Makale

televizyon Çağında AİLE OLMAK

televizyon Çağında
AİLE OLMAK

Elif Arslan

Martin Eslin, "Pencerelerin açık olduğu ılık bir gecede herhangi bir gelişmiş ülkenin herhangi bir şehrinin herhangi bir mahallesinde yürüyün, önünden geçtiğiniz her evden, bir televizyon ekranından yansıyan mavimsi pırıltıları görürsünüz. Zaman makinasından çıkmış bir kuşak öncesine mensup bir ziyaretçi buna, yani bütün insanların büyülenmişçesine gelip geçen görüntüleri saatlerce seyre dalmasına, pasif alıcılığa gömülmesine ne derdi acaba?" diyerek bir "televizyon çağı"nda yaşadığımızı belirtiyor.
Gelişmiş değil de, gelişmekte olan ülke diye nitelendirilsek de, sanırım, Eslin’in bu tespiti bizim ülkemiz için de geçerli. Öyle ki, televizyon artık evlerimizin vazgeçilmezleri arasında. Seyretsek de, seyretmesek de açık tutuyoruz çoğu zaman bu "elektronik arkadaşı."
Kimimizin evinde ise bir televizyon yeterli gelmemeye başladı. Çünkü ev halkından birinin seyrettiği bir programı diğeri, ya da diğerleri seyretmek istemeyebiliyor. Çözüm, eve ikinci bir televizyon almak. Burada biraz durup düşünmek gerekiyor. Bir arkadaşım, başından geçen bir olayı anlatmıştı bana. Şehirlerarası yolculuklarında, kendi arabalarıyla seyahat ederken, eşiyle kendisinin, kızının ve oğlunun farklı müzik türlerini dinlemek istemesinin aralarında problem olduğunu, bu sorunu çözmek için çocuklarına birer volkmen aldıklarını, böylece hiç problem yaşamadan, herkesin kendi istediği müziği dinleyerek yolculuk yapmaya başladıklarını bir psikolog arkadaşına anlatmış. Arkadaşının cevabı ise:
"Problemi bu şekilde çözdüğünüzden emin misiniz? Bence asıl problem şimdi başladı" olmuş. Nasıl problemler başlamış olabilir? Tam da problemi çok ustaca çözdük derken?
Birincisi, birlikte yapılan bir seyahat, aile bireylerinin her birinin kendi âleminde, diğerinden habersiz ve bağımsız, "yalnız" yaptıkları bir seyahate dönüşmekte. İkincisi, çocuklar, kendi isteklerini gerçekleştirmenin yanında, karşıdakinin isteklerine, zevklerine saygı duyma, hoşuna gitmese de tahammül etmeyi öğrenme fırsatını ellerinden kaçırmaktalar. O halde muhtemel çözüm, herkesin istediği tür müziğin sırayla dinlenmesi olabilir. Böylece, kişiler hem kendi dışındakileri anlamaya çalışacak, onlara saygı duymayı öğrenecek, hem de aile, birlikte iş yapmanın zevkini yaşayacaktır.
Bunlar sanırım size de yabancı gelmedi. Benzer problemleri belki her gün evinizde yaşıyorsunuz. Yoksa siz de problemi evinize ikinci, üçüncü televizyon alarak mı çözdünüz? Ya da baskın olanınızın istediği program mı seyrediliyor evinizde? O zaman ya birbirinden kopuk, birbirini anlamaktan uzak, ya da isteklerine önem verilmeyen "küskün" bireylerden oluşan bir aileye doğru yol aldığınızı söyleyebiliriz.
Nostaljik her konuşmada bahsi geçer: Evlerimizde eskiden akşamlan oturulup aile sohbetleri yapılırdı. Aile bireyleri, birbirleriyle yaşadıkları günü, duygularını paylaşırlardı. Uzun kış gecelerinde, büyükler küçüklere masallar anlatırdı. Geçmişte yaşananlardan bahsedilirdi, bazen kahkahalarla, bazen gözyaşlarıyla... Ya da eskiden akşam ziyaretleri olurdu. Eş-dost bir araya gelir, tatlı sohbetler yapılırdı. Şimdiyse eş-dost ziyaretleri bir televizyon programıyla olan randevumuza göre belirlenmeye başladı. Yapılan ziyaretlerse, herkesin televizyona odaklandığı, arada sırada seyredilenler üzerine yapılan yorumlarla sessizliğin bozulduğu ziyaretlere dönüştü.
