Makale

Vakıflar ve Psiko-Sosyal Fonksiyonları

Vakıflar ve Psiko-Sosyal Fonksiyonları

Mehmet SOYSALDI*

Özet:

Bu araştırmada, medeniyet tarihimizde çok önemli bir yere sahip olan ve asırlar bo­yunca sosyal bünyemizde daima kaynaştırıcı ve birleştirici bir rol oynayan vakıfların tarih­çesi ve toplum hayatındaki psiko-sosyal fonksiyonları incelenmiştir.

Araştırmamızda önce vakfın Islâm dinindeki menşei üzerinde durulmuş, asr-ı saadet­te kurulan vakıflar açıklandıktan sonra, vakfın günümüze kadar olan tarihçesi kısaca özet­lenmiştir. Daha sonra vakıfların toplum hayatındaki psikolojik ve sosyolojik fonksiyonları; ik- tisadî-ticarî, İçtimaî ve eğitim açısından incelenmiştir.

Sonuçta, vakıfların toplum hayatımızdaki yeri ve önemi kısa ve özlü bir şekilde ifade edilmiş, toplumun yararına kurulmuş olan ve sosyal dayanışmayı sağlayan bu hayır mües- seselerinin kurulup geliştirilmesi gereği vurgulanmıştır.

Anahtar Kelimeler: Vakıf, İslam, Medeniyet Tarihi

Abstract:

The Foundations and Their Psycho-Social Functions

In this study the short histrory and phychological functions of the foundations which have played uniting roles for centuries and have had an important place in our history of civilization.

In our research, first of all, the foundations’ source in the religion of Islam has been mentioned. After the opening of the foundations built in the century of happiness (asr-ı sa­adet) and a short history of the institutions till present time have been summarized, later the factors motivating people to establish foundations have been refered. The phychological and social functions of the foundations in the life of the society; its economical, social, com­mercial and educational aspects have been studied.

As a result, the importance and place of the foundations in our present life have be­en stated briefly and densely, and the neccessity and building these charitic institutions that have been founded for the benefits of the society and supplying social solidarity has been emphasized.

Key words: Foundation, Islam, Historfy of Civilization

GİRİŞ

Vakıf, VIII. asır ortalarından XIX. asır sonlarına kadar uzanan bir dönemde İslâm memleketlerinin, özellikle Selçuklular ve Osmanlılar zamanındaki Türk dünyasının sosyal, kültürel ve ekonomik hayatmda ehemmiyetli bir rol oynamış olan dinî, hukukî ve sosyal bir müessesedir.

Arapça bir kelime olan vakıf, sözlükte; “durma, durdurma, hareketten alı­koyma” manalarına gelmektedir. Istılahta ise, bir malı belirli bir gaye için “alı- mp-satılmaktan” ebedî olarak alıkoymak, Allah yolunda vakfetmek ve gelirini kamu yararına harcamaktır.1 Bir kişi, mülkiyetine sahip olduğu menkul veya gayr-i menkul mallarından bir kısmını veya onların tamamını, Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle, halkın herhangi bir ihtiyacını gidermek üzere dinî, hayrî ve­ya İçtimaî bir gayeye müebbeden tahsis ederse, malını vakfetmiş, yani bir vakıf müessesesi kurmuş olur.2 Biz vakfedilen mala vakıf, vakfeden kişiye ise vâkıf di­yoruz. Vakıflar, toplumdaki mevcut gelir farklılıklarının giderilmesi, sosyal yar­dımlaşmanın sağlanarak, fertler arasındaki gelir dağılımının dengelenmesi ve ce­miyetin sosyal huzurunun sağlanması bakımından büyük önem arz etmektedir.

A- İSLÂM’DA VAKIF

İslâm dini vakıf fiilini yasaklamamış; sırf dünyevî gayeler için vakıf yapılma­sını mubah; hem dünyevî hem de uhrevî maksatlarla, Allah’a yakınlığı sağlamak amacıyla vakıf yapılmasını ise müstehap ve mendup saymıştır. Biz bu araştırma­mızda fıkıh kitaplarında detaylı olarak açıklanan vakfın rüknü, şartlan ve vakfedi­len malda aranan şartlar’ üzerinde durmayacağız. Burada önce Islâmda vakfın men­şei üzerinde duracak, daha sonra da vakfın kısaca tarihî seyrine değinip, günümüz­de vakfın psikolojik ve sosyolojik fonksiyonları üzerinde durmaya çalışacağız.

I- İslâm’da Vakfın Menşei

Islâmda vakfın menşei üzerinde şimdiye kadar bir hayli tartışma yapılmış­tır. İslâm hukukçularına ve Batılı bazı bilim adamlarına göre vakfın menşei doğ­rudan doğruya İslâm prensiplerine dayanır. Kur’an’da vakıf ve onun anlamdaşı olan “habs” kelimeleri bulunmamasına rağmen, İslâm âlimleri bu fikre, cemiye­tin hem manevî, hem de maddî hayatına yön veren bir sistem olarak Islâm’ın, mü­minlerin zihnine birlik, dayanışma ve yardımlaşma duygusunu işleyen prensipler ortaya koymasını nazarı dikkate alarak varırlar. Bu konuda sık sık vakfiyelerde de zikredilen bazı ayetlere dikkati çekerler.4 Kur’an’da bu konuda bulduğumuz ilk ayetler şunlardır:

“...onlar, mallarım sevdikleri halde, akrabaya, yetimlere, yoksullara, yolcu­lara, ihtiyaçları bildirenlere, esirlere verirler.”5

“Sana Allah yolunda neyi nasıl harcayacaklarım soruyorlar. De ki: “Verdi­ğiniz hayır (mal), ana-baba, yakınlar, öksüzler, yoksullar ve yolda kalmışlar için­dir; Yaptığınız her hayn muhakkak Allah bilir.”6

Yüce Allah, Bakara suresinde mü’minlerin vasıflarını anlatırken şöyle bu­yurmaktadır: “...onlar, kendilerine nzık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolun­da harcarlar.”7

İşte burada meallerini verdiğimiz bu üç ayet-i kerimeden; hayra infak, ana- babaya, akrabaya, yetimlere, miskinlere, yolculara ve yapacağımız hayrata, mal sarf etmenin, Allah katında çok değerli bir fiil olduğu açıkça görülmektedir.

Kur’an’da bu ayetlerden başka bu hususta birçok ayet bulmak mümkündür. Onlardan bazılarını burada zikretmek istiyoruz:

“Sevdiğiniz şeylerden (Allah için) harcamadıkça asla iyiliğe eremezsiniz (cennete giremezsiniz). Allah, yolunda her ne harcarsanız muhakkak onu hakkıy­la bilir.”8

“Sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar ve Allah’a gönül hoşluğu ile borç verenler, işte onlara, karşılığı kat kat verilecektir. Ve onlar için (ayrıca) üstün bir mükâfat da vardır.”9

“(Mallarınızı) Allah yolunda harcayın, kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın, iyilik edin doğrusu Allah iyilik edenleri sever.” 10

“...iyilik yapmada ve takvada birbirinizle yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın, Allah’a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah’ın aza­bı çok çetindir.” 11

“Herkesin yöneldiği bir kıblesi vardır. (Ey Mü’minler!) O halde siz hayır iş­lerinde yarışın; nerede olursanız olun Allah hepinizi (huzurunda,) toplayacaktır. Şüphesiz Allah, her şeye kadirdir.” 12

“Onların aralarındaki gizli konuşmalarının çoğunda hayır yoktur. Yalnız sa­daka, yahut iyilik, ya da insanlar arasım düzeltmeyi emredenin konuşması müs­tesna. Kim Allah’ın nzasım kazanmak amacıyla bunu yaparsa, yakında ona bü­yük bir mükafat vereceğiz.” 13

İşte burada zikrettiğimiz bu ve buna benzer ayetleri Kur’an-ı Kerim’de çok sayıda bulabiliriz. Açıkça görüldüğü gibi hepsi de bizleri hayra ve Allah yolunda yine onun nzası için mallarımızı infak etmeye davet etmektedir.

