Makale

Esma-i hüsna'dan hayata yansıyan es-selam “Allahım! Barış Sen’sin; barış Sen’dendir!”

Esma-i hüsna’dan hayata yansıyan es-Selam
“Allahım! Barış Sen’sin; barış Sen’dendir!”

Prof. Dr. Murat Sülün
Marmara Üniv. İlahiyat Fak.


“En güzel isim ve nitelikler” anlamındaki esma-i hüsna; ayet ve hadislerde Yüce Allah’a nispet edilen isimleri ifade etmekte ise de, terim olarak kullanıldığında daha ziyade Tirmizi hadisinde (Tirmizi, De’avat, 82.) nakledilen 99 ismi ifade etmektedir.
Bu isimler arasında Allah’ı bizzat tavsif edenler varsa da esma-i hüsna, hadisteki sırasıyla ve zıtlarıyla birlikte (Mukaddim-Muahhir, Evvel-Ahir şeklinde) düşünüldüğünde daha iyi anlaşılabilir. Çünkü ilahî isim ve sıfatlar bilhassa tasavvuf literatüründe cemal-celal ya da lütuf-kahır sıfatları olarak iki gruba ayrılmaktadır. Bununla birlikte, Allah’a ait bütün isim-sıfatlar “güzel” olarak nitelenmiştir. (A’râf, 7/180.)
Allah’ın güzel isimleri arasında barış ve güvenlikle alakalı olan es-Selam ve el-Mümin’in özel bir yeri olduğu muhakkaktır. Çünkü selam, “Allah katında geçerli tek din”in özel adı (İslam aslında, alem olmaktan ziyade, sıfat ve ameldir; Allah katında geçerli olan din İslamiyettir; sadece sözlü değil fiilî teslimiyettir.) ile aynı kökten gelirken, mümin de bu dini benimsemeyi ve benimseyenleri ifade eden temel kavram (iman) ile aynı kökü paylaşmaktadır. İnsanlara İslam ve iman emredilmişse, bunun Hak Teala’nın Selam ve Mümin ism-i şerifleri ile ilişkisi aşikârdır. Bu bakımdan, barışçıl ve güvenilir insan, “esenlik ve barış kaynağı”, “güven ve huzur kaynağı” anlamına gelen Selam ve Mümin ism-i şeriflerinin mazhar ve tecelligâhıdır. (Tehallak bi-ahlakıllah ifadesi gereği, Hak Teala’nın özelliklerini kendinde en çok barındıranlar en üstün, en başarılı insanlar olacaklardır. Nitekim cennete girecek olanlar da bunlardır.)
Selam, ferdî hayatta “arı-duru tertemiz bir kalp” (Şuarâ, 26/89.) olarak ortaya çıkarken, beşerî/sosyal ve toplumlar arası ilişkilerde barış (silm) olarak tebarüz etmektedir. İslam ise bunların tamamını ifade eder…
Kalbiselim sahibi; Yaratıcısıyla, kendisiyle ve çevresiyle barışık, uyumlu, nifaksız, dedikodusuz, doğru-dürüst insan demektir. Kalpteki kanaatler, duygu, düşünce ve inanışlar mutlaka davranışa dönüşeceğinden, bu tip bir insan başka insanlara, hayvanlara ve doğaya zarar vermeyecek; bu özellikteki insanlar arttıkça dünyada barış ve esenlik hâkim olacaktır.
“Müslümana sövmek fısk, onunla savaşmak ise küfürdür!” (Buhari, İman, 36.)
Hz. Peygamber’in, “Müslüman; elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kişidir.” ifadesinde somutlaşan olgu işte budur. Müslüman; barış ve esenlik içinde bir arada yaşadığı toplum kesimlerinin kendilerini her açıdan güvende hissettikleri kişidir.
Bu karakterler her millette, her toplumda ve her inanış çevresinde bulunabilir; “Falan millet şöyledir; falan millet böyledir!” ya da “Falan dinin müntesipleri iyidir; falan dinin müntesipleri kötüdür!” şeklinde toptancı yaklaşımlar Allah katında makbul ve muteber değildir. “Sen değil, ben iyiyim!” şeklindeki kısır tartışmalar söze değil, icraata bakılarak sonlandırılabilir. Kur’an’ın en veciz ayetlerinden biri olan Bakara 177’de anlatılan budur:
“(Ey Yahudiler, Hristiyanlar ve Müslümanlar!)
Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik;
– Allah’a, ahirete, meleklere, kitaplara, peygamberlere iman eden;
– Yakınlarına, ye- timlere, düşkünlere, yolda kalmışlara, isteyenlere, kölelere, esirlere seve seve malından veren;
