Makale

Kıssanın Ahlaki Fonksiyonu Kıssadan Hisse…

Kıssanın Ahlâkî Fonksiyonu
Kıssadan Hisse…

Dr. Hatice Kelpetin Arpaguş
Marmara Ü. İlahiyat Fakültesi

"Kıssadan maksud ihâm-ı ivaz
Sanma kim sana hikâyetdir garaz"
(Maksat, kıssadan hisse almaktır,
Yoksa sana hikâye anlatmak değil.)

Günümüzde tiyatro, radyo, televizyon ve tsinema vasıtasıyla hayatımızda yer eden hikâye, bir zamanlar kendi kültürümüzde kıssa ismi altında yer almış ve önemli fonksiyon icra etmiştir. Bunun yanında Kur’an-ı Ke- rim’de de kıssaların bulunması ve hatta büyük bir yekûn tutması, kıssanın önemini kendiliğinden ortaya koymaktadır. Kıssa kelimesinin anlamına baktığımızda; kelimenin kökü Arapça "k- s-s" dan gelmektedir ve sözlükte bir şeyin veya bir kimsenin izini sürüp ardınca gitmek, bir haber ya da sözü açıklayıp bildirmek, hikâye etmek, anlatmak anlamlarına gelmektedir. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim’de geçen kıssa da; geçmiş eserleri, izleri açığa çıkarmak, bu suretle tarihin derinliklerinde kaybolmuş ve unutulmuş olaylara insanların dikkatlerini yoğunlaştırmak ve bu hususları doğru bir biçimde bildirmek anlamına gelmektedir. Böylece muhatabın âdeta yeniden canlandırılan olaylarla ders alması ve olayların geçtiği zamanda yaşaması sağlanmış olur.
Bir kültür aktarım biçimi olan kıssanın geçmişine baktığımızda, insanın varlığıyla eş zamanlı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Uzmanların büyük çoğunluğunun kabulüne göre, sistematik bir biçim olarak ilk defa Hindistan’da doğduğu, oradan İran yoluyla Arap ülkelerine, oradan da Batı’ya geçtiği kabul edilmektedir. Tabii ki bu geçiş sürecinde girdiği ortama etki etmenin yanında kendisi de etkilenerek şekil değişiklikleri yaşamıştır. Nitekim bugünkü roman, hikâye, sinema, tiyatro gibi edebî ve görsel türlerin geçmişinde kıssanın olduğunu söylemek yanlış değildir. Özellikle Kur’an-ı Kerim’in vahyinden sonra Islâm tarihçiliğinde kıssa da yeni bir çehre almış ve bu veçhesiyle Batı’ya taşınmış, daha sonra da oradan bize tekrar roman, hikâye ve sinema gibi şekillerde intikal etmiştir. Kültürümüzdeki çok yaygın kullanımıyla hem bilgi aktarımında, hem de eğitim-öğretim faaliyetinde oldukça işlevsel bir rol oynamıştır. Bundan ötürü kültür tarihimizde kıssa ve hikâyenin birçok çeşidine rastlamak mümkündür. Kısas-ı enbiya (peygamber kıssaları) tevarîh-i hulefa (halifeler tarihi), siyer ve megaziler, mesneviler, menâkıbnâmeler (İslâm büyüklerinin menkıbevî hayat hikâyeleri), Muhammed Hanefi Cengi, Hayber Kalesi, Kan Kalesi Cengi, Battal Gazi Cengi gibi dinî hüviyetli cenkler, Köroğlu gibi kahramanlık hikâyeleri, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun gibi aşk hikâyeleri tarihimizdeki kıssalardan yalnızca bazılarıdır. Nitekim "Türkler Viyana kapılarına nasıl gittiler" sorusuna Yahya Kemal’in "Mesnevi okuyarak..." yani kıssa okuyarak şeklinde cevap vermesi de kıssanın kültürümüzdeki önem ve anlamını ortaya koymaktadır.