Vakfın meşruiyetine delâlet eden Hz. Peygamber’in hadislerinden bazıları­nı da burada zikretmek istiyorum. Hemen hemen bütün vakfiyelerde de zikredi­len şu hadis, vakıfların kurulup gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Ebu Hurey- re’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır:

“İnsan öldüğü zaman (hayır ve şer olarak) yaptığı işler sona erer, (sevap ve günahları yazılmaz) Ancak şu üç şeyden dolayı lehine olarak sevap devam eder:

1- Âmmeye yönelik faydası sürekli olan sadakadan, 2- İnsanlara faydalı olan bir ilimden, ve 3- Kendisine dua eden hayırlı bir evlattan.14

İslâm âlimleri, bu hadisteki “sadaka-i cariye” (hayrat) ile vakfın kastedildi­ğini söylemektedirler.15

D- Asr-ı Saadette Kurulan Vakıflar

1- Peygamber (s.a.s.)’in Kurduğu Vakıflar

Islâmda ilk vakıf, Rasulüllah’ın vakfettiği mallardır. Rasulüllah’ın Mek­ke’den Medine’ye hicretinden sonra Muhaynk öldürülmüştü. Başına bir musibet gelirse, mallarını Resulüllaha vasiyet etmişti.

Bu konuda Salih b. Ca’fer şöyle haber vermektedir: “Uhut savaşında Mu- haynk öldürülmüştü. Başıma bir iş gelirse, mallarım Rasulüllah’indir. Allah için gösterdiği yere koysun, diye vasiyet etti. Rasulüllah da Uhut’tan döner dönmez, onun bu mallarını ayırarak fakirlere vakfeylemiştir.” 16

Hz. Ömer (r.a.)’dan rivayet edildiğine göre, Hz. Peygamberin ganimetlerden elde ettiği üç kıymetli malı vardı. Bunlardan Benî Nadir’den elde ettiği yedi adet bahçeyi fakirlere vakfeyledi. Fedek’teki bahçelerini ise, yolda kalmışlara ayırdı. Hayber’dekini de üç parçaya ayırmıştı. İki parçası Müslümanlar içindi. Bir par­çasından da ailesine infak eder, artarsa, muhacir fakirlerine verirdi.17

Hz. Ali (r.a.); “Peygamber (s.a.s.), her türlü nafakayı Allah yolunda ve O’nun rızasına uygun olarak yakın akrabaya, fakirlere, miskinlere ve yolculara, infak ederdi” demektedir.18

2- Hulefa-i Raşidinin Kurduğu Vakıflar

a) Hz. Ebu Bekr’in Vakıfları

Ebu Bekir Sıddık (r.a.)’ın Mekke’deki evlerini vakfettiği rivayet edilmekte­dir. Evladından ve neslinden Mekke’de bulunanlar, o mallan aralarında miras olarak dağıtmıyorlardı. Ya sadaka-i mevkûfe olduğunu biliyorlardı, o şekilde uy­gulama yapıyorlardı. Veya Hz. Ebubekir (r.a.)’m bıraktığı gibi muhafaza ediyor­lardı.19

b) Hz. Ömer’in Vakıfları

Hz. Ömer Hayber’de “Semğ” adında bir arazi satın almıştı. “Ya Resulallah ben, Hayber’de bir arazi aldım. Şimdiye kadar bundan daha kıymetli bir malım olmadı. Ne buyurursun? diye sorduğunda, Rasulüllah da; “onun aslım istediğin şekilde hapset ve gelirim de tasadduk et’20 buyurdu. Hz. Ömer de onu satılmaya­cak, hibe ve miras olunmayacak şekilde sadaka haline dönüştürdü.”21

Salim b. Abdillah, Hz.Ömer’in “semğ” vakfiyesinin şöyle olduğunu bildir­mektedir: “Bu vakıf, Hz. Ömer vefat ederse, Hz. Hafsa, hayatta olduğu müddetÇe bu vakfa mütevelli olacak ve vakıftan Allah’ın istediği şekilde infak edebile­cektir. O öldükten sonra ailesinden en dirayetli bir kimse mütevelli olacaktır. Vakfa kim mütevelli olursa, onun aslını ebediyyen satmayacak, hibe etmeyecek­tir. Gelirini dışarıya çıkartmamak ve kazanç sağlamaya yönelmemek kaydıyla kendisinin yemesinde ve arkadaşlarına ikramda bulunmasında bir beis yoktur. Vakfın gelirleri Allah’ın rızasına uygun olarak, el açanlara, yoksullara, misafirle­re, yakın akrabaya ve yolculara Allah rızası için dağıtılacaktır. Tasadduk edilen bu mallar ve vadide Hz. Muhammed (s.a.s)’in verdiği 100 sehim, hiçbir eksiltme­ye gidilmeden semğ ile beraber Allah Resulünün bir emri ve sünneti olarak vak- fedilmiştir. Gerektiği zaman mütevellinin (bu malları işletmek üzere) köle satın almasında hiçbir mahzur yoktur” 22

Bazı İslâm âlimleri, Hz. Ömer’in bu vakfının îslâmda ilk vakıf olduğunu id­dia etmişlerdir.

c) Hz. Osman’ın Vakıfları

Hz.Osman (r.a.) da, Hz. Ömer (r.a.) gibi mallarından tasadduk yapmıştır. Abdurrahman b. Ebân b. Osman, Hz.Osman’ın sadakasına mütevelli idi. Abdur- rahman b. Ebân b. Osman’ın yanında bulunan bir kitapta şöyle yazılı olduğu nak­ledilmektedir: “Bismillahirrahmanirrahim. Bu, Osman bin Affan (r.a.)’ın haya­tında yaptığı bir sadakadır. Osman (r.a.) Hayber’de “İbn Ebi ‘ 1-Hakik” diye bili­nen malını, kesin olarak, asimi satılmaz, bağışlanmaz ve miras olunmaz şekilde vakfedip mütevellîliğini oğlu Ebân’a bırakmıştır. Vakfiyeyi, Usâme b. Zeyd (r.a.) yazmış ve Ali b. Ebi Tâlib (r.a.) ile birlikte şahit olmuşlardır.” 24

d) Hz. Ali’nin Vakıfları

Hz. Ömer, “Yenba” adındaki arazi parçasını Hz. Ali’ye vermişti. Sonra Hz. Ali (r.a.), Hz. Ömer’in verdiği arazi parçasına ilaveten kendisi de bazı şeyler sa­tın aldı ve o arazide kuyu kazdırdı. Kazı esnasında boğazlanan deve boynu kalın­lığında sular fışkırmaya başlamıştı. Hz. Ali’ye müjdeci gelip, müjde verdiğinde, O: Vârisi müjdele dedi. Daha sonra Hz. Ali (r.a.), bazı yüzlerin karardığı ve ba­zılarının da ağardığı günde, Cenab-ı Allah yüzümü ateşten muhafaza etsin diye­rek, sulh ve harp zamanında, fakirlere, yoksullara, Allah yolunda, yakın ve uzak yolcuya tasadduk etti. Ve kendi zamanında hasılatı 1000 vesaka ulaşmıştı.25

Beşir b.Velid, Hz. Ali (r.a.)’ın bu vakıfla ilgili olarak şöyle yazdığını nak­letmektedir: “... Allah’ın yüzümü ateşten korumasını, bana cenneti lütfetmesi ve rızasını talep edebilmek için, sulh ve harpte fakirlere, yoksullara, uzak ve yakın akrabaya, yolculara Yenbuğ’daki bütün malımı, satılmaz, hibe olunmaz ve miras bırakılmaz şekilde infak (vakıf) ettim. Bana bir hal vâkî olduğunda kölelerimden Rabah, Ebu Niyzar ve Cübeyr bu malımdan kendileri ve aileleri yemek içmek şartıyla beş yıl çalıştıktan sonra hürriyetlerine kavuşacaklardır. İster vefat etmiş, ister hayatta olayım Yenbuğ’daki malım için verdiğim hüküm budur. Vâ’di’l-Ku- ra’da bulunan mal ve kölelerim ile (Edine ve Râif) denilen yerler hakkında da, is­ter vefat etmiş, ister hayatta olayım hüküm yukarıdaki gibidir.” 26

Diğer ashabın kurduğu birçok vakıf bulunmaktadır.27 Fakat fazla uzatmamak için bu kadarla yetinmek istiyorum.

