rablerine derin saygı duyanlara mahsustur.” (Beyyine, 98/8.)
Kalbi hasta olanlar ise daima tedirgindir. Bir türlü sükûnete ve huzura eremezler. Dünyanın bütün imkânları ellerinin altında olsa da arzu ettikleri mutluluğa erişemezler. Daima doyumsuzluk içindedirler. Çünkü kalpleri huzursuzdur. Zira bedeni hazlar ve zevkler geçicidir. Fakat kalbin hazzı kalıcıdır. Bunun için kalp hazzı en büyük hazdır. Kalbi huzurlu olan kişileri, karşılaşacakları en ağır sıkıntılar dahi yaşadıkları manevi mutluluktan koparamaz.
Kalbin huzuru ise ihlastadır. Çünkü ihlasta ne bir başka görünmeye çalışmanın dayanılmaz ağırlığı vardır, ne de sözleri, fiilleri, eylemleri, eylemsizlikleri, hareketleri hareketsizlikleri açıklamaya çalışmanın lüzumsuz külfeti… Zira ihlaslı kişi, yaptığı işler için Yüce Allah’tan başka şahit arama ihtiyacında değildir. Zihnini halkın değerlendirme ölçülerine ayarlamanın ağırlığından kurtulduğu için ‘Benim namazım da, ibadetlerim de, hayatım da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.’ (En’am, 6/162.) der geçer.
İhlaslı insanlar -iyilikler ve hayırlar kimin eliyle gerçekleşirse gerçekleşsin bundan mutluluk duyacakları için- bencillik, kıskançlık, kin ve haset gibi insanı manen yiyip bitiren hastalıklardan kurtulmuş kişilerdir. Bu sebeple hiç kimseye tahakküm etme gibi bir hevesleri yoktur. Dolayısıyla gönül huzuruna sahiptirler.
İhlas amellerin özüdür
İhlas, kulun en başta zihin dünyası olmak üzere bütün davranışlarını, fiillerini ve sözlerini yaratılmışların değerlendirmesinden arındırmasıdır. Bir Müslüman için hayatta en büyük hedef, Allah’ın rızasını kazanmak olduğuna göre bunun yolu ihlastan geçer. İnanç, ibadet ve diğer eylem ve davranışlarımızın Allah Teala nezdindeki temel değerlendirme ölçüsü ihlastır. İhlas olmadan yapılan herhangi bir amelin Allah katında hiçbir değeri yoktur. Zira ihlas amellerin özüdür.
Sözlükte “arınmak, saflaşmak, kurtulmak” manasındaki hulus/halas kökünden türetilmiş olup “bir şeyi, içine karışmış ve değerini düşürmüş olan başka şeylerden temizleyip arındırmak, saflaştırmak” anlamına gelen ihlas kelimesi, terim olarak “ibadet ve iyilikleri riyadan ve çıkar kaygılarından arındırıp sadece Allah için yapmak” demektir. İslami literatürde ihlas daha geniş olarak şirk ve riyadan, batıl inançlardan, kötü duygulardan, çıkar hesaplarından ve genel manada gösteriş arzusundan kalbi temizlemeyi, her türlü hayırlı faaliyete iyi niyetle yönelmeyi ve her durumda yalnızca Allah’ın rızasını gözetmeyi ifade eder. Bütün işlerimizde gözetilmesi gerekmekle birlikte özellikle ibadetlerimizde ihlasın yeri daha bir önemlidir. Çünkü doğrudan Rabbine yönelme niyetiyle gerçekleştirilen ibadette ihlas yok ise o ibadet cansız ceset gibidir. Bundan dolayı Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de mutlaka ihlasla kendisine kulluk etmemizi emretmektedir. (Zümer, 39/2.) Peygamber Efendimizin konu ile ilgili olarak şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: ‘Yüce Allah yalnızca kendisi için ve ancak kendisinin rızası gözetilerek yapılan amellerden başkasını kabul etmez.’ (Nesai, Cihat 24; Ahmet b. Hanbel, 4/126.) Allah’ın rızasını kazanma niyetiyle, Müslümanın yaptığı her meşru iş, bir ibadet gibi kendisine sevap kazandırır. Bu bakımdan Müslüman, ilim tahsilinde, iş hayatında, mesleki çalışmalarında, ailevi ve içtimai münasebetlerinde, daima niyetini düzgün tutmalı ve sadece Allah’ın rızasını gözeterek hareket etmelidir. Çünkü kulluk yalnızca namaz, oruç, hac ve zekât gibi belli şekil şartlarına bağlı/biçimli ibadetlerden ibaret değildir.
Hem dar anlamıyla belli şekil şartlarına bağlı ibadetlerde, hem de geniş anlamıyla belli şekil şartlarına bağlı olmayan ve hayırlı herhangi bir amelin yerine getirilmesi şeklinde gerçekleşen taatlerde ihlasın muhafaza edilmesi gerekir. Zira kulun Rabbi ile kulluk ilişkileri bağlamında ihlasla sergileyeceği her meşru hareket ve davranış ibadet hükmünü almaktadır. Ayet-i kerimede mealen şöyle buyrulmaktadır: ‘Hâlbuki onlara, yalnızca Allah’a karşı ihlas ile itaat edip Allah’a karşı ihlas ile itaat edip’ şeklinde çevirdiğimiz, hakka yönelen kimseler olarak O’na kulluk etmeleri, namazı kılmaları ve zekâtı vermeleri emredilmişti. İşte bu dosdoğru dindir.’ (Beyyine, 98/5.)
