Makale

Sosyal ve Dini Hayatta Güven

Sosyal ve Dini Hayatta
Güven

Doç. Dr. Niyazi Akyüz
Ankara Ü. İlâhiyat Fakültesi

İnsan toplumsal bir varlık olduğuna ve toplum hâlinde yaşadığına göre, güven meselesini insandan başlayarak ele almak gerekmektedir. Sosyologlar, toplumda temel kurumların başında ailenin geldiğini genel olarak kabul etmektedir, insan meselesi de öncelikle ailede ele alınmalıdır. İnsan ilk temel tecrübelerini ailede edinir, ilk ihtiyaçları ailede karşılanır. Anne ve babasıyla, varsa kardeşleriyle kurduğu ilişki biçimleri, özellikle annesiyle kurduğu biyolojik, fizik ve duygusal ilişkileri, çocuğun kendisine kurmaya çalıştığı dünyanın temellerinde önemli bir paya sahiptir. Doğduktan sonra aile fertleriyle kurduğu ilişkide, kendi ihtiyaçlarının o fertler tarafından ne kadar karşılandığı, onlarla ne kadar sık beraber olduğu, sıkıntılı anlarında onlar tarafından ne kadar sahiplenildiğinin çok önemli rolleri vardır. Bu anlamda, önceleri kendisiyle ilişkide bulunan insan sayısı sınırlıyken, sosyalleşme süreci içinde, daha fazla insanla ilişki kurmaya, dünyasını genişletmeye başlamaktadır. Çocuk böylece değişik gruplarda kendini ifade etmeye, ihtiyaçlarını o gruptaki fertler yoluyla karşılamaya, onlarla karşılıklı etkileşim ilişkisine girmeye başlamaktadır.
Şimdi meselenin iki boyutundan birincisine geçebiliriz. Bu boyut, ferdin kendine güvenini kazanmasıdır. Çocuğun dünyaya gözlerini açtığı aile ortamı, çocuğun kendine güvenini kazanmasında, hatta topluma güvenen, ailesine, topluma, milletine, ülkesine, devletine, daha da ötesi tüm insanlığa faydalı bir fert olarak yetişmesinde çok önemli bir role sahiptir.
Aile ortamında birinci önemli özellik sevgidir. Her şeyden önce annesiyle, doğmadan önce oluşan biyolojik yakınlık, doğduktan sonra fizik ve duygusal ilişki hâlinde devam eder. İşte annenin, çocuğun fizik ihtiyaçlarını karşılama konusunda gösterdiği titizlik, onunla kurduğu sevgi bağı, çocuğun kendine güveni açısından son derece önemlidir. Hatta bilimsel araştırmalar, çocuğa gösterilen baba sevgisinin de bu güveni destekleyen unsurlardan biri olduğunu ortaya koymaktadır. Yine bu anlamda geleneksel kültürde, görerek yaşadığımız baba otoritesinin, çocuğun kendine güvenini azaltan, hatta yok eden bir faktör olduğu, bugün herkes tarafından bilinmektedir. İkinci önemli özellik, sevginin bir sonucu olarak da ortaya çıkan, çocuğa değerli bir varlık olduğunu hissettirmektir. Aile fertleri, bireyle ilişkilerinde, ona rehberliklerinde, tepkilerinde tutarlı olarak, onun kendileri için önemli olduğunu, onun ihtiyaçlarını karşılamak için ne gerekiyorsa yapmaya hazır oldukları hissini vermelidir. Üçüncü özellik, ona sorumluluk vermektir. Ancak onun kaldıramayacağı, yaşına ve fizik gelişimine uygun olmayan görevler verilmemeli, yaşının kapasitesini aşan davranışlar beklenmemelidir.
Aksi takdirde yapamayacağı şeylerin yüklenmesinden, onları yapamamaktan dolayı çocuk kaygı yaşayacak, kendini yetersiz bulacak, kendine güveni zedelenecektir. Dördüncü özellik, çocuğun sıkıntılı ve desteğe ihtiyaç duyduğu anlarda sahiplenilmesi ve ona, kimsesiz olmadığı duygusunu vermektir. Beşinci özellik, ihtiyaçlarını karşılarken ve davranışları sırasında(eğer yanlış bir şey yapıyorsa) onu doğrudan engellemekten ziyade, onu ikna yoluyla veya dikkatini başka yönlere çekerek davranış yönlendirmesi yolunu tercih etmek, böylece engellenmenin yaratacağı kaygı durumunu ortadan kaldırmaya çalışmaktır.