B- HULEFA-1 RAŞtDtN DÖNEMİNDEN SONRA VAKIFLAR

Islâmm yardımlaşma prensibinin bir sonucu olarak ortaya çıktığını gördüğü­müz vakıflar, İslâm ülkelerinin tamamında sayılamayacak kadar çok ve önemli hizmetler ifa ediyorlardı. Meselâ, Emevîler zamanında vakıflar çok genişledi. Hatta bu dönemde ilk defa yeni yeni bazı teşebbüslerde de bulunuldu. Nitekim hicretin 88. senesinde Emevî halifesi Velid b. Abdulmelik, Şam’daki Ümeyye ca­mii için ilk defa köy ve mezraları gelir getiren birer kaynak olarak vakfetti.28

Emevîlerden sonra Abbasî döneminde vakıflar daha da gelişmiştir. Hatta bu dönemde vakıflar o derece ehemmiyetli birer tesis haline geldiler ki, bunların ida­resi için “vakıflar nezareti” adında bütün vakıfları kontrol eden, onların bir niza­ma bağlanmasını sağlayan bir teşkilat kuruldu.29

Abbasî hilafeti döneminde İslâm camiasının muhtelif siyasî parçalara ayrıl­ması ve nihayet Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulması ile Doğu Müslümanları­nın Türk hakimiyeti altına girmesi, vakıf müessesesinin bir kat daha inkişafına sebep oldu. Selçuklu Devletinin, “Fatımî - Şiî” hareketine karşı takip ettiği Sün­nîlik siyaseti, devletin her tarafında yeniden birçok dinî müessesenin vücuda gel­mesi ve bilhassa birçok medresenin açılmasına sebep oldu. XI. ve XII. asırlarda, tasavvûfı tarikatların, muntazam bir sosyal kuruluş mahiyetini alan tekke ve za­viyelerin, birden bire çoğalması yanında, devletin vücuda getirdiği bir yığın dinî ve hayrî müessese, vakıf sermayesinin büyük çapta artmasına sebep oldu. Büyük bir mâlî güce sahip olan Selçuklu sultanları, şehzadeleri ve din adamları ile ileri gelen zenginler, vakıf kurmada birbirleri ile yarışırcasına bir anlayışın içine gir­mişlerdi. Selçuklulardan sonra ortaya çıkan Harzemşahlar, Atabekler, Eyyûbîler, Mısır-Suriye Memlukleri ile Anadolu Selçuklu sülaleleri hâkim oldukları yerler­de mâlî güçleri nispetinde vakıflara önem verdiler.

Moğol Prenslerinin Islâmiyeti kabullerinden sonra, daha önce tahrip ettikle­ri şehirlerin imar ve kalkınmasıyla birlikte, vakıfların da inkişaf ettikleri görülür. Nitekim Moğolların hayatında esaslı ve temelli bir değişiklik yapmaya çalışmış olan Gazan Han, Tebriz ve yanındaki Şeneb-i Tibriz denilen mevkide kendisi için bir türbe ve mescit, Şafiî ve Hanefi medreseleri, hangâh, dâru’s-siyâde, rasatha­ne, dâru’ş-şifâ, kütüphane ve kanunların yazılı olduğu defterleri muhafazasıyla il­gili “beytüT-kanun”, “beytü’l-mütevellî”, havuzhane, çeşme ve hamam gibi ilmî, İçtimaî külliyeler yaptırmış ve bunların muhafazası için zengin vakıflar kurmuş-

1. 30

tur.

Halk için büyük bir numune-i imtisal olan hükümdarların bazı anlayış ve davranışları, halkı da böyle bir harekette bulunmaya sevketmiştir. Onun için, hü­kümdarların yaptığı vakıfları gören halk da aynı şekilde davranmak istemiştir. Bunun için İslâm dünyasında pek çok kimse, sultanların vakıflarına bakarak ye­ni yeni vakıflar kurmuşlardır. Ayrıca bu işte bir de sevap ve Allah rızasını kazan­ma gibi dinî bir unsurun bulunması, onlar için daha fazla bir teşvik sebebi olmuş­tur. Nitekim, Gazan Han’dan sonra yine Moğollardan Hüdabende ve Ebu Sâid gi­bi Müslüman hükümdarlar ile zengin Moğol beyleri muazzam vakıflar kurmuş­lardır. Bütün bu vakıfların idaresi için de arazi ve emlak tahsis etmişlerdir.31

Osmanlı dönemine gelindiğinde ise, Osmanlılar, Anadolu Selçuklu Devleti­nin mirası üzerinde ve onun bir devamı olarak teşekkül ve inkişaf etme imkânına sahip oldular. Bu vesile ile onlar, kendilerinden önceki diğer İslâm ve Türk-Islâm devletlerinin çok zengin teşkilat ve müesseselerinden de geniş ölçüde faydalan­ma imkânını buldular. Nitekim Abbasîler devrinde hukukî esasları tespit edilen vakıf müessesesi, İslâm ve Osmanlı dünyasının her köşesine yayıldı. İslâm cemi­yetinin siyasî ve İktisadî inkişafıyla paralel olan bu çoğalmayı Maveraunnehr’den Atlantik kıyılarına kadar her tarafta görmek mümkündür. Mescitler, türbeler, ri- batlar, tekkeler, medreseler, mektepler, köprüler, sulama kanalları, hastaneler, kervansaraylar, imaretler, kütüphaneler, hamamlar vs. gibi birçok dinî-hayrî te­sis, hep vakıflar sayesinde vücuda getirilmiştir.32

Görüldüğü gibi, hemen hemen bütün müessese ve teşkilatların çekirdeğini, kendilerinden önceki Müslüman devletlerden alan Osmanlılar, vakıf konusunda da bu yolu takip etmişlerdir. Nitekim Osmanlı devletinde, daha ilk beyler zama­nında başlayan, devletin siyasî ve mâlî kudretinin inkişafına sebep olarak gelişip artan vakıfların, Osmanlılar devletinde ilk kurucusu, Orhan Gazi olmuştur. Onun, 724 Rebiülevvel (1324 Mart başı) tarihi ile azatlı kölelerinden Tavâşî Şerafet- tin’e, Mekece’de vakıf ettiği hangahın velayetini verdiğine dair vakfiye ile vak­fın şartlarını gösteren Farsça yazılmış tuğralı belgesi elimizde bulunmaktadır.33 Keza o, İznik’te ilk Osmanlı medresesini kurarken, onun idaresi için yeterince ge­lir getirecek gayr-i menkul vakfetmiştir. Kısa bir müddet zarfında bu medreseden kudretli ilim ve devlet adamları yetişmiştir. Sultan Orhan’ın yaptığı ilim ve hayır müesseseleri, sadece yukarıda isimleri verilenler değildir. Adapazarı’nda hâlen “Orhan Bey Camii”, Kandıra’da “Orhan Camii” adıyla anılan camiler ile yine Adapazarı’nda medrese, Bursa’da bir cami, zaviye, misafirhane ve imaret inşa ederek bunlara vakıf tahsis etmiştir. O, bu hayır eserlerinde görev yapacak mü­derris, imam, hafız, aşçı ve hizmetçileri de tayin etmiştir.34

Orhan Gâzi’den başlayarak Osmanlı padişahları, sultanları, vezirleri, emir­leri ve zengin halk da, pek çok vakıf yapmıştır. Ne var ki, bizim bütün bu vakıf­lardan burada bahsetmemiz mümkün değildir. Ancak konunun daha iyi aydınla­nabilmesi için bir örnek vermekle yetineceğiz. Niğbolu’dan zaferle Bursa’ya dö­nen Yıldırım Beyazit, burada bir dâru’l-hayır, bir hastahane, bir Ebu İshakhane (tekke), iki medrese ve bir cami yaptırmıştır. Bütün bu müesseselerin ihtiyacını giderebilecek genişlikte vakıfları da tayin etmeyi ihmal etmemiştir. Nitekim, dâ- ru’l-hayrın evkafından olmak üzere aş ve yemden başka, her yıl bilginlere, yerli ve yabancı yoksullara 600 müdd buğday verilmek, her gün misafire ve yerliye et ile birlikte 300 tabak yemek çıkartılması için emir vermiştir. Hastane, tekke ve caminin her biri için ayrıca vakıflar tayin etmiştir. Bunlara, şeyh, tabib, imam, müezzin ve müderris tayin edip, maaşlarını belirlemiştir.35

İstanbul’u, Bizans Devletinin merkezi olmaktan çıkarıp Osmanlı Devletinin merkezi haline getiren Fatih Sultan Mehmet, bu fetih esnasında ümerâ, devlet adamı ve askerlere ganimetten düşen hisselerini verdikten sonra, kendi hissesine düşen emlaktan hiçbirini almayarak tamamını milletin malı olmak üzere vakfet­miştir. O, Bizans’tan kalan bu harap şehri, devletin merkezi olmaya yaraşır bir hâle getirirken, kurduğu vakıflardan epey insan istifade etmiştir. Fatih tarafından kurulan vakıfların vakfiyeleri bugün neşredilmiştir.36

