Makale

İbn Sina

İbn Sina

Prof. Dr. Esin Kâhya
Ankara Ü. Dil-Tarih ve Coğrafya Fak.

İbn Sina’nın kimya konusundaki çalışmaları daha çok mevcut simya teorisine karşı çıkış şeklinde gelişmiştir. Cabir b. Hayyan’la birlikte bu görüş İslam
dünyasına sunulmuştur.

İslâm uygarlığının do-uşuna parelel olarak, bilim ve felsefe adına da önemli adımlar atılmıştır. Bu çalışmalar arasında biz astronomi, matematik, fizik ve kimya ile ilgili çığır açıcı çalışmalara rastlamaktayız. Daha önceki yüzyıllarda yapılan bilimsel çalışmaların İslâm dünyasına kazandırılmasını, müteâkip yıllarda yapılan çalışmalar gittikçe gelişmiş ve daha sonra, Ba-tı’da gelişecek olan bilimsel faaliyetin temelini oluşturmuştur. İslâm dünyasının yetiştirdiği bilim adamları arasında Harezmî (matematik) Farabi (fizik, felsefe ve müzik), Birûnî (astronomi, coğrafya, kimya, matematik ve tıp), Cabir b. Hayyan (kimya, dil, felsefe), Ömer Hayyam (felsefe, matematik), İbn Heysem (optik, matematik, tıp), Sabit b. Kurra (matematik), Zehravi (tıp ) ve İbn Sina (felsefe, tıp, astronomi, matematik, fizik, kimya), Nasırüddin-i Tusî sayılabilir. Bu bilim adamlarının en seçkinlerinden biri olan İbn Sina hakkında biraz daha ayrıntılı bilgi verelim.
İbn Sina 11. yüzyılda yaşamış olan bir âlimdir. 980 yılında Afşine kasabasında doğan İbn Sina, henüz 4 yaşındayken, babasının nezaretinde eğitim görmeye başlamıştır. İlkin Kur’anı ezberlemiş; matematik, astronomi ve mantık öğrenmiştir. Öğretmeni Natılı, İbn Sina’nın çok zeki, çabuk öğrenen bir çocuk olduğunu söylemektedir. Çalışmayı ve öğrenmeyi çok sevdiğini ise bazı kaynaklar şöyle vermektedir: İbn Sina gece geç vakitlere kadar çalışırdı. Uykuya yenik düşmemek için hemen kafası hizasına bir mum koyar ve uykusu geldiğinde kafası bu muma yaklaştığında mumun sıcaklığını hissederek, uyanıp, tekrar okumaya devam ederdi.’ On sekiz yaşında şöhretli bir hekim olan İbn Sina, Sâmanî Hükümdarı Nuh b. Mansur’u tedavi etmiş ve bunun karşılığında da hükümdar ona çok kıymetli kitapların bulunduğu kütüphanesini açmıştır. Kütüphanenin yanması üzerine, bundan İbn Sina’nın sorumlu tutulduğunu görüyoruz.
Sâmanoğullarında çıkan karışıklık dolayısıyla memleketini terk etmek zorunda kalan İbn Sina, Harezm’e gitmiş; Harezm Prensi Prens Ali b. Me’mun’un takdirini kazanmıştır. Ancak, Gazneli Mahmut’un felsefî anlayışı ile ters düşen İbn Sina, orayı terk etmek zorunda kalmış ve Cürcan’a geçmiştir. Ancak orada da fazla kalamayan ibn Sina, ilkin Kazvin’e, daha sonra da, Hemedan’a gitmiştir. Hemedan’da Şem- sü’d-Devle’den büyük ilgi gören İbn Sina, onun kulunç hastalığını tedavi etmiştir. Onun veziri olarak da hizmet veren ibn Sina, Şemsü’d-Dev- le karşıtlarının takibine uğramış ve onun ölümü ile yakalanarak, Ferdecan kalesine hapsedilmiştir. Bu arada oraya gelen Alaü’d-Devle onun kurtulmasını sağlamıştır. Alaü’d-Devle kendisinden bir takvim hazırlamasını istemiş; bu çalışmalarında ona Cürcanî de yardımcı olmuştur. Ancak bu çalışmalarını tamamlayamadan, onun kölelerinden birisinin kendisine verdiği yüksek dozdaki afyondan zehirlenerek ölmüştür. Öleceğini fark eden, İbn Sina, ilkin kölelerini azad etmiş, mallarını dağıtmış ve namaz kılarak, ölüme kendisini hazırlamıştır.
Buraya kadar verilen açıklamalardan ibn Sina’nın çok hareketli bir hayatı olduğu anlaşılmaktadır. Ancak bu hareketli hayat içinde, ibn Sina boş durmamış ve gerek gittiği yerlerde, gerekse çeşitli görevlerde çalışırken, hatta hapisteyken bile okumuş, yazmış; bilimsel çalışmalarını asla bırakmamıştır. Bunun en güzel örneklerinden birisi, onun Aristo felsefesini nasıl kavradığı ile ilgilidir, ibn Sina, Aristo’nun metafizikle ilgili eserini birçok kez okumasına rağmen, anlayamamıştır. Bir gün kitapçıları gezerken, Farabi’nin bu konuda yazılmış bir eseri ile karşılaşmış; onu satın alarak okumuş; ondan sonra Aristo felsefesini kavrayabilmiştir. Bu da onun sürekli olarak bilgisini artırmaya çalıştığını göstermektedir.