Çocuk, büyüyerek, aileyle sınırlı çevresinden daha geniş bir çevreye açıldıkça, ilişkileri geliştikçe, ailesi yoluyla kurduğu bu dünyaya, yeni kişileri almaya ve onlardan öğrendikleriyle dünyasını zenginleştirmeye başlar. Okulda öğretmenlerinden ve arkadaşlarından öğrendikleri, bu zenginleşmeye önemli katkılar yapar. Çeşitli ihtiyaçlarını karşılamak üzere girdiği gruplar, onu toplumuna bağlayan, bu bağların sağlam ya da çürük olmasına yol açan etkilere sahiptir.
Ailede, kendine güvenli bir dünya kuran fert, sonradan girdiği çeşitli gruplarda kendine güvenli hâliyle bu güveni pekiştirir. Ailenin çocuğuna hazırladığı güvenli, sevgi dolu, mutlu ortam, çocuğun daha sonra girdiği ortamlarda ilişki kurduğu fertlere karşı olumlu tutumlar geliştirmesine yol açmakta, onu, dünyayı olumlu değerlendirmeye sevk etmektedir.
işte burada meselenin ikinci yönüne gelmiş bulunuyoruz. Şunu tekrar belirtmemiz gerekir. Fert, ailede kurduğu dünya ile toplumda, diğerleriyle yaşamaya hazır, onları da kendisi gibi ihtiyaçları olan, ihtiyaçları engellendiğinde kaygı duyan, takdir edilmek, önem verilmek isteyen fertler olarak gören, dünyaya ve fertlere karşı olumlu duygular ve tutumlar geliştiren bir fert hâline gelmektedir. Böylece o, ailesine, topluma, milletine, ülkesine, devletine, hatta insanlığa faydalı olmaya hazır bir fert hâline de gelmiş olacaktır. Geriye sadece onu bu hedefe yöneltecek, yaptığı işlerin sonuca varmasını sağlayacak ortamları ve imkânları hazırlamak kalmaktadır. Fakat sadece herhangi bir ailenin çocuğunu bu şekilde yetiştirmesi yeterli midir? Hayır. Her şeyden önce çocukları bu şekilde yetiştirmek ailede anne ve babaların, çocuğu kendine güvenen ve topluma faydalı bir fert olarak yetiştirebilirler konusunda bilgili olması, ayrıca bildiklerini uygulayabilme iradesi ve azmi içinde olması, daha önemlisi anne ve babanın, hem kendi içinde hem de birbiri arasında tutarlı olması gerekmektedir. Ailenin toplumun kültürel yapısıyla olan ilişkisinin düzeyi ve biçimi de çok önemlidir. Çünkü insan yetiştirme konusundaki değerlerimiz, tutum ve davranışlarımızda-kırsal ve kentsel menşeimize, eğitim düzeyimize, ekonomik durumumuza, siyasi tercihlerimize, kısaca zihniyetimize göre değişebilmektedir.
Ailede kendi içinde dayanışma hâlinde olan, kendi içinde bütünleşen fertlerin toplumla bütünleşme ve toplumuna güvenli bir fert hâline gelmesi, çeşitli toplumsal gruplarda (sosyologlar, bütün toplumlarda altı temel gruptan söz etmektedir ki bunlar; aile, din, eğitim, ekonomi, siyaset, boş zaman değerlendirmedir) (Ayrıntılı bilgi için bkz. Joseph Fichter, Sosyoloji Nedir?, Çev.: Nil- gün Çelebi, Attila Kitapevi, 2. Baskı, Ankara 1994, s. 52-62) ihtiyaçlarını karşılayan, iş gören fertlerin, bu ihtiyaçlarını karşılarken kendi toplumsal kurumlarından (yine sosyologlar, bütün toplumlarda altı temel toplumsal kurumdan söz etmektedir ki bunlar; aile, din, eğitim, ekonomi, siyaset ve boş zaman değerlendirmedir) (Ayrıntılı bilgi için bkz. a.g.e., s. 119-129) ne Ölçüde faydalandıklarıyla doğru orantılıdır.