Osmanlı sultanları sadece vakıf kurmakla yetinmediler, aynı zamanda baş­kaları tarafından kurulan vakıflara da yardımda bulundular. Nitekim, meşhur va­kıflar arasında padişahın maddî yardımları ile senelik bütçelerini denkleştirenler az değildir. Bu yardım nakdî olduğu gibi bazen de aynî oluyordu.37

Osmanlılar, fethettikleri yerlerdeki vakıflara dokunmadan, eskiden beri vak­fın şartı ne ise ona riayet ediyorlardı. Nitekim konu ile ilgili pek çok vesika, Os- manlı sultanları tarafından fethedilmeden evvel, çeşitli vilayetlerde bulunan Os- manlı öncesi vakıfların şartlarına, yeni idareciler tarafından aynen riayet edildiği­ni göstermektedir.38 Vakıflar her türlü dış müdahaleye kapalı olduklarından hiç kimse ve hatta hükümdarlar bile bunların statülerini değiştirmeye yeltenmezler- di. Bu yüzden Osmanlılar, vakıfların kurucularının şartlarına uygun olarak idare edilmesi prensibine titizlikle riayet ediyorlardı. Osmanlılar vakıflara o kadar önem veriyorlardı ki, bunun tesirlerini hayatın bütün safhalarında görmek müm­kündür. Bu konuda yabancı bir seyyahın müşahedelerini burada zikretmek istiyo­rum. 1874 senesinde İstanbul’u ziyaret eden İtalyan seyyah şunları söylemekte­dir: “Sultanların veya şahısların hayratıyla beslenen sayılamayacak kadar çok gü­vercin sürüsü vardır. Türkler, kuşlan himaye edip beslerler, kuşlar da onların ev­lerinin etrafında, denizin üstünde ve mezarların arasında şenlik eder. İstanbul ’da her yerde, insanın başı üzerinde dört bir tarafında kuşlar vardır. Şehre köy neşe­si dağıtan ve ruhunuzdaki tabiat duygusunu durmadan yenileyerek içinizi serin­leten cıvıl cıvıl sürüler size şöyle dokunup geçer39

Görüldüğü gibi Osmanlılar, sahipsiz kuşlan bile beslemek ve korumak için vakıflar kurmuşlardır. Osmanlı toplumunda vakıflar o kadar önemli ve itibarlı bir müessesedir ki, mâlî imkân bakımından cemiyetin en alt seviyesinde bulunanlar ile en üst seviyesinde bulunanlar arasında anlayış bakımından bir fark göze çarp­maz. Bu bakımdan iki veya üç odalı bir evi bulunan yaşlı ve kimsesiz bir kadın bile evinin bir veya iki odasını vakfetmek suretiyle bu anlayışa iştirak etmeye ça­lışır. Nitekim Ortaköy’de üç odalı bir evi olan Hâkime hanımın vakfı40 bize bu konuda ne kadar ileri gidildiğini göstermektedir. Gerçekten Türk-Islâm dünya­sında büyük tesisler yaptırmaya güçleri yetmeyenler, bütün bir toplum tarafından benimsenmiş olan hayır müesseselerine katılmaktan geri kalmamışlardır.41

Osmanlı Devletinde vakıflar, fıkıh hükümlerine göre yönetilirdi. Vakıfların denetimi Evkâf-ı Hümâyun nezareti tarafından yapılırdı. Vakıf mallarını ekono­mik bir biçimde işletmek, mimarî ve tarihsel değeri olan vakıf eserlerini korumak ve vakfa ait kuruluşları yaşatmak amacıyla ülkemizde 1924 yılında Başbakanlığa bağlı Vakıflar Genel Müdürlüğü kurulmuştur. 3 Haziran 1935 tarih ve 2762 sayı­lı vakıflar kanunu eski vakıfların durumunu düzenlemiştir.42

Bu dönemlerde vakıfların imkân ve potansiyeli, diğer kamu kurum ve kuru­luşlarına aktarılmıştır. Vakıf, mektep, medrese, türbe ve kütüphaneler Maarif Ve- kaleti’ne; sıbyan mektepleri ve okul olabilecek tekke ve zaviyeler özel idarelere; akar ve hayratı aynı köy sınırlan içerisinde bulunan vakıflar köy tüzelkişilerine; mezarlıklar, sular, şehir içerisinde kalan arsa ve araziler belediyelere; zeytinlikler ve çiftliklerin bir bölümü göçmenlere; geri kalanlardan bir kısmı da toprak refor­mu veya topraksız köylüleri topraklandırma kanunlarıyla ihtiyaç sahiplerine da­ğıtılmıştır. Yine bu dönemde Vakıflar idaresinin bütçe gelirinin üçte birini oluş­turan a’şar ilga edilmiş, vakıf ormanlar devletleştirilmiştir.43

C- PSİKOLOJİK AÇIDAN VAKIFLAR

Islâma göre evrende bulunan her şey fanidir, baki olan yalnız Allah’tır. Ev­rende canlı cansız her şeyi, bizleri ve bütün mahlukatı yaratan Allah’tır. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Bildiğimiz ve bilmediğimiz, gördüğümüz ve görmedi­ğimiz mülkün hakiki sahibi şüphesiz Allah’tır. Yeryüzünde olan her şeyi yaratıp insanın emrine amade kılan da Yüce Allah’tır, işte insan, kendisini yoktan var eden ve yeryüzünde canlı cansız her şeyi yaratıp hizmetine sunan Allah’ı çok sev­melidir. Yüce yaratıcıyı sevenler, yaratılanları; insanları, diğer canlıları; hayvan ve bitkileri de severler. İnsandaki şefkat, merhamet, insaf ve adaletin, nezaketin, za­rafetin, iyilik ve yardımın kaynağı Allah sevgisidir. Vakfın temelinde de bu sevgi yatmaktadır. Vakıfların insanın içinde olan bu psikolojik yönün kurumsallaşma­sından meydana geldiğini söyleyebiliriz. İnsanlardaki bu sevgi sebebiyle tarih bo­yunca gerek fakir, kimsesiz ve hasta insanlara yardım, gerekse Allah’ın yaratmış olduğu hayvan ve bitkileri korumak amacıyla çeşitli vakıflar kurulmuştur.

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi Allah’tan başka her şey fani olduğu gibi insan­da fanidir. İnsan fani olmakla birlikte psikolojisinde sürekli yaşama duygusu mevcuttur. Bu dünyada ebedi olarak yaşama imkânı yoktur. Çünkü dünya hayatı geçicidir. İnsan ömrü bir gün gelip bitecektir. Ebedi ve baki hayat sadece ahiret- te mevcuttur. O halde bu dünyada sahip olunan maddî imkânları insan ahiretteki ebedî ve baki hayatı kazanmak için kullanmalıdır.

Nitekim insanlar ahiret hayatını kazanmak için çeşitli vakıflar kurmuşlardır. Tarih boyunca kurulan çeşitli eserlerin vakfiyelerinin başlangıç kısmında yer alan ifadeler de insanların bu amaçla vakıf kurduklarını göstermektedir.44

İnsan bu dünyada ne kadar çok mal ve imkâna sahip olursa olsun, ömür sı­nırlıdır. Oysa insan daha uzun süre yaşamak, saygı ile anılacak bir mevkiye ulaş­mak, ölümünden sonra da Allah’ın rızasını kazanmış bir kul olmak istemektedir.

Topluma yararlı bir fert olmanın, ihtiyaç içerisinde kıvranan bir canlının im­dadına yetişmenin psikolojik hazzını duymak istemektedir. Yani insanoğlu mut­luluğu aramaktadır. Gerçekten vakıf kuran kişi, feragatin ve başkalarına yardım­cı olmanın mutluluğunu, vakıf müessesesinin imkânlarından yararlanan kişi de, bir ihtiyacını karşılamış olmanın hazzını duymaktadır. Bu, birbiriyle çelişmeyen ve bir diğerinin mutluluğunu azaltmaksızın dalgalar halinde, cemiyetin bütün fertlerini saran, topyekûn bir mutluluktur.45

İnsanları, vakıf yapmaya yönelten bu psikolojik etkenlerin yanında, geçmişte­ki uygulamalara bakarak, toplumun beklentileri, elde edilen serveti müsadere veya miras yoluyla bölünüp parçalanmadan emin bir şekilde evlada intikal ettirme düşün­cesi, şüphesiz vakıf kurma fiilini harekete geçiren dinamiklerden bazılarıdır.46

Genelde kabul edilen maddî ve manevî bu sebeplerin yanında, Selçuklu ve Os- manlı dönemlerinde, tamamen hayrî amaçla birçok vakfın kurulmasını sağlayan şüp­hesiz başka âmiller de vardır. Bize göre bunların başında, nihaî hedeflere ulaşmada, toplumla devlet arasında hiçbir ihtilaf ve uyumsuzluğun olmaması gelmektedir.

