Makale

İsm-i Cami: Allah

Fatma Bayram

İsm-i Cami: Allah

Bütün varlığın yoktan var edicisi; her şeyin devam ve tekâmülünün kendisine bağlı olduğu Yüce Varlık’ın diğer bütün isimlerini içine alan en kapsamlı ismi… İsm-i has... Bu isim tarihin hiçbir döneminde O’ndan başka bir varlığa ad olarak verilmemiştir. (Meryem, 19/65.)
“Allah” kelimesinin kökeni konusunda çok şey söylenmekle birlikte çoğunluğun görüşüne göre müştak (türemiş) değildir. “Allah” isminin “el-ilah”tan türediği iddiasına karşı Elmalılı bu ismin diğer bütün esma ve sıfattan önce geldiğini; yani Allah’ın mabut olduğu için Allah olmadığını; “Allah” olduğu için mabut olduğunu söyler.

Allah varlığı kendiliğinden ve zorunlu olandır, var olan her şeyin arkasındaki temel sebeptir. Tek gerçek varlık O olduğundan idraklerimizin mutlak atıf noktası da O’dur. Eğer bir şeyi O’nu hesaba katmadan anlamaya çalışırsak o şeyi gerçek olmayan bir şeye nispet etmek zorunda kalırız. Bu durumda tevhide ulaşamayan malumat ve irfanımız iki ucu bir araya gelmeyen dağınık fikirlerden ibaret olur. Varacağımız yer de olsa olsa anlamsızlıktır.

O’ndan gelir, O’na gideriz. O’nun adıyla başlanmayan hiçbir iş varması gereken asıl sonuca varamaz. Varoluşumuza O’nu hesaba katarak bakmaya başladığımızda hayatın her detayına yaklaşımımız baştan sona değişir. Artık asla bundan önceki insan değilizdir. Bu değişim günlük dilimize bile yansır. Sevinçlerimizi, üzüntülerimizi, şaşkınlıklarımızı, korkularımızı, hayal kırıklıklarımızı ifade ederken hep O’nu anmaya başlarız. (Hasbünallah, evvelallah, maşallah, fesübhanallah, inşallah, Ya Allah, La havle vela kuvvete illa billah, elhamdülillah, estağfirullah...) Bu dil içimizdeki imanı yansıttığı gibi dönüp imanımızı da pekiştirir.

Allah’ın zatı bütün esma ve sıfattan önce geldiği gibi “Allah” ismi de diğer isim ve sıfatlara mukaddem bir “ism-i cami”dir. “Allah” diyen O’nu bütün isimleriyle anmış, bilinen bilinmeyen bütün isimlere sığınmış demektir. “Allah” isminin bu rüçhaniyetini Efendimizin şu duasında görürüz: “Allah’ım! Sana temiz, hoş, mübarek ve en çok sevdiğin; o isimle dua edildiğinde kabul ettiğin, o isimle istendiğinde verdiğin, o isimle merhamet dilendiğinde merhamet ettiğin, o isimle kurtuluş talep edenleri kurtardığın ismine sığınarak yalvarıyorum.” (İbn Mace, Dua, 9.)
Gelgelelim bir bizim zihinlerimizdeki “Allah” var; bir de gerçek “Allah”. (Saffat, 37/180.) “Allah”ı doğru tanımanın da bir tek yolu var; O’nun kendisini nasıl anlattığına kulak vermek... Bu durumda Allah’ı anlamanın ilk adımı Kur’an’ı anlamaktır. (Bakara, 2/255; Haşr, 59/22-24.)
Kur’an’a göre “inanmış” olmak için sadece Allah’ın var olduğuna inanmak yetmez. Allah’a layıkıyla inanmak gerekir. Bu imanın olmazsa olmaz şartı da yalnızca Allah’a ait olan bir niteliği O’ndan başka hiç kimseye yakıştırmamaktır. (İsra, 17/42.) Rabbini bütün isimleriyle tanıyan bilir ki “Allah’tan başka ‘tapılan/ilah” olmadığı gibi “Allah’tan başka her şeyi bilen”; “her şeye gücü yeten” de; “her şeyi işiten, gören” de; “her şeye hâkim olan” da... yoktur.

Sufiler, varlığı Allah’ın isimlerinin tecellisi olarak görürler. Onlara göre her insan bir ismin mazharıdır. “Allah” isminin tecelli ettiği kullar ise, bu ismin kapsayıcılığı nedeniyle güzel ahlakın bir bütün olarak tecessüm ettiği kullardır. Tasavvuf onlara “insan-ı kâmil”; bugünün psikolojisi ise “kendini gerçekleştirmiş insan” diyor. Bu insan zıtların çelişkisini tevhidin bütünlüğüne dönüştürmeyi başarabilmiş, tam bir huzura kavuşmuş kişidir. (Fecr, 89/27.)

Bu ismin kendinde tecellisini arzulayan kişi mümkün olduğunca noksanlarını azaltmaya, erdemlerini çoğaltmaya bakmalıdır. Bu da Allah’a tam bir iman, bundan doğan ibadet aşkı ve nefse hakimiyetle mümkündür. İman-ibadet-ahlak üçlüsü olmadan bir tekâmülden söz edilemez. Bu tekâmül O’na yakınlaşmamızın olmazsa olmaz şartıdır; çünkü Allah bu âlemden öylesine aşkındır ki bizimle ilişki kurmak için O’nun tenezzülü; bizim de tekâmülümüz gerekmiştir.