Kur’an-ı Kerim kıssalarına göz attığımızda, geçmiş peygamberlerin ümmetleriyle aralarında geçen mücadelelere yer verildiği gözlenir. Tarih sahnesinden geçmiş iyi ve kötü grupların sonları ve yaptıklarının bedeli canlı bir şekilde ortaya konur ve âdeta sinema sahnesindeki film gibi canlandırılır. Böylece doğruluk, adalet, kardeşlik, sadakat, sabır, merhamet, hoşgörü... gibi davranışlar ile yalancılık, ihanet, zulüm, nankörlük, kibir, gurur... gibi niteliklere sahip toplulukların yaşam mücadelesi, günün insanına doğrudan, herhangi bir telkine ihtiyaç duymadan model olarak sunulur. Sözgelimi Nûh kav- minin sapıklık ve mağrurluğunu; Lût kavminin fuhuş ve sefahatini; Âd kavminin dünyevî güç ve kuvvete temayülünü; Semûd kavminin dünya nimetleri peşinde koşmasını ve kibrini; Med- yen ahalisinin ölçü ve tartılarına hile karıştırmalarını; İsrailoğullarının inat ve taassuplarını müşahede eden insan, gerçek saadetin bunlarda değil de insanları doğruya sevk eden peygamberlere uymakta olduğu sonucuna varır. İnsanlar bu kıssaları okuyarak ve onlarla bir anlamda bütünleşerek içinde bulundukları gerçekliği kavrarlar; dünya, varoluş, hayat ve hayatın anlamı konusunda referans noktası oluşturacak köklü tasavvurları büyük ölçüde bu kıssalara dayanarak oluştururlar. Kıssalar sadece olanın bir tasviri ve gerçekliğin bir temsili olmakla kalmayıp, aynı zamanda olması gerekeni de işaret ederler. Doğrusu, gerek peygamberimizin başından geçenler, gerekse önceki peygamber ve toplumlarla ilgili kıssalar bizim için birer ibret levhalarıdır.
Dolaylı anlatım şeklini kullanan kıssa, canlı sembolizmiyle insanı kendisine ve ait olduğu mekâna ulaştırır. Bundan dolayı onun usta bir ressamın gözler önüne serdiği muazzam bir tablonun insana yaptığı, etkiye benzer etki yaptığını ve muhatabı sözün sihirli gücü altındaki bir yaşama sürüklediğini söylemek mümkündür. Burada söz âdeta söz kalıplarından çıkarak yaşamdan kesitler hâline dönüşürken ,söz konusu olay da geçmiş olmaktan sıyrılarak güne ulaşır. Bu şekildeki canlı sembolizmiyle insanları olayların sürükleyiciliği içine çeken kıssa, monoton bir üslûp olmadığından dikkatleri açık bir hâle getirir ve telkin edilmek istenenlerin kolayca alınıp benimsenmesini sağlar. Çünkü devamlı bir şekilde gündeme getirilen çıplak hakikatler ve soyut mânalar aklı yorar ve dikkatleri dağıtır.
Kıssa yoluyla anlatım, direkt değil de dolaylı bir anlatım metodu olduğundan, etki açısından oldukça güçlü bir yöntemdir. Bu itibarla kişi, etkilenmediğini zannettiği bir anda olaylar zinciri içinde kendini bulur. Konuyla ilgili araştırmalar da dolaylı anlatımın bir tür bilinç dışı telkin gücüne sahip olduğunu ve insanın hafıza ve hayal dünyasında kalıcı yönlerin bulunduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim dolaylı anlatıma muhatap olan insan hafızası incelenmeye alındığında canlı, soyut resim ve tasvirlerin zihne - rahatlıkla yer ettiğini tespit etmek mümkündür. Bu da daha kolay hatırlama ve daha canlı bir şekilde anlatılan meselelerle iletişim kurma imkânı sağlar. Direkt anlatımda ise, kişilerin dirençleri otomatik olarak harekete geçer.