Toplumumuzda hemen her dönemde, kurulan vakıfların sayısının artış gös­terdiği zamanların, daha çok devlet-toplum arasındaki uyumun mükemmel sağ­landığı devirlere rastlaması bir tesadüf değildir. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerin­de her iki kesim de bu dünyada var olma gayesini, İslâm’ı daha çok insana ulaş­tırmada, onun insan tarafından kabul edilmesinin sağlanmasında ve dünyanın imar ve ihyasmda görüyordu. Bu anlayıştır ki, dervişleri ordulardan önce fethe­dilecek ülkelere sevk ediyor, oralarda inşa edilen zaviyelerle bulundukları coğraf­ya vatanlaşıyor ve insanlar toprağa bağlanıyordu. Fetihlerden sağlanan servetler, fethedilen beldelerin İslâm mimarisi esaslarına göre imarına sarf ediliyor, böyle- ce, İslâm’ı benimseyen insanlara fizikî ve sosyal altyapı sağlanmış oluyordu. Bu aynı zamanda halka hizmetle hakka gitmenin ve vakıfta esas olan Allah’a yakın­lık kastını elde etmenin en güzel yoluydu.47

Günlük hayatla sıkı bir bağlılığı bulunan ve sosyal yaşayış üzerinde derin et­kiler yapan vakıflar, kurucuları tarafından kendilerine iyi bir gelecek hazırlama, bu dünyada ve ahirette mutluluğa ve refaha kavuşma, mallarını artırıp çoğaltma, manevî ve sosyal mevkiini yükseltme, adını kendisi öldükten sonra da yaşatma, kıyamet günü için azık hazırlayıp cehennem azabından korunma, cennet nimetle­rini elde etme ve mümkün olduğu ölçüde Allah’a yaklaşma gibi dinî, psikolojik, sosyolojik ve ekonomik düşünce ve niyetlerle kurulan vakıfların, toplumun sos­yal dayanışmasını da temin eden kurumlar olduğunda şüphe yoktur. Özellikle yoksul ve kimsesizlerin geçimine tahsis edilen malların varlığı, İslâm medeniye­tinde insana verilen değeri ortaya koyduğu gibi toplumdaki dengesizlikleri de ön­lemeye yardımcı olmaktadır.

D- SOSYOLOJİK AÇIDAN VAKIFLAR

Vakıf, toplumumuzun sosyal yaşantısında önemli yere sahip kurumlarımız- dan birisidir. Tarihi gelişimi içerisinde vakıflar, Türk toplumunun önemli sosyal problemlerine çare olmuştur. Vakıflar sayesinde toplumumuz bir çok sosyal tesi­se kavuştuğu gibi, yine vakıflar sayesinde yardıma muhtaç olan bir çok insanımız hiçbir kimseye ihtiyaç duymadan hayatlarını devam ettirebilmişlerdir.

Vakıfların birçok sosyal fonksiyonu vardır. Vakıfların sosyal fonksiyonları şu şekilde sıralanabilir: Sosyal çatışmayı engellemesi, gelir-servet dağılımını dü­zenlemesi, sosyal ilişkileri düzenlemesi, istihdamı artırıcı etkisi, yabancılaşmayı önleyici etkisi, sosyal bütünleşmeye etkisi olarak sıralanabilir.

Bunlar ön plana çıkan fonksiyonlar olup, detayda kalan fonksiyonlardan da bahsedilebilir. Vakıfların İktisadî fonksiyonları da kapsayıcı mahiyettedir. Sosyal yardım, sosyal güvenlik, gelir-servet dağılımına etkisi ve istihdamı artırıcı etkisi bunlardan sayılabilir. Vakıfların önemli sosyal fonksiyonlardan bazılarını burada kısaca açıklamak istiyoruz:.

1- Vakıflar, toplumda sosyal çatışmayı engeller: Vakıflar, toplumda sosyal çatışmayı kısıtlayıcı ve engelleyici fonksiyonu yerine getirir. Gelir ve servet dağılımına olumlu yönde tesir eder. Vakıflar genellikle üst gelir grubuna men­sup kişiler tarafından kurulduğundan, bu gruba mensup bireylerin kendi servet ve gelirlerinden ayırdıkları payın, artık özel mülkiyetten çıkarak kamu mülki­yetine geçmesi, yani toplumsallaşmasıyla birlikte alt gelir grubuna mensup ki­şilere bir gelir aktarımı söz konusudur. Vakıf sayesinde ortaya çıkan hasıla üst gelir grubu tarafından oluşturulmakta ve hasılanın hemen hemen tamamına ya­kını düşük gelirli kişiler tarafından tüketilmektedir. Dolayısıyla vakıflar, gelir dengesizliği sebebiyle toplumda ortaya çıkacak birbiriyle uzlaşmayan iki düş­man sınıfın birbiriyle çatışmasını engelleyerek toplumda huzur ve barışın sağ­lanmasına yardımcı olur. Vakıflar bu gibi sosyal fonksiyonları yerine getiren bir kurumdur. Bu fonksiyonları icra ederken, kesinlikle din, dil, renk, ırk ve sı­nıf ayrımı yapmaz.48

2- Vakıflar, toplumda insanlar arası sosyal ilişkileri düzenler: Sosyal ilişki; ferdin veya grubun kendi dışındaki fert ve grupların çeşitli davranış şekillerini ve beklentilerini hesaba katarak sürdürdüğü ilişkiye dayalı iletişimdir, insanların sosyal yardımda bulunma gaye ve düşünceleri, kendileri dışında bulunan kişi ve gruplarla sosyal ilişkinin doğmasına neden olur. Toplumsal ihtiyaçların karşılan­ması esasına dayanan vakıf müessesesi, toplumsal hizmetlerin sunulmasında her­hangi bir ayrım gözetmediğinden, hizmetlerden yararlananların öncelikle kendi aralarında, daha sonra hizmetten yararlananlarla vakıf müessesesi arasında bir sosyal ilişkinin olması normaldir.

Özellikle Osmanlı Devletinde hemen her vakıf-bilhassa büyük vakıflar-hizmetlerin yürütülebilmesi için gerekli sayıda personelin çalıştırılması ve maaşları­nın ödenmesi fonksiyonunu da yerine getirmişlerdir. Bu nedenle vakıflar istihda­mı artırıcı bir etkiye sahiptir. Ayrıca zamanla yıpranan ve onarım ihtiyacı duyan vakıf eserlerinin inşa edilmeleri esnasında yaratılan istihdam imkânlarını da ayrı­ca değerlendirmek gerekir.49

3- Vakıflar toplumda sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı sağlar: Vakıf ku­rumu aslında insan olmanın da bir sonucudur. İnsanlık tarihinin en eski devirle­rinden bu yana toplumların, kendi yapıları içinde, o topluma mensup kişilerin sosyal yardım, sosyal dayanışma, sosyal güvenlik ihtiyacını giderecek kurumlar ve mekanizmalar oluşturdukları bir gerçektir. Çünkü birey sosyal dayanışmaya, sosyal yardımlaşma ve güvenliğe ihtiyaç duyar. Sosyal yardım ve sosyal güven­lik sistemlerinin günümüz modem toplumlarında, tüm toplumu korumaya yöne­lik uygulamaları geçmişte, İslâm toplumlarında, vakıflar tarafından yerine getiril­miştir. Vakıf kurumunu sadece tarihi işlevleri dikkate alınarak değerlendirmeye tabi tutmamak gerekir. Vakıfların, insanlığın yücelmesine, hayatın güzelleşmesi­ne, insan haysiyetine yaraşır asgari bir seviyenin sağlanmasına yardım eden ku­rumlar olarak da ele alınması gerekmektedir.

