Makale

Dil, Toplum ve Kültür

Dil, Toplum ve Kültür

Dr. İsa Kayaalp
ISAM

Ortak dil, ortak kültürün oluşmasında en önemli etkendir. Çünkü kültürel etkinlikler, dil aktivitelerini zorunlu kılar.

1. Dil toplumsal bir olgudur, insanlar arasındaki anlaşmayı sağlar ve diğer sosyal olgular gibi, bireyin dışında gelişir; çünkü birey kendi başına dil yapamaz. Bireyler, kendilerini toplumsal kültürün içinde bulurlar ve zaman içinde ona çeşitli biçimlerde katkı sağlarlar. Bu anlamda kültür denilince akla ilk gelen şey dildir. Kültür ve dile bireysel katkının sağlanabilmesi için, toplumla birey arasında duygusal ve düşünsel anlamda bir ilişkinin olması lâzımdır. Bunun meydana gelebilmesi için de duygu ve düşüncenin yazıya geçirilmesi, hem kalıcılık hem de ilişkilerin sağlamlığı açısından gereklidir. Çünkü yazı, ortam kültürü ve ortak kültürün oluşmasını sağlamlaştırdığı gibi, zaman ve mekâna da yayar.
Ortak dil, ortak kültürün oluşmasında en önemli etkendir. Çünkü kültürel etkinlikler, dil aktivitelerini zorunlu kılar. Söz gelimi kültür kavramının içini gelenek, görenek, mûsiki, resim, mimarî, hukuk sistemi, üretim ve tüketim tarzı, ulaşım, aile vb. aktiviteler doldurmaktadır. Bunların millî bir boyut kazanabilmesi için, ortak dilin işlevsellik kazanmasına ihtiyaç vardır. Bu sebeple birey, bağlı bulunduğu toplumun kültürü, dili, dini, zevkleri, gelenek ve görenekleriyle bütünleşir. Dolayısıyla kültür; bireyi aşan, fakat onu bireyleştiren bir olgudur.
Kültür, insanın insan oluşuyla bütünleşen doğal bir süreç olup; insan hangi mekânda bulunursa bulunsun, kişiliğinin bir yansıması olarak yaşadığı çevrede yerini alır. Hatta bireyin iletişim gücüyle doğru orantılı bir şekilde yatay ve dikey olarak hayatın bütün alanlarını kaplar. Bu anlamda kültürel kişilik, toplumsal kişiliğe dönüşür. Kendini geliştirme ve koruma mekanizmalarını geliştirir. Bireyi ayakta tutan kültürel gücü olduğu gibi, toplumu da ayakta tutan kültürel dayanakları ve bunların yaşanılan hayatta işlevsellik kazanmasıdır.
Bireyin ve toplumun dinamizmini,” hayata bağlılığını, hayatın sahibi oluşunu sağlayan, bireylerin kendi aralarında geliştirdikleri iletişimleridir. Bu da dil sayesinde gerçekleşir. Ortak dilin örselenmeye gelmemesinin sebebi bundandır. Herkesin herhangi bir kaygı duymadan, dertlerini, düşüncelerini, duygularını aktarabildiği; aktarılan kişilerin anladığı dil, birlikteliğin temelini oluşturur. Karşılıklı sohbet etmek, dilleşmek bundan dolayı önemlidir, çünkü mutluluklar paylaşıldıkça çoğalır, üzüntüler de paylaşıldıkça azalır.
Kültürel kimliğin oluşması millî değerlerle, yani toplumun temel değerleriyle mümkündür. Bu da ortak inançlar, davranış biçimleri, örf ve âdetlerle gelişen bir yaşam tarzıyla olur. Çünkü insanın biyolojik ihtiyaçları sosyal yapıyı, bilgisi davranışlarını, dili düşüncelerini, düşünceleri inançlarını, inançları sosyal kurumlan, sosyal kurumlar da bireyin kişiliğini etkilemektedir.
Kültürü, toplumun tarihî gelişim süreci içinde meydana getirilen maddî ve manevî değerlerle, bunları meydana getirmede ve sonraki kuşaklara aktarmada kullanılan, bireyin doğal çevresiyle iletişiminin bir göstergesi olarak anlamak da mümkündür.
Kültürel zenginliğin, bireysel ve toplumsal gelişmişliğin en somut göstergesi, ortak dilin kullanım biçimidir. Çünkü dilin doğru bir şekilde kullanımı, medenî oluş anlamında bir seviye işidir; duygularını ve düşüncelerini anlaşılır bir dille ifade etmesi, insan olarak bulunduğu seviyenin bir göstergesidir.
Dili kültürden, kültürü dilden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Dil, kültürün, kültürlü oluşun vazgeçilmez şartıdır. En basit ve en karmaşık duygu ve düşüncelerimizi, karşımızda bulunanlara dilimizle aktarırız.
Bireysel ve toplumsal sorunlara çözüm üretmek, insanların dertlerine ortak olmak, sevinçlerini paylaşmak hep dille mümkündür. Şairin dediği gibi, "Dil, annemin ağzımdaki sütüdür." Dili en sağlıklı bir iletişim vasıtası olarak kullanan insan, binanın yapımında kullanılan harç gibi kaynaştırma işlevini yerine getirmektedir.