Hiç başınıza geldi mi? Evdeki herkesin oturup televizyon seyrettiği bir saatte, birden elektrik kesildiğinde, hele de akşam vaktiyse ne olur? Önce herkes afallar, ne yapacağını şaşırır. Hem etraf karanlıktır, hem de herkesin, deyim yerindeyse "oyuncağı" elinden alınmıştır. Elektriklerin gelmesini beklerken birden tatlı bir sohbet başlar. Sohbet devam ederken de bütün aile, bunu ne kadar özlediğinin farkına varır.
Televizyon, çocuklarımızı da etkiliyor. Çocuklarımız "televizyon çocuğu" olarak yetişiyor. Yetişkinlerle aynı programları seyrediyor, aynı enformasyonla bilgileniyorlar. Hele bir de anne iş yaparken, çocuğunu bu "elektronik dadı"ya teslim etmişse... Belki farkına varmadan geçen saatler boyunca çocuk televizyon başında kalıyor ve ruhsal gelişimine uygun olan, olmayan bir çok görüntüyle karşılaşıyor. Bunun yanında, şiddet içerikli programlara da rahatlıkla ulaşabiliyorlar. Bu onları nasıl etkiliyor? Bu sorunun kesin ve tek bir cevabının olduğunu söylemek zor. Konuyla ilgili çok farklı çalışmalar ve görüşler var. Ancak yaygın olan görüşe göre şunu söyleyebiliriz: Şiddet içerikli programlar, sessiz, içine kapanık çocukların daha da içe kapanmasına, korkularının artmasına sebep oluyor. Hareketli, dışa dönük çocukların ise saldırganlaşmasına yol açıyor.
Eş-dost ziyaretlerimizi, ilişkilerimizi etkileyen televizyon, aile içi ilişkilerimizi de etkiliyor.
Çok önemli gördüğümüz bir tartışma ya da spor programını izlerken, bizimle oynamak veya okulda yaşadıklarını bize anlatmak isteyen çocuğumuzu reddederken, kendimizi ne kadar da haklı görüyoruz, değil mi? Öyle ya, bu kadar önemli bir konu tartışılıyor ve minik afacan bu "önemli" tartışmayı izlemekten alıkoymaya çalışıyor bizi. Ya da futbol maçındaki çok önemli bir pozisyonu kaçırmamıza sebep oluyor. Olacak iş mi? Azarı hak etmiştir bu çocuk. "Program bitince oynarız", "maç bitince anlatırsın" veya benzeri şeyler söylüyoruz belki. Evet ama, program ya da maç bitince minik bedeni uykuya yenik düşecek. Ve bir gün daha, yaşadıklarımızı paylaşmadan, çocuğumuzu anlayacağımız, tanıyacağımız ipuçlarını yakalayamadan, onun zihninde, anne-babasıyla geçirdiği güzel saatler olarak yer edecek hatıralar yaşanmadan geçip gidecek.
O halde ne yapmalıyız? Televizyonu sakıncalılar listesine koyup evimizden atmak mı çözüm? Sanmıyorum. Zaten kimsenin de böyle bir şey yapmaya niyeti yok.
Yapılması gerekenlerden biri, nitelikli program seçmek ve izlemek olabilir. Hem çocuklarımız, hem de kendimiz için seyredilecek program listesi çıkarmak ve bunu uygulamak olumlu sonuçlar verecektir. Beğenmediğimiz, aile yapımıza ve çocuklarımızın gelişimine uygun bulmadığımız programlara tepki koymak ve bu tepkiyi televizyonlara iletmek de yapabileceklerimizden biri. "Sadece benim tepkimle düzelecek mi?" düşüncesiyle tepkisiz kalmak, belki de en başta kendi kendimize yaptığımız bir haksızlık olacaktır.
Televizyon seyretmeyi bir zaman öldürme, zaman geçirme faaliyeti olarak görmemek de üzerinde durulması gereken konulardan biri. O zaman, vakit bulamadığımız pek çok şey için aslında vaktimiz olduğunun farkına varabiliriz. Belki hobilerimize daha çok zaman ayırabiliriz. Özellikle günlük hayatın koşturmacası içerisinde kendimize vakit ayıramadığımızdan, kendimiz için bir şeyler yapamadığımızdan şikayetçiysek, bu bize çok iyi gelecektir.
Yapmamız gereken belki de en önemli şey, çocuklarımıza yönelik televizyon seyretme kısıtlamasını kendimize de yapmak. Ne dersiniz, kendimiz, eşimiz, çocuklarımız, büyüklerimiz, hepimiz daha çok ilgiyi hak etmiyor muyuz?