Osmanlı Döneminde insanlar arasındaki dayanışma büyük ölçüde vakıflar aracılığı ile sağlanmıştır. Vakıflar, sosyal hayatta tüm fertleri aynı duygu ve dü­şünce etrafında birleştirmiştir. Bu dönemde sosyal sınıflar arasındaki sosyo-psi- kolojik farklar yok denecek kadar azdır. Çünkü, en üst gelir grubundan en alt ge­lir grubuna kadar herkes insanlara yardımda gayret ettikleri gibi, teşekkül edilen kurumlardan da eşit ölçüde yararlanmada aynı gayreti göstermişlerdir.

Vakıflar, insanlar arasında yardımlaşma ve dayanışmayı artırmak suretiyle toplumda sosyal gelişmeyi, sosyal adaleti ve sosyal barışı sağlamaktadır.

4- Vakıflar, sosyal bütünleşmeyi sağlar: Vakıflar, Osmanlıda yatay ve dikey toplumsal bütünleşmeyi sağlayan eiıder kurumlardan biri olarak karşımıza çıkmak­tadır. Vakıfların sosyal bütünleşmeye etkisini şöyle izah edebiliriz. Genellikle yerle­şim birimleri vakıf eserleri etrafında oluşmaktadır. Özellikle Osmanlı Dönemi’nde cami, mescit, okul ve hamamlar yerleşim birimlerinin merkezinde vakıflar tarafın­dan inşa ediliyordu. Hatta daha büyük yerleşim yerlerinde vakıf külliyeler oluşturul­muştur. OsmanlIlarda külliyeler kamu hizmetlerinin büyük bir bölümünü yerine ge­tirmekte ve şehrin sosyal merkezi niteliğindeydi. Vakıf külliyeler oldukça kapsamlı olup bünyesinde cami, medrese, mektep, kütüphane, hamam, türbe, çeşme, han, imaret, hastahane ve dükkanları ihtiva etmekteydi. Görüleceği üzere hemen hemen bütün sosyal ihtiyaçların karşılandığı merkez konumunda olan vakıf külliyeler yer­leşim yerindeki konumları itibariyle toplumda fertler ve gruplar arasında sosyal bü­tünleşmenin sağlanmasında etkin rol oynamışlardır. Toplumda fertleri bir sosyal merkez etrafında toplayan kurumlan bünyesinde taşıyan vakıf külliyeler maddî ve manevî etkileriyle sistemde varolabilecek aksaklıkları gidermeyi amaç edinmişler ve sosyal katalizör rolü oynamışlardır. Gerek Selçuklular’da, gerekse Osmanlılar’da manevî unsurun sembolü olan cami daima merkezi rol oynamıştır.

Vakıflar ayrıca içinde bulundukları toplumda ifa ettikleri sosyal fonksiyon- lan sayesinde sosyal bütünleşmeye katkıda bulunurlar. Vakıf müesseseler, top­lumda fertler arasında sosyal yardımlaşma, sosyal dayanışma ve işbirliğini amaç edindiğinden bu tür hizmetlerin doğal sonucu olarak fertlerin maddî ve manevî bir bütün etrafında hareket etmesine vesile olmaktadır. Vakıf, genel olarak Osmanlı Devletindeki bütün sosyal kurumlan içine alan, veya bütün sosyal kurumların çalıştığı, kullandığı bir hukukî formül olarak karşımıza çıkmaktadır. Vakıf müessesesinin bütün sosyal kurumlan kapsaması, veya bütün sosyal kuramların vakıf adını alması Osmanlı Devletinde vakıflann etki alanlarının tahmin edilme­sinde önemli bir ipucu vermektedir. Kamusal alanın tamamen vakıflara terk edil­mesi özellikle batılı sosyal siyasetçilerin 16. yüzyıl Osmanlı toplumu için “vakıf cenneti” tabirini kullanmalarına neden olmuştur. Toplumsal bir hizmetin görül­mesi aşamasında hizmetten faydalananlar arasında oluşan sosyal ilişkilerin-de­vamlılığı, sosyal bütünleşmeye tesir edecektir. Bu. sosyal ilişkiler sadece hizmet­ten faydalananlar arasında değil, aynı zamanda hizmeti dağıtanlarla hizmetten faydalananlar arasında da oluşur. Yani herhangi bir kamu ihtiyacının giderilmesi ameliyesi toplumda yatay ve dikey sosyal ilişkilerin artmasına ve bunun sonucu olarak yatay ve dikey sosyal bütünleşmenin gelişmesine etki eder.50

Tarihî seyri içinde vakıflann, müslim ve gayr-i müslim halk içinde ne derece yaygın olduğu göz önüne alınırsa, iyi işlediği ve bozulmadığı zamanlarda, toplum içinde bir sosyal denge unsuru olduğü söylenebilir. Bu durumda vakıfları; devlet- halk münasebetleri açısından değerlendirdiğimizde, halkın devlete olan desteğini hiçbir zorlama olmaksızın yerine getirdiği müesseseler olarak görmekteyiz. Aynı zamanda; hâli vakti yerinde olan kimsenin halk içinde kazandıklan mevkilerini ve itibarlarını da korumak düşüncesiyle veya içinde yaşayıp sayesinde zengin olduk- lan topluma karşı bir vicdan borcunu yerine getirmek niyetiyle bu müesseseleri kurmuş olmaları, toplumda karşılıklı saygı ve sevgi bağlarını güçlendirdiği gibi in- sanlann birbirleri ile kaynaşmalarına da vesile olur. Böylece toplumun sosyal da­yanışması açısından önemli bir fonksiyonu olduğunu gördüğümüz vakıflann, iyi iş­lediği ve korunduğu zamanlarda; insan şahsiyetinin ve hayatının korunması, kurtarılıp geliştirilmesi, insanların hayatta karşılaşabilecekleri maddî ve manevî zorluk­ların, izdi rap ve sıkıntıların giderilmesi, hayatın güzelleştirilip insan haysiyetinin korunması, sosyal düzenin her türlü tehlike ve sarsıntılardan kurtarılmasına yardım ettiği görülür. Bu maksat ve gayelerle vakfiyeler, camiler, mescitler, namazgahlar, mektep, medrese ve kütüphaneler, dergah, daru’ş-şifa ve hastaneler, aş evleri, ker­vansaray, çeşme, kaldırım, su yolu ve tesisleri ile köprüler, kale, ribat ve istihkam­lar, mesireler, dul ve yetim evleri, emzirme ve büyütme yuvalan gibi nice mimarî ve medenî değeri olan eserler sayesinde toplumların gelişmesi sağlandığı gibi, memleketin güzelleştirilip kalkınmasına da katkıda bulunduğu görülmektedir.

Bütün bunların yanında vakıfların sosyal, ekonomik ve bilimsel yönden pek çok faydaları vardır. Biz burada vakfın faydalarını bu yönlerden de kısaca açık­lamak istiyoruz.

E- İKTİSADÎ VE TİCARÎ AÇIDAN

Değişik dönemlerde vakıflar üzerinde yapılan araştırmalar, İktisadî hayatı­mızın ortalama % 15’ine vakıfların hâkim olduğunu göstermektedir. XVII. asır vakıfları arasında rastgele seçilen 330 vakfiye üzerinde yapılan ve genele teşmil edilen bir araştırmaya göre, bu asırda vakıfların genel bütçe içerisindeki payının yaklaşık % 26’lara kadar yükseldiği görülmektedir. Bu oran XIX. yüzyılda da %15 civannda olmuştur. Bu konuda elde edilen rakamlar dönemler itibarıyla de­ğişik de olsa gerçek olan şudur ki; vakıflar, ziraî işletmecilik, imalat sanayi, tica­ret merkezleri, konut sektörü, istihdam ve para konularında ülke ekonomisine be­lirli bir oranda katkı sağlamaktadır. Vakıfların kamu yükünü azaltıcı faaliyetler­de bulunduğu, hatta Osmanlı döneminde doğrudan kamu hizmeti gördüğü husu­su dikkate alındığında, devlete olan katkısının belirtilen oranların çok daha üze­rinde olduğunu söylesek abartmış olmayız.51

Vakıflar, İktisadî hayatın canlı tutulması için, ulaşım sisteminin emniyet al­tına almmasında aktif rol oynamışlardır. Bu amaçla nehirler üzerinde köprüler kurdurmuşlar, her 30-40 km. mesafede hanlar yaptırmışlardır. Aynca şehre inen malların tüketiciye ulaşmasını sağlayan büyüklü küçüklü iş yerleri, çarşı ve lo­kanta gibi ticarî yapılar inşa ettirmişlerdir.