Meselâ şunu yap, bunu yapma gibi telkinlerde bulunulduğunda gayri ihtiyari olarak kişi kendi sahip olduğu inançları ya da doğruları muhafaza etme şeklinde bir tutum takınır. Oysa dolaylı anlatımda kişiye yönelik böyle doğrudan bir etkileme söz konusu olmadığından herhangi bir dirençten bahsetmek mümkün değildir. Dolayısıyla bu şekilde verilen mesajın algılanması, benimsenmesi ve zihinde canlandırılması daha kolay olur. Bundan ötürü kültür hayatımızda önemli yeri bulunan kıssaların muhtevalarında yer alan ahlâkî nitelikleri sayesinde toplumsal ahlâkın oluşmasında çok büyük fonksiyon icra ettiklerinin altını çizmemiz gerekmektedir. Doğrudan telkin ve direkt olarak istenilen hayat tarzı ortaya konmadığından, tarihimizde insanımızın eğitim aldığının farkına varmaksızın toplumsal bilince ulaştığını tespit etmekteyiz.
işte bütün bu vasıf ve fonksiyonundan ötürü başta Kur’an-ı Kerim kıssaları olmak üzere içlerinde birçok ibretleri barındıran, önümüze ışık tutacak kültürümüzdeki kıssaların bugün de hayatımızda yer alması gerekmektedir. Günümüz standartlarında televizyon ve bilgisayarın hayatımızın her alanını kapsadığı bir zamanda bu tür kıssaların başta görsel olanlarını bulup bizim ve çocuklarımızın dünyasında yer etmesine zemin hazırlamak her anne-babanın önemli vazifeleri arasında yer almaktadır. Özellikle çocukların eğitiminde hikâye ve kıssa nakletme yönteminin kullanılmasının çocuğun zihin ve hayal dünyasına sayılamayacak etkiler oluşturduğu kabul edilmektedir. Bundan ötürü çocuk filmleri yanında çocuk edebiyatı içinde yer alan tarihî ve dinî kıssalarımızın günümüz genç dimağlarından uzak tutulmaması üzerinde ihtimam göstermemiz gerekmektedir. Kıssa, hikâye -veya masal anlatan anne- baba veya büyük anne ve büyük babaların bu konudaki sorumlukları gündeme gelmektedir.
Konumuzu güncel bir kıssa ile noktalarken, ahlâkî vasıfların yer etmesindeki inanılmaz etkisini gelin hep birlikte izleyelim:
Bir zamanlar oldukça kırıcı ve kendisini kontrol edemeyen haşin bir çocuk vardır. Bir gün babası çocuğa bir çuval dolusu çivi vererek her sinirlendiğinde ya da birisiyle münakaşa etmek istediğinde bahçe kapısına bir çivi çakmasını söyler.
Birinci gün çocuk bahçe kapısına tam otuz yedi çivi çakar. İlerleyen gün ve haftalar içinde çocuk yavaş yavaş kendini kontrol etmeyi öğrenmeye, bahçe kapısına çaktığı çivi sayısı da azalmaya başlar. Sonunda çocuk, her sinirlendiğinde bahçe kapısına çivi çakmanın onu rahatlattığını ve kendisini kontrol etmesini kolaylaştırdığını fark eder. Nihayet çocuğun bahçe kapısına çivi çakmaya ihtiyaç duymadığı gün gelir. Hemen babasına gider ve bugün bahçe kapısına hiç çivi çakmadığını söyler. Bu defa da babası ondan bahçe kapısına çaktığı çivilerden her gün bir tanesini çıkarmasını ister. Artık çocuk sevincini ve kızgınlığını kontrol etmeyi başarmıştır. Aradan uzun günler geçtikten sonra babasına gelerek bahçe kapısındaki tüm çivileri çıkardığını söyler. Bu defa babası oğlunu bahçe kapısının önüne getirip şöyle der:
"Oğlum sen iyi iş başardın. Ama bir de şu kapıda bıraktığın deliklere bak bu kapı artık eskisi gibi olmayacak; birisiyle kavga ettiğin ya da kalbini kırdığın zaman, o kişide tıpkı bu delikler gibi yara açmış olursun. Birisini kırabilir sonra da özür dileyebilirsin. Fakat o yara her zaman kalacaktır. Defalarca özür dilesen de o yara kalıcıdır. Birisini kelimelerle yaralamak, o kişiyi fiziksel olarak yaralamak kadar kötüdür. Dostlar ender bulunan mücevherlerdir. Dolayısıyla onların kıymetini bilmen ve onlarda kırıcı izler bırakmaman gerekir."