Bu hususta dikkat edilmesi gereken en önemli hususlardan biri de ihlasa aykırı tutum, davranış ve vasıflardan uzak durmaktır. Bunların başında riya, gösteriş ve süm’a gelir.
Riya, ‘Allah’tan başkasının hoşnutluğunu kazanma düşüncesiyle amelde ihlası terk etmektir.’ (et-Ta’rifat)
Aynı şekilde kendini beğenmişlik, kibir, hile, aldatma, kandırma, desise, yalan dolan gibi kötü ahlaki vasıfların hepsi de ihlasa tamamen aykırı niteliklerdir. Çünkü ihlas, doğruluk ve dürüstlüğün kişinin kalbinde köklü bir şekilde yer etmesinin alametidir.
İhlas müminin hayatının her alanını kapsar
İhlas, yalnızca Ahiret yurdunu ilgilendiriyor gibi görünse de aslında o, dünyevi gelişmelerde de en önemli etkendir. Herhangi bir işe içten ve samimi bir şekilde sarılan kişiler, o işte muvaffak olurlar.
İhlas, ancak saf, duru ve tertemiz bir niyetle gerçekleşir. Niyetin Allah’ın rızası dışındaki kişisel, dünyevi bütün unsurlardan arındırılması gerekir. Kendi nefsinin bütün yönelimlerini bir kenara bırakarak Allah’ın, kudreti, bilgisi karşısında tam bir teslimiyet ile her hareket ve tavrını onun rızası istikametinde şekillendirmek İslami bir duruştur. ‘Kim iyilik yaparak kendini Allah’a teslim ederse, şüphesiz en sağlam kulpa tutunmuştur. İşlerin sonu ancak Allah’a varır.’ (Lokman, 31/22.)
İhlas, emin olmayı gerektirir. İhlaslı insan, emin insandır. Emin olmayan da ihlaslı olamaz. Muhtelif meslekleri icra eden insanlar, emin iseler işlerinde hile yapmazlar. İşlerini itkan ile yerine getirirler. Allah’ın her şeyi görmekte ve bilmekte olduğunu bilen bir Mümin, işinde hile, aldatma ve kandırmaya başvurabilir mi?
“Sen hangi işte bulunursan bulun, ona dair Kur’an’dan ne okursan oku ve hangi şeyi yaparsanız yapın, siz ona daldığınızda biz sizi mutlaka görürüz. Ne yerde, ne de gökte, zerre ağırlığınca, (hatta) bu zerreden daha küçük veya daha büyük olsun, hiçbir şey Rabbinden uzak (ve gizli) olmaz; hepsi muhakkak apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı) dır.” (Yunus, 10/61.)
Yanlış imaj ve ihlas
Kur’an-ı Kerim’de iyi ve hayırlı işler ortaya koymadıkları hâlde iyi ve hayırlı işler yapmış gibi bir imaj oluşturarak veya haklarında bu doğrultuda oluşan imajı sahiplenerek bundan hoşlananların bu tavırlarının ihlasa aykırılığına dikkat çekmek üzere mealen şöyle buyrulmaktadır: ‘Yapıp ettiklerine sevinen ve yapmadıkları şeylerle övülmeyi seven kimselerin, sakın azaptan kurtulacaklarını sanma. Onlar için elem dolu bir azap vardır.’ (Âl-i İmran, 3/187.)
Bu kişiler, ‘…övülmeye layık bir iş yapmadıkları hâlde kendilerinin dindar, Allah’tan korkan bir mümin olarak bilinmelerinden ve bu özelliklerle övülmekten hoşlanırlar. Oysa onların bu iddiaları boş bir kuruntu, kibir ve kendilerini aldatmaktan başka bir şey değildir.” (Kur’an Yolu, ilgili ayetin tefsiri) İbn Ebi’d dünyanın en-Niyyetü ve’l-İhlas adlı eserinde yer alan bir rivayette anlatıldığına göre Havariler, İsa (a.s.)’ya ‘Allah’a karşı ihlas nedir?’ diye sormuşlar; İsa (a.s.): ‘Yaptığı işten dolayı insanlardan herhangi birinin kendisini övmesini istemeyen kişinin tadı bu niteliktir’ şeklinde cevap vermiştir. (s. 34.)
Yine aynı eserde Hz. Ali Efendimiz ‘Salih ameli ‘Allah’tan başka hiç kimsenin ondan dolayı seni övmesini istemediğin amel’ şeklinde tanımlamıştır. (s. 35.)
Netice itibarıyla övülmekten hoşlanmak, yerilmekten hoşlanmamak, ihlas eksikliğindendir. “…Kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa yararlı bir iş yapsın ve Rabbine ibadette kimseyi ortak koşmasın.” (Kehf, 18/110.) mealindeki ayet-i kerimede yaptığımız her işi Allah’ın rızası dışındaki unsurlardan nasıl arındırmamız gerektiği vurgulanmaktadır.