Yine onun iyi bir gözlemci olduğunu gösteren bir başka hikâye ise, ibn Sina’nın hekimliği ile ilgilidir. Bir gün ibn Sina, bir prensin birçok hekim tarafından tedavi edilemeyen hastalığını tedavi etmek üzere çağırılmıştır. Hasta prensi muayene eden ibn Sina, o şehri iyi bilen bir kişinin çağrılmasını istemiştir. Gelen kişiye hastanın yanında o şehrin semtlerini saymasını söylemiş ve belli bir semtin adı geçince genç prensin kalp atışlarının hızlandığını fark etmiştir. Daha sonra sırasıyla, o semtin mahallerini ve sokaklarını bilen kişilerin çağrılmasını istemiş ve belli bir mahalle, belli bir sokak ve belli bir evin ahalisinin adları sayılırken, hasta prensin kalp atışlarının farklılaştığını; nabzının hızlandığını belirlemiştir. Sonuçta, prensin hastalığının aşk olduğunu, eğer söz konusu adresteki genç kızla evlendirilirse, iyileşeceğini söylemiştir. Bu hikâye zaman zaman bazı farklarla anlatılır, ancak şu kadarı bir gerçektir ki, İbn Sina iyi bir gözlemcidir ve hastalıkların sadece belli fizikî bozukluklar sonucunda ortaya çıkmadığı, bedensel bazı hastalıkların kökeninde psikoloji problemlerin yattığını bize anlatmaya çalışmıştır. Nitekim bu ve benzeri olaylara ve onların tedavisi konusundaki İbn Sina’nın önerilerine dayalı olarak ibn Sina’yı psikiyatrinin kurucusu olarak kabul ederler.
İbn Sina, her ne kadar öncelikle olarak bir hekim olarak ad yapmış olsa da, diğer bilim dallarına da büyük ilgi duymuş ve değerli çalışmalarıyla katkı sağlamıştır. Onun belli başlı bilimsel çalışmaları arasında matematikle ilgili olarak, matematik terimlerini ele alıp, onları irdelemesi zikredilebilir.
İbn Sina bir bilim adamı olarak, astronomi ile de ilgilenmiştir. Astronomi konusunda özellikle yer belirlemesi çalışmalarında temel teşkil edecek bazı değerlerin hesaplanması ile ilgilenen İbn Sina, ölümüne yakın yıllarda takvim çalışmalarıyla ilgilenmiş, ancak bu çalışmalarını tamamlayamamıştır.
ibn Sina’nın farklı bilim dallarında yaptığı önemli çalışmalardan bir kısmı, ışık ve hareketle ilgilidir. Işıkla ilgili olarak özellikle görme teorisine itiraz etmiş ve gözden çıkan ışık ışınlarıyla görmenin olduğunu söylemiştir. Hareketle ilgili olarak, eğer herhangi bir şekilde engelle karşılaşmazsa, hareketin sonsuza kadar devam ettiğini söylemiştir. Yine hareketle ilgili açıklamalarında cismin birim ağırlığının, yani özgül ağırlığının hareketini etkilediğini, dolayısıyla hareketin hesaplanmasında bunun da dikkate alınması gerektiğini ifade etmiştir. Örneğin tahta ya da demirden olan iki eşit ağırlıktaki cismin farklı hareket ettiği söyler, ibn Sina bu konudaki görüşlerini Şifa adlı eserinde bize vermektedir.
İbn Sina’nın kimya konusundaki çalışmaları daha çok mevcut simya teorisine karşı çıkış şeklinde gelişmiştir. Cabir b. Hayyan’la birlikte bu görüş İslam dünyasına sunulmuştur. Bu teoriye göre, bütün maddelerin temel unsurlarının aynı olup, ancak maddelerin içindeki unsurların farklı oranda oluşu maddenin farklı olmasını sağladığını; dolayısıyla, eğer oran ayarlanabilirse, belli orandaki unsurların oluşturduğu madde mükemmel maddeyi oluşturur. Bu ’mükemmel madde’ el-iksir olarak adlandırılmış olup, onun terkibine en yakın olan madde ise altındır. Bu durumda altın kullanılarak mükemmel madde elde etmek mümkündür. Mükemmel madde sadece, sağlık açısından önemli değildi; aynı zamanda, simya açısından da önemli idi. Ayrıca, eğer bu teori doğru ise, o takdirde, bu esaslara göre, altın ve gümüş gibi kıymetli maddelerin elde edilmesi mümkündü.