Toplumumuzda özellikle iletişim teknolojisindeki baş döndüren gelişmeler, yerleşim birimleri farklılığını ortadan kaldırmakta, kültürler, hatta dinler ve milletler arasındaki mesafeyi de kısaltmaktadır. Bu durum, zaten toplumsal değişmeyi hızlı ve derinden yaşamakta olan Türk toplumunda ihtiyaçların hızla değişmesine, ihtiyaçları karşılayan kültürel davranış kalıplarının yetersiz, hatta devre dışı kalmalarına yol açmakta, dolayısıyla değerlerin süzgecinden geçerek ve tarihî tecrübe birikimimizin sonucunda asırlar içinde oluşan kültürümüz erimekte, toplumsal bütünlüğümüz derin yaralar almaktadır. Toplumdaki fertlerin birbirine duyduğu güven, aileden başlayarak yukarıda belirttiğimiz ve ferdin ihtiyaçlarını karşılamak üzere yer aldığı bütün toplumsal gruplarda ihtiyaçlarını ne derece tatmin edebildiğine ve bu esnada diğerleriyle ne kadar olumlu ilişkiler kurabildiğine göre artmakta veya azalabilmektedir. Fertlerin bu gruplardaki fertlere bağlılığı ya da bu gruplardaki statüsüne ve rollerini yerine getirme kabiliyetine göre de değişebilmektedir. Böylece fertlerin bu gruplardaki fertlere duyduğu güven, bu grupların toplumdaki değerlere ya da yüce ülküleri gerçekleştirmek üzere mensuplarından beklediği davranış kalıplarının yerine getirilmesine de bağlıdır. Fertlerin ihtiyaçlarını karşılamak üzere oluşturulan gruplar, topluma bu şekilde bağlanmaktadır.
İnsan, dinî hayatında, toplumda asırlardır öğretilen, uygulanan dinî kalıplar, dinî davranışlar, dinî tören ve inançlara yer verir. Böylece fert toplumuna güven duyar. İnsan korktuğunda, bir sıkıntıya düştüğünde, çaresiz kaldığında sığınabileceği birini arar. İnsanın gücünü aşan bu sıkıntıların üstesinden gelmede, her şeye gücü yeten yüce bir varlığa olan inancın çok önemli bir rolü vardır. Kur’an-ı Kerim’de (Rum suresi, 33) bu konu şöyle dile getirilmektedir: "İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman, tövbe ile Rablarına dönerek yalvarırlar; sonra onlara kendinden bir rahmet tattırınca, onlardan bir grup Rablarına ortak koşar". İnsanda güven duygusunun gelişimi ve olumlu bakış açısının önemi hakkında Kur’an-ı Kerim, Allah’a dayanmayı tavsiye etmektedir. (Talâk, 3)
Dinin atıfta bulunduğu evren düzeninin yegane garantisi de, o dinin Yüce Varlığı Allah olmaktadır. Birçok insanın bunalımdan korunmasında, psikolojik sorunların hafif atlatılmasında bu Yüce Varlığın kendisine yardım edeceğine olan güven önemli bir rol oynamaktadır. Sadece sıkıntılı anlarında değil, insanın geleceğe olumlu bakmasında da dinin ve yüce varlığın önemi ihmal edilemez, insan aile çevresi ve toplumu tarafından sahiplenilmediği durumlarda dahi, din yoluyla, Allah’a olan güveni sayesinde geleceğe olumlu bakabilir. Fakat bu güvenin kalıcı ve sağlıklı olmasında aile ve toplumun attığı temeller çok büyük etkiye sahiptir. Dinin insana verdiği güven duygusunun devamı için dua ve ibadetin büyük önemi vardır. Dua eden insan, Allah’ın kendisinin yardımına mutlaka koşacağını ümit eder. Bu husus, Kur’an-ı Kerim tarafından da teyit edilmektedir. (Bakara, 286)