Vakıf sektörünün ülke istihdamına katkısı söz konusu olduğunda Osmanlı döneminin sonlarında devlet hizmetlerinde çalışan personelin %12’sinin, Cum­huriyetin ilk yıllarında ise %15’inin vakıflardan aylık aldığını görmekteyiz. Bu oran, maalesef 1990’da % l’e inmiştir.52

Günümüzde bile hâlâ yolları olmayan köyler ve köprüsü olmadığı için ilkel bir şekilde karşıdan karşıya sallarla geçiş yaparak çocuğunu okula, hastasını has­taneye götürmeye çalışan insanların bulunduğu yöreler vardır. Bütün hizmetleri devletten beklemek yerine, bizlerin de imkânlarımız dahilinde eskiden olduğu gi­bi vakıflar kurarak, bu türlü hizmetlerin o bölgedeki insanlara ulaştırılmasında devlete yardımcı ve destek olmamız gerekmektedir.

F- İÇTİMAÎ VE SİYASÎ AÇIDAN

Vakıflar, tesis edildikleri toplumların ihtiyaçlarına ve kurucularının dünya görüşü ve kabiliyetlerine göre, çok değişik amaçlarla kullanılabilecek bir yapıya sahiptir. Osmanlı hukuku, vakfın sıhhatinde, en başta Allah’a yaklaşma kastını ve topluma yararlı olma şartını aramıştır. Bir toplumun İçtimaî bünye itibarıyla sağ­lamlığı, o toplumda tabakalaşmanın üst kesiminde yer alanların iyi yönlendirilme­sine ve alt kesiminde yer alanların da iyi gözetilmesine bağlıdır. Vakıf yöneticiye bu imkânı sağlayacak yapıdadır. Devletin bu özelliğinden faydalanan Osmanlılar; yapı itibarıyla devletin babadan oğula geçen saltanat sistemiyle idare edilmesine karşılık, başta padişah, kadın sultan ve paşalar olmak üzere her kademedeki yöne­ticiler, toplum yararına kurduktan vakıflarla devlet vatandaş irtibatım temin ede­rek, geniş kitlelerin yönetime bağlılıklarını sağlamayı başarmışlardır.”

Sosyal hizmet kuruluşları ve hastaneler sayesinde, Osmanlı ülkesinde para­sı olmadığı için müslim, gayr-i müslim hiçbir kimse aç ve açıkta, hiçbir yoksul hasta da sokakta kalmamıştır.54

Günümüzde de bir taraftan haksız kazançlar, vurgun ve meşru olmayan usullerle gelir temin edenlerin yanında, günlük yiyeceğini elde edemeyen maddî sıkıntısı yüzünden bir kutu ilacını alamayan ve hastanelerden hastasını çıkarama- yıp rehin bırakmak zorunda kalan yoksul insanların çokluğu bu türlü vakıfların kurulup işlerlik kazanmasına ne kadar fazla ihtiyaç olduğunu çok açık bir şekil­de ortaya koymaktadır.

Yine kışın ısmamadıkları için donarak ölen, aç, yoksul, kimsesiz yaşlılar ve çocukların çokluğu, toplumda ciddi bir sosyal dengesizliğin mevcut olduğunu göstermektedir. Bu durum, nereden ve nasıl kazanırsan kazan, nereye ve nasıl is­tersen harca felsefesinin insanlarda hâkim olmasının bir sonucudur.

Bugün toplumdaki fertlere büyük görevler düşmektedir. Yoksullara her tür­lü yardımda bulunan vakıflara, bizler de maddî-manevî destek vererek, vakıfların ayakta kalmasına ve gelişmesine katkı sağlamalıyız ki, toplumdaki bu türlü çar­pıklıkların giderilmesi mümkün olsun.

G- EĞİTİM VE KÜLTÜR AÇISINDAN

Kültür, bir toplumu, ortak gayeler etrafında toplamak suretiyle onlan millet vasfına yükselten; kabiliyetlerini ve bedii zevklerini ortaya çıkartan müşterek bir özelliktir. Kültürü meydana getiren unsurlar ise, ferdin beşerî davranışlarını tanzim eden inanç, onu ortak gayeler etrafında toplayan ve belirli bir dünya görüşüne yük­selten eğitim, ferdî ve sosyal kabiliyetlerin ortaya konmasını sağlayan sanattır.55

Başta eğitim olmak üzere, kültürün temel unsurları olarak vasıflandırdığı­mız bu üç kavramın tarihteki gerçekleştirici gücü vakıflar olmuştur. Özellikle Os­manlIlar Döneminde kurulan vakıflar, inşa etmiş oldukları mektep, medrese ve kütüphaneler yoluyla eğitim, öğretim ve sanatın gelişmesini sağlamıştır.

Ancak gerileme ve çökme devirlerinde, müderrislik ve şeyhlik gibi hizmet­leri bazı ailelere maddî menfaatler veya içtimai nüfuz temin eden irsi meslekler haline getirmek; kurdukları eğitim öğretim kuruluşlarının programlarını kendi görüşlerine uygun olarak tespit ederek muayyen ders ve kitaplara hasretmekle il­min inkişaf yolunu tıkadıkları söylenebilir.56

Cumhuriyet Türkiyesinde, eğitim millileştirilmiş, Tevhid-i Tedrisat ka­nunu ile halkın eğitim ve öğretimi devletin denetim ve yönetimine verilmiş­tir. Öğretmenler devlet tarafından tayin edilerek düzenli bir ödeneğe kavuş­muş; öğrencilerin okul, burs, yurt ve bir takım sosyal ihtiyaçları da devlet eliyle karşılanmıştır.

Ancak devletin bu görevine yardımcı olmak maksadıyla ülkemizde bazı eği­tim vakıfları kurulmuştur. Bu vakıflar, ilkokul, lise ve üniversite kurarak devle­tin bu alandaki hizmetine katkıda bulunmaktadır. Günümüzde zeki ve yetenekli olmasına rağmen, ekonomik imkânsızlıklar sebebiyle okuyamayan bir çok gence burs ve kalacak yurt temin ederek o gençlerin eğitimlerini sürdürmelerine yar­dımcı olan bazı vakıflar mevcuttur. Fakat geçmişe göre bu türlü vakıfların sayısı çok azdır. Bugün yatırımların cami ve binalara yapılması yerine, daha çok insa­na yapılması gerekmektedir. Bir ülkenin kalkınması eğitilmiş insan sayısıyla doğ­ru orantılıdır. Dolayısıyla insanlarımızı eğitmek için elimizden gelen gayreti gös­terip, bu hususta çalışan vakıflara yardımcı olmalıyız.

SONUÇ

Sonuç olarak diyebiliriz ki, medeniyet tarihimizde çok önemli bir yere sahip olan ve asırlar boyunca sosyal bünyemizde daima kaynaştırıcı ve birleştirici bir rol oynayan vakıfların önemi çok büyüktür.

İnsanımızın ilerlemesi, yurdumuzun yücelmesi, toplumumuzda sosyal refa­hın yaygın hâle gelmesi ve ülkemizin imarında önemli hizmetler ifa eden vakıf­ların mahiyetini tanıyan bir kimsenin, vakfı sevmemesi ve yardım elini uzatma­ması düşünülemez.

Yardımlaşma ve dayanışma bir medeniyetin en belirgin özelliğidir. Medeni­yette ileri gitmiş olan milletlerin hemen hepsinde sosyal yardım ve dayanışma önemli bir yer işgal eder. İnsana insanca bakmak, sahip olduğu mal ve servetten başkalarını da faydalandırmak gibi yüce duygulardan tezahür eden sosyal yardım ve dayanışmanın tümüyle ve en geniş şekliyle uygulandığı yer, vakıf alanıdır. Türk-îslâm kültür ve medeniyeti de vakıf temeline oturtulmuştur.

Selçuklular ve Osmanlılar zamanında vakıfların yaptığı hizmetler doruğa ulaşmış, günümüzde sosyal devlet olmanın gereği sayılan eğitim, sağlık vb. alan­larda kamu ve sosyal devlet hizmetlerinin büyük bir çoğunluğu vakıflar eliyle ya­pılmıştır.