ibn Sina konu ile ilgili görüşleri incelemiş ve altın elde edilmek üzere teklif edilen yöntemleri inceleyerek, bu yollarla altın ya da gümüş elde edilemeyeceğini; her maddenin kendi özelliklerinin olduğunu kendisi bizzat deneyerek göstermiştir. Bu konudaki görüşlerini kaleme aldığı iki makale ile de bize anlatmıştır.
İbn Sina, yukarıda da belirtilmiş olduğu gibi, her şeyden önce bir hekimdir ve henüz onsekiz yaş gibi genç denecek yaşta bir hekim olarak başarılı olduğunu göstermiştir. Onun bu konu ile ilgili belli başlı çalışmalarını yaklaşık 150 kadar kısa eserinin yanı sıra, Tıp Kanunu (Kitab el-Kanun fi’t-Tıb) adlı eserinde vermiştir. Bu eser on üçüncü yüzyılda Arapça’dan Latince’ye çevrilmiş ve gerek Arapça’sı ve Latince çevirisi Avrupa’da yaygın olarak kullanılmış ve 17. yüzyıl başlarına kadar tıp okullarında el kitabı görevini yapmıştır. Eser 5 kitaptan meydana gelmiş olup, ilk kitap ağırlıklı olarak anatomiye ayrılmıştır; ayrıca, kısaca sağlık, tedavi ve ilâçlarla ilgili bilgi verilmiştir. İkincisinde basit ilâçlarla ilgilidir. Üçüncüsü, patoloji ve dördüncüsü ise tedavi ile ilgilidir. Beşinci kitap muhtelif reçeteleri içerir. Bu kitaplardan en kapsamlıları üç ve dördüncü kitaplardır.
Hastalıklarla ilgili açıklamalar baş hastalıklarından başlamış ve ayak hastalıklarına doğru sırasıyla ele alınıp, açıklanmıştır. Baş hastalıkları arasında; beyin, göz, kulak ve burun hastalıkları da ele alınmıştır. Göz hastalıkları arasında dikkatimizi çekenler arasında; göz zaafları, çeşitli göz iltihapları, göz ağrıları, görme ile ilgili çeşitli hastalıklar bulunur. Bunlar arasında ekt- ropium (göz kapağı kaslarında felç olması dolayısıyla gözün kapanamaması) ve tedavisi ve kar körlüğü zikredilebilir. Ektropiumun tedavisinde ibn Sina günümüzde de önerilen cerrahî bir tedavi uygulamasını önermektedir. Kar körlüğü ile ilgili olarak verilen sebep ve arazlar gü- nümüzdekilerden pek farkı yoktur ve bu hastalık, ibn Sina’dan sonra, 19. yüzyılda yeniden belirlenmiştir.
ibn Sina, modern bir bilim adamı olarak sadece çeşitli kaynaklardan öğrenmiş olduğu bilgilerle yetinmemiş; aynı zamanda çeşitli çağdaşı bilim adamları ile mektuplaşmıştır. Bunlar arasında ibn Heysem’i ve Beyrûnî’yi sayabiliriz. Onlardan ibn Heysem’le olan mektuplaşmalarında ağırlık konusu optiktir. Her iki bilim adamı da görme teorisi konusundaki açıklamalarda hem fikirdirler.
ibn Sina’nın Beyrûnî ile mektuplaşmaları ise daha çok yöntem konusundadır, ibn Sina, Beyrûnî’yi bütünü kavrayamamak ve tek tek olgulara takılıp kalmakla suçlar. Beyrûnî’ de, ibn Sina’yı ayrıntıyı gözden kaçırdığını söyleyerek tenkit eder.
Sonuç olarak denilebilir ki, ibn Sina bir hekim olarak, sistematik bir yaklaşım içinde konuları ele alıp, incelemiş olması, keskin görüşü, mevcut bilgiyi çok iyi hazmetmiş olması ile, ancak bu bilgileri olduğu gibi kabul etmeyip, kritik bir zihniyetle irdelemesi ve tek tek olguların ortak noktalarını kavrayarak genel geçer hükümlere gidebilmesi ile dikkati çekmiştir. Şüphesiz bu özellikler onun sadece iyi bir hekim olmasını sağlamakla kalmamış; öğrenme aşkı ve bilinmeyene duyduğu merakla birleşerek, aynı zamanda değişik bilim dallarında inceleme yapmasına ve bu konularda katkı niteliğinde açıklamalar ortaya koymasına zemin hazırlamıştır.
ibn Sina, sadece bilim adamı olarak nitelendirilemez; aynı zamanda, İslâm dünyasının yetiştirdiği belli başlı filozoflar arasında da zikredilir. Kindî ve Farabî’nin yanı sıra Aristo felsefesinin İslâm Dünyasındaki temsilcisi olarak ad yapmış olan ibn Sina, aynı zamanda müzik, şiir gibi değişik sanat kolları ile de ilgilenmiştir. Onun şiirlerini daha çok Farsça olarak kaleme aldığını biliyoruz. Müzikle ilgili çalışmalarının sonucunda ise yeni usuller önerdiği bilinmektedir.