– (Gerçek bir dindar olarak) namazı dosdoğru kılan,
– Benliğini arındırmak için veren,
– Sözleşme yaptığında ahdini yerine getiren;
– Sıkıntıda, hastalıkta ve şiddetli savaş anında sabreden(in yaptığı)dir.
(İyilik iddiasında) sadık olanlar işte bunlardır.
Bunlardır işte müttakiler...” (Bakara, 2/177.)
Hak dinin temel maksadı; can, mal, ırz/namus, akıl ve din güvenliğini sağlamaktır, yani güvenlik ve barıştır. Güvenin olmadığı yerde hiçbir şey olmaz. Güvenlik içinde; her tür korku ve kaygıdan uzak yaşayanların pek anlayamadıkları bu olgu hukuksuzluk, güvensizlik, baskı, terör ve anarşi ortamlarında çok iyi anlaşılabilmektedir. Kur’an’da fitne kelimesi ile özetlenen işbu ortamın kaldırılması peygamberlerin ve onlara inananların en temel amacıdır.
Peygamberlerin temel vazifesi, hakka-hukuka dayalı barış ve güvenlik ortamını tesis etmektir; peygamberler bu uğurda savaş dâhil her tür imkânı kullanmışlardır. “Din tamamen Allah’a ait oluncaya dek” insanlarla savaşma mecburiyetini “İnsanlara belli bir dinin akidesini benimsetmeye çalışmak” olarak anlamak doğru olmaz. “Dinde zorlama olmayacağı” ilkesi ışığında, burada anlatılmak istenen; her tür hukuk keşmekeşine ve hukuksuzluğa, dinî ve iktisadi her tür sömürüye son vererek, insanlara güvenli ve tok yaşayabilecekleri bir ortam sunmaktır.
İslam kelimesinin kök manası, bir şeyden uzak (teberru/beraet) olmaktır. (İbn Manzur, Lisânü’l-’Arab, “slm” md.) Müslümana "müslim" denmesinin sebebi; onun inkâr, şirk, nifak, isyan, fısk vb. tüm kayıtlardan kurtulup, kendini tamamen Allah’a bırakmasıdır. Varlığını en güzel biçimde, yani sadece sözde değil, özde de Allah’a teslim edebilen herkes O’nun katında mükâfatını alır. Söz konusu teslimiyet (İslam), Hz. Adem’den beri ilahî dinin temel vasfı olmasına rağmen, –en parlak ve doğru manada Muhammedî vahiyde tecelli ettiği için– bugün Hz. Muhammed’in getirdiği dinin özel adı hâline gelmiştir.
Muvahhit kulların temel özelliklerinden biri; olumsuz tipler kendilerine zorluk çıkardığında, o sırada ‘el’inden bir şey gelmeyecek gibiyse, “Selametle! Eyvallah! Sizin gibilerle benim işim olmaz!” diyebilmektir. (Bu mealdeki Furkan 25/63; Kasas 28/55’in Müslümanların güçsüz olduğu dönemde nazil olduğuna dikkat edelim.)
Eli güçlendiğinde ise, bu şer odaklarla fitnesiz barış ortamını tesis edinceye kadar mücadele etmektir. (Fetih, 48/16.) Yani es-Selam ism-i şerifinin tecellisine çalışmaktır.
Güvenlik ve barış içinde yaşayıp söz konusu ortamı gerçekleştirmenin mücadelesini verenlerin “Hak Teala ile karşılaştıkları” kutlu anlar selam kelimesiyle ifade edilmiştir. Çünkü hayatının geri kalanında neyin peşinde idiyse akıbette karşısına çıkacak da odur. Nitekim Kur’an’daki cennet tasvirleri incelendiğinde, barış ve güvenliğe özel bir vurgu yapıldığı dikkatten kaçmaz:
Barış yurdu (darusselam) olarak tanıtılan cennetin sahipleri daha cennete girerlerken, meleklerin “Selam!” nidalarıyla karşılanacaklar (Zümer, 39/74.) ve burada; merhametli Rableri tarafından çıkartılan bir fermanla tam bir esenlik içinde olacaklar (Yasin, 36/58.); cennetlikler birbirlerine selam vereceklerdir. (Vâkı’a, 56/25, 26, 91.)
Şayet cennet “her şeyin en üst ve en ideal seviyede var olacağı yer” ise, Kur’an’da anlatılan cennetle insanoğluna yakalaması gereken hedef gösterilmiş olmaktadır: İnsanların her tür korku, kaygı, üzüntü, tasa, elem ve kederden, kinden, nefretten uzak (emin), başkasının elindekine göz dikmeden kardeş kardeş yaşayabilecekleri ilahî bir yurt…