2. Her türlü dejenerasyona rağmen Türk milletinin günümüzde kimliğini koruyarak varlığını sürdürebilmesinin ve bunun mücadelesini veriyor olmasının en önemli sebebi Türkçe’dir. Türkçe eklemeli bir dildir, dolayısıyla kök aynı kalır, ekler değişir. Kök hep muhafaza edilir. Türk insanı iki yüzyıldır, çeşitli kültürlerin bazan resmî bazan da gayri resmî baskısı altında kalmasına rağmen, Türkçe’deki kelime yapısı gibi kökünü, temel değerlerini varlığının sebebi olarak görüp korumuştur. Bu da gösteriyor ki, Türk insanı diliyle, dilinin özellikleriyle bütünleşmiştir.
Türk kültür tarihi ve düşünce hayatı incelendiğinde, dilin bu özelliği ile bütünleşenlerin ölümsüzleştiğini görürüz, "insan ölesi değil, ölen hayvandır" diyen bir Yunus Emre; "Dün dünde kaldı, bugün yeni şeyler söylemek lâzımdır." "Bir mum, diğer bir mumu tutuşturmakla, ışığından birşey kaybetmez" diyen Mevlânâ ölümsüzdür.
İnsan hayatı gibi toplum hayatı da sürekli bir değişim içindedir. Değişim esprisini doğru kavrayamayanlar yanlış yollara sapmaktadırlar. Bunun en güzel göstergesi Mevlânâ’nın sözündeki değişimdir: "Dün dünde kaldı." Dünü bir daha yaşamak mümkün değildir. Bizim için önemli olan bugündür. Değişimi "başkalaşım" olarak anlarsak, karşımıza sürekli bir değişkenlik çıkar. Bu da karşılaştığı her renge bürünmek anlamına gelir ki, Türkçe’de bu hâle bukalemunluk denir. Oysa yeni yetişen nesillerin millî kültürün manevî atmosferini teneffüs etmeye, ekmek kadar, su kadar ihtiyacı vardır.
Türkiye’de, kendi toplum sorunlarını, Batı’mn gözlüğü ile değerlendiren bir akım söz konusudur. "Oryantalist edebiyat" diye adlandırılan bu akım, kültürel yozlaşmayı kamçılamaktadır. Bir kısım gençlerin, hatta ileri yaştaki bazı insanların, toplumun temel değerleriyle sorunlar yaşamasının sebebi, kültürel kimliklerini sağlıklı bir zemine oturtamayıp, yitiğini başka yerlerde aramasından kaynaklanmaktadır.
3. İnsanlarımızın kendi sorunlarına, kendi fizik ve metafizik şartları içinde çözüm üretmeleri gerekir. Türk milletinin hayatını, zevklerini, dünya görüşünü yansıtan bir duygu, düşünce ve hayal dünyası vardır. Bütün bu değerlerin renklerini Türkçe’nin derinliklerinde bulmak mümkündür. Çünkü dil, milletin manevî özelliklerinden oluşur ve milletle birlikte gelişir. Dolayısıyla dilin millî bir formu vardır.
İnsanın kullandığı dil, onun aynasıdır. Ahlâkî anlamda insanları tanıma açısından Türkçe’de yer etmiş olan, "Arkadaşını söyle senin kim olduğunu söyleyeyim" ifadesini, dile de uyarlayabiliriz: insan konuştuğu dili kadar insandır. Çünkü insanın kültür düzeyi, bilgisi, anlayışı, düşüncesi, zevki, konuştuğu dile aynen yansır.
Kullandığı kelimelerden, cümle kuruşuna kadar, dille ilgili bütün aktiviteleri insanın seviyesini gösterir, ister yazarken, ister konuşurken, dili doğru kullanmayanın hâli, kılığı kıyafeti düzgün olmayan veya giyim kuşam konuşunda umursamaz olan kişinin hâlinden farksızdır. Hatta bu durumu biraz daha ileri götürerek, dil konusundaki ilkesizliği, yemek yemek için gittiği bir lokantanın temizliğine dikkat etmemekle özdeşleştirmek mümkündür. Düşünebiliyor musunuz, siz yemek yerken, yemek yediğiniz masanın üstünde böcekler dolaşıyor.
İnsanın insan oluşunu ortaya koyan en belirleyici öğenin dil olduğunu ifade etmeye çalıştık. Ancak dil ile dil bilgisini birbirine karıştırmamak gerekir. Çünkü dilin grameriyle ilgilenmeyen kimse, dil bilgisinin kurallarını bilmeyebilir, hatta bilmez. Fakat bir milletin ferdi olan insanın, şuur altında mutlaka bir dil zevki vardır.
Yeni kelimeler, yeni söyleyiş biçimleri, hep toplumsal bir ihtiyaçtan kaynaklanmaktadır. Dilin değişen zamana göre yeni kelimelere ihtiyaç duyacağı, sosyolojik ve lengüistik bir gerçektir. Dil bilgisi kurallarına uysun ya da uymasın, bazı kelimelerin tutup bazılarının tutmaması da toplumun dil zevkinden kaynaklanmaktadır. Dil bilimi alanındaki çalışmalar geliştikçe, dile sadece dil bilgisi kurallarının hâkim olmadığı, başka sebeplerin de bulunduğu ortaya çıkacaktır.