Makale

Editörden

Editörden

Yaratılanların en şereflisi olan insan; dinin, evrensel hukukun, anayasal metinlerin ve uluslararası sözleşmelerin belirlediği temel hak ve özgürlüklere sahiptir. Bunlar ana hatlarıyla; yaşama, kişi dokunulmazlığı, sağlık, eğitim, mülk edinme, seyahat, haberleşme, konut dokunulmazlığı, özel hayatın gizliliği, kamu hizmetlerinden eşit olarak yararlanma olarak sıralanabilir. Düşünce, kanaat, ifade, din ve vicdan özgürlüğü, haberleşme, yerleşme ve seyahat, toplantı, bilim ve sanat özgürlüğü v.b. ise bireyin temel özgürlüklerini ifade eder. Başta semavi dinler olmak üzere hukuk sistemlerinin de güvencesinde olan söz konusu hak ve özgürlükler, toplum tarafından öncelikle korunması gereken değerler arasındadır. Günümüzde ulusal ve uluslararası hukuki düzenlemeler, bireyin hak ve özgürlüklerini, maddi ve manevi değerlerini koruma altına almakta, ihlali halinde de belirli müeyyideler uygulamaktadır. Küreselleşen dünyada toplumlar; hukuk normlarına atfettikleri değer, insan hak ve özgürlüklerine biçtikleri kıymet ölçüsünde itibar kazanmakta ve gelişmiş, medeni toplumlar olarak kabul edilmektedir.

İslam dini bireyi hayatın merkezine alarak, onun özel yaşantısının merkezini teşkil eden ev içi hayatıyla, yukarıda zikredilen temel haklarının gözetilip korunmasına önem vermiş, getirdiği ilkelerle bunların saygınlığına ve dokunulmazlığına vurgu yapmış, ihlalleri durumunda da belli yaptırımlar öngörmüştür. Konuyla alakalı temel kaynaklara bakıldığında, kişinin yalnızca kendisiyle muhatabını ilgilendiren konuşmalarının dinlenmesi, evindeki yaşantısının herhangi bir şekilde gözetlenip dışarıya aksettirilmesi çok çirkin bulunmuş ve yasaklanmıştır. Canın, malın, aklın, dinin ve neslin korunması bütün ilahi dinlerin öncelikli gayelerindendir. Bununla beraber, bireyin bedensel ve mal varlığı haklarıyla şeref, onur ve haysiyetinin her türlü ihlal ve saldırıdan korunması zorunludur; iffet ve namusu dokunulmazdır. Bunlara zarar verici her türlü söz ve eylem, hem dünyevi hem de uhrevi ağır mesuliyeti gerektirir. Hukuki düzenlemelerin de, dinlerin de getirdiği ilkeler; nihai olarak birey ve toplumun sağlıklı, saygın, güvenilir bir ortamda, esenlik, huzur ve mutluluk içerisinde yaşamasını temine yöneliktir.

Bilindiği gibi, İslam dininin en önemli iki kaynağı Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerdir. İslam’ın inanç esasları, Kur’an-ı Kerim ve hadislerin süzgecinden geçirilerek ortaya konmuştur. Kur’an’da ve sahih hadis kitaplarında; Allah’a, peygamberlerine, kitaplara, meleklere, ahirete, kaza ve kadere imanı izah eden birçok ayet ve hadis mevcuttur. İnanç esaslarının niteliğini anlatan bu bilgiler, ilahî kaynaklı olduğundan, diğer bir ifadeyle vahye dayandığından Müslümanlarca doğru kabul edilip tasdik edilir. Zaten, İslam dininin tevhide, bütün Müslümanların birlik ve beraberliğine vurgu yapan niteliğinin de (Âl-i İmrân 3/103), söz konusu inanç ilkelerinde mevcut olduğunu görmek gerekir. Bu nedenle, birlik ve bütünlüğü bozan her türlü parçalanmalar, bireyler ve toplumlar arası iletişimsizliğe varan ayrılıklar yasaklanmıştır. Amelî/ fıkhi meselelerdeki fikrî ayrılıkların ise, ilahî kudretin insana bahşettiği zihin gücünün, kavrama yetisinin, nasları yorumlama biçiminin, esas alınan metodolojinin v.b doğal bir sonucu olduğu ifade edilebilir. Bu temel telakkiden sonra, dinin pratiklerine yönelik ayrıntılar ve farklı yorumlama biçimleri birer zenginlik olarak kabul edilmiştir. Tarihî seyir içinde gelişen İslamî ilimlerdeki literatür zenginliğinin somut yansıması, içtihadi farklılıklar da bu metot ve anlayış farkından doğmuş olup, sonuç itibarıyla ‘dinde rahmet’ olarak görülmüştür. Amelî hükümlerin ilke ve amaçlarının anlaşılması, yorumlanması ve günlük hayatın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde güncellenmesi, yukarıda çerçevesi aktarılan anlayış sayesinde mümkün olabilmiş, geniş bir hukuk kültürü ve geleneğinin oluşması sonucunu doğurmuştur. İslam toplumları; dinin, hayatın ihtiyaç ve beklentilerine cevap veren bu dinamik yönünü işler hâle getirebildikleri oranda ‘hayatın içinde, olgularla ve insan gerçeğiyle örtüşen ve temel referanslarını daima temel kaynaklardan alan bir din’ olma özelliğini hep koruyacaktır.

Genel olarak Kur’ani bilginin, özellikle de Kur’an kavramlarının iyi anlaşılıp özümsenmesine yönelik ilmî araştırmaların bireysel ve toplumsal dindarlığa yeni kazanımlar getireceği, dinî bilgi düzeyinin gelişmesine olumlu etki yapacağı, imanı taklidî olmaktan çıkarıp tahkikî zemine oturtacağı muhakkaktır. 2010 yılında yayınladığımız Kur’an özel sayılarının insanımızın Kur’ani bilinç ve bilgi düzeyinin yükselmesine artı değer kattığı söylenebilir.

Yer verdiği araştırmalar/makalelerle dinin doğru bilgisini ilmî perspektifle insanımıza ulaştırmayı hedefleyen, her yeni sayısıyla okuyucusunun bilgi birikimine kıymetli katkılar sağlayan dergimizin bu sayısında yer alan; “Temel Hak ve Özgürlükler Bağlamında Kitap ve Sünnet’e Göre Özel Hayatın Gizliliği, İslami İlimlerde Birleştirici Yorum ‘Tenevvü İhtilafı’, Kur’an’da Aklın İşlevselliği ve Tahkikî İmanın İmkânı, Oryantalistlerin Kur’an’da Geçen Hanif/Hunefa Kelimesi Üzerine Düşünceleri, Türk İslam Geleneğinde Fetihnameler, Cumhuriyet Dönemi Aydınlarında Din-Ahlak İlişkisi, Ahmed Mâhir Efendi’nin Ubudiyet-ibadet Konusuna Metafizik Yaklaşımları ile Vaizlerin Mesleklerini İş Boyutları Açısından Değerlendirmeleri” başlıklı makalelerin ilgiyle okunacağını ümit ediyor, gelecek sayımızda tekrar birlikte olmayı diliyorum.