Böylesine önemli hizmetler ifa etmiş ve etmekte olan vakıflar, zaman za­man, sadece yoksullan koruyan, fakir ve muhtaçlara yardım eden müesseseler olarak algılanmaktadır. Halbuki vakıfların hizmet alanı bütün toplumu kucakla­yacak ölçüde şümullüdür. Vakıf müesseseleri sosyal ve ekonomik yardımlaşmay­la fakirliği ve onun doğurduğu sosyal sıkıntıyı asgariye indirmeye gayret eder­ken, öte yandan sanat ve kültür değerlerinin gelişmesi ve korunmasından yurdun imar ve inşasına bir çok hizmete öncülük eder. Bu sebepledir ki, zengin fakir ayı­rımı yapılmaksızın toplumun istifadesine sunduğu okul, kütüphane, hastane, ya­yın vb. alanlardaki hizmetler toplumun tamamına şâmildir.

Fertlerde mevcut olan hayır ve yardım duygusunun müessesleşmesi olan va­kıflar, gelişen teknolojiye de ayak uydurarak, geçmişte olduğu gibi günümüzde de milletimize çok çeşitli hizmetler sunmaktadır.

Bugün bizlere düşen görev, toplumun yararına olarak kurulmuş, sosyal da­yanışmayı sağlayan bu hayır müesseselerine ilgi göstermek, çevremizde vakıf an­layış ve şuurunu canlı tutmak, elimizden geldiği kadar bu güzel hizmetlere işti­rak ederek bunların her alanda yaygınlaşmasını teşvik etmektir.

*Doç. Dr., Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

1 Ömer Hilmi Efendi, Ithafu Ahkâmi’l-Evkaf, Ank., trs. s. 13; Pakalın, M. Zeki, OsmanlI Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, İst., 1971, III, 577; Bilmen, Ömer Nasûhi, Istıiahât-ı Fıkhiyye Kâmusu, İst., 1969, IV, 294; Berki, A. Himmet, Vakıflar, Ank., 1950, s. 12.

2 Yediyıldız, Bahaeddin, “Islâmda Vakıf, Doğuştan Günümüze Büyük Islâm Tarihi, İst. 1989, XIV, 19.

3 Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz., Zuhaylî, Vehbe, İslam Fıkhı Ansiklopedisi, İst., 1994, X, 246; 314; Bilmen, Ömer Nasûhi, Hukuk-i Islamiye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, İst., 1970, IV, 311; 316.

4 Yediyıldız, “Islamda Vakıf, Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, XIV, 23.

5 Bakara, 2/177,

6 Bakara, 2/215.

7 Bakara, 2/3.

8 Âl-i Imran, 3/92

9 Hadid, 57/18.

10 Bakara, 2/195.

11 Mâide, 5/2.

12 Bakara, 2/148.

13 Nisa, 4/114.

14 Müslim, Vasiyet, 14.

15 Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukuk-i Islamiye ve Istılahat-ı Fıkhıyye Kamusu, IV, 173.

16 eş-Şeybânî, Ebu Bekir Ahmed b. Ömer, Ahkâmu’-Evkâf, Mısır, 1904, s. 1-2; Öztürk, Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, Ank. 1995, s. 122.

17 Miras, Kamil, Sahihi Buhâri Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, Ank., 1974, VIII, 206- 207.

18 Öztürk, Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, s. 124.

19 eş-Şeybânî, Ebu Bekir Ahmed b. Ömer, Ahkâmu’l-Evkâf, Mısır, 1904, s. 5

20 Buhârî, Kitabu’l-Vesâyâ, (55), 28; Ebû Dâvûd, Kitabu’l-Vesâyâ, (12), 13.

21 Miras, Kamil, Sahihi Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi ve Şerhi, VIII, 221-222.

22 Öztürk, Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, s. 127.

23 Şafak, Ali, İslam Arazi Hukuku ve Tabiatı, İst., s. 257; el-Kettâni, Abdu’l-Hayy, Nizamu’l- Hükümeti’n- Nebeviye, Beyrut, trs, I, 409.

24 eş-Şeybânî, Ebu Bekir Ahmed b. Ömer, Ahkâmu’t-Evkâf, Mısır, 1904, s. 9; Haydar, Ali, Tertibu’s- Sunuf fi Ahkâmi’l-Vukuf, İst., 1340, s. 5.

25 Öztürk, Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, s. 129.

26 Öztürk, Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, s. 130.

27 Bkz., Öztürk, Nazif, Elmalılı M. Hamdi Yazır Gözüyle Vakıflar, s. 130-132.

28 Ibnü’l-Emin Mahmud Kemal Hüseyin Hüsameddin, Evkâf-ı Hümayun Nezaretinin Tarihçe-i Teşkilatı ve Nüzzarın Terâcim-i Ahvali, İst., 1335, s. 6; Kazıcı, Ziya, İslam Müesseseleri Tarihi, İst., 1996, s. 193.

29 Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, OsmanlI Devlet Teşkilatına Medhal, Ank., 1970, s. 10.

30 Uzunçarşılı, Medhal, s. 185 dipnot.

31 Kazıcı, Ziya, İslam Müesseseler/ Tarihi, s. 194.

32 Köprülü, Fuat, “Vakıf Müessesesinin Hukukî Mahiyeti ve Tarihî Tekamülü”, Vakıflar Dergisi, II, 12.

33 Metnin Türkçesi için bkz., Uzunçarşılı, İsmail Hakkı, “Gazi Orhan Bey Vakfiyesi”, Belleten, 1941, V, 19, 281-282; Kazıcı, Ziya, İslâmî ve Sosyal Açıdan Vakıflar, İst., 1985, s. 57-58.

34 Berki, Ali Himmet, “Vakıf Kuran İlk Osmanlı Padişahı”, Vakıflar Dergisi, V, 127-128; Kazıcı, Vakıflar, s. 58.

35 Şükrullah, Behcetü’t-Tevârih, Nşr: Atsız, (Osmanlı Tarihleri I), İst., trs., s. 57-58.

36 Fatih vakıfları için bkz., Fatih Mehmed II Vakfiyeleri, Ank., 1938; Osman Ergin, Fatih İmareti Vakfiyesi, İst., 1945.

37 Bu konuda daha geniş bilgi için bkz., Kazıcı, Vakıflar, s. 59-60.

38 Köprülü, Fuad, “Vakıflar Müessesesi", Vakıflar Dergisi, II, 22; Kazıcı, Vakıflar, s. 61.

39 Edmondo de Amicis’, İstanbul 1874, trc. Beynun Akyavaş, Ank., 1981, s. 133; Kazıcı, İslam Müesseseleri Tarihi, s. 196.

40 BOA. C Evkaf, nr. 28339; Kazıcı, İslam Müesseseleri Tarihi, s. 196.

41 Kazıcı, İslam Müesseseleri Tarihi, s. 196.

42 Öztürk, Nazif, Vakıf Müessesesi, Ank., 1995, s. 68.

43 Öztürk, Nazif, “21. Yüzyıla Girerken Vakıflarımız ve Problemleri”, Nizam-ı Âlem, s. 94-

44 Yediyıldız, Bahaeddin, “Vakıf Müessesesinin XVIII. Asır Türk Toplumundaki Rolü”, Vakıflar Dergisi, Ank. 1982, s. 26-27.

45 Öztürk, Nazif, “Vakfiyeleri Çerçevesinde Hacı Bayram Zaviyesinde Sosyal ve Kültürel Hayat”, IV. Vakıf Haftası, Ank., 1987, s. 167-180.

46 Öztürk, Nazif, Vakıf Müessesesi, s. 20.

47 Öztürk, Nazif, Vakıf Müessesesi, s. 20-21.

48 http:// www.siyasalvakfi.org/bulten/b10_adnanertem.htm+Psikolojik+Açıcian+Vakı«ar (22.03.2004)

49 http://www.siyasalvakfi.org/bulten/b10_adnanertem.htm+Psikolojik+Açıdan+Vakıflar (22.03.2004)

50 http://www.siyasalvakfi.orgA)ulten/b10_adnanertem.htm+Psikolojik+Açıdan+Vakıflar (22.03.2004)

51 Öztürk, Nazif, Vakıf Müessesesi, s. 25.

52 Öztürk, Nazif, Vakıf Müessesesi, s. 26.

53 Öztürk, Nazif, Vakıf Müessesesi, s. 28.

54 Öztürk, Nazif, Vakıf Müessesesi, s. 25

55 Öztürk, Nazif, Vakıf Müessesesi, s. 25

56 Yediyıldız, Vakıf Müessesesinin XVIII. Asırda Kültür Üzerindeki Etkileri, Türkiye’nin Ekonomik Tarihi (1071-1920)- Birinci Uluslar Arası Türkiye’nin Sosyal ve Ekonomik Tarihi Kongresine (Temmuz 11-13, 1977) Sunulan Bildiriler-, Ankara 1980, s. 157-161.