Makale

GÜZEL SÖZ’ün Barış ve huzura katkısı

GÜZEL SÖZ’ün
Barış ve huzura katkısı

Doç. Dr. Fikret Karaman
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı


Sorumluluk makamında olanlar söz, sohbet ve konuşmalarında daha dikkatli olmalıdır. Özellikle yönetici, basın mensubu, öğretmen, din görevlisi, iş adamı, tüccar ve esnaf gibi toplumla iç içe olanların daha temkinli ve objektif olmaları gerekir.

İnsan; düşünme, idrak etme, muhakeme etme ve mukayesede bulunma yeteneğine sahip bir varlıktır. Şüphesiz ki o, bu değerleri aklın ışığında güzel söz ve konuşma kabiliyetiyle ortaya koymaktadır.

Bu belirleyici özellik sadece insanoğluna verilmiş olup kulak, göz, kalp, el ve ayak gibi diğer organlarla desteklenmiştir. Bir bakıma kişi niyet, düşünce, anlam ve ifadelerini ancak güzel söz ve konuşmalarla somut hale getirmektedir. Bu nedenle fert ve toplum hayatında söz ve kelimelerin taşıdığı anlam ve ortaya konuluş biçimi önem arz etmektedir. Zira sebep ve sonuç ilişkileri bu tür söz ve konuşmalar sayesinde şekillenmektedir. Diğer bir ifade ile fertler birbirlerine yaptıkları konuşmalardan etkilenmektedirler. Buna göre kişi; dostluğun, sevginin, barışın ve huzurun devamı için söz ve sohbetine özen göstermek zorundadır. Bu husus, Kur’an-ı Kerim’de şöyle ifade edilmiştir: “Kullarıma söyle: (İnsanlara karşı) en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar…” (İsra, 53) Görüldüğü gibi insanlar birbirilerinden güzel söz duymak isterler. Bazen bir çift söz düşmanları birbirine dost edebilir. Tersine düşünmeden acele ve duygusal bir ortamda yapılan bir konuşma da akraba, komşu, arkadaş ve gönül dostlarının kırgınlığına neden olabilir.

Yüce Allah, söylenecek sözün daima doğru ve güzel olmasını istemektedir. Buna karşılık insanları birbirine düşürecek, yanlış anlaşılmaları, kavgaları ve tartışmaları ise yasaklamaktadır. Özellikle her türlü kaba ve kırıcı sözler bırakılarak güzel ve anlamlı konuşma önerilmektedir. Buna göre güzel ve etkin söz; Yunus’un; “Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı” cümlelerinde ifade edildiği gibi yerinde ve zamanında söylenen sözdür. Günlük ve sosyal hayatta kullanılan bu tür zarif ve nazik söylemler gerginlikleri ve kırgınlıkları ortadan kaldırır. Daha da önemlisi dostluk ve kardeşlik bağlarının gelişmesine katkıda bulunur. Aslında kelime veya söz, bilgi anlamına da gelmektedir. Bilgi ise ruhun gıdasıdır. Beden nasıl besin maddeleriyle beslenirse ruh da bilgi ve mana ile beslenir. Dolayısıyla söz ve konuşma hem bilgi kaynaklı hem gönülden olmalıdır. Çünkü söz, kişinin iç alemini dışa yansıtmaktadır. Nitekim Kur’an-ı Kerim de iyi veya kötü sözü; bir ağacın kökü ve dallarına benzeterek şöyle açıklamıştır: “Görmedin mi, Allah güzel bir sözü nasıl misal getirdi? (Güzel bir söz), kökü sağlam, dalları göğe yükselen bir ağaç gibidir. Bu ağaç Rabbinin izniyle her zaman meyvesini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misal getirir. Kötü bir sözün durumu da; yerden koparılmış, ayakta durma imkânı olamayan kötü bir ağacın durumu gibidir. Allah iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır…” (İbrahim, 24-27) Evet bu ayet meallerinde de işaret edildiği gibi; güzel ve kötü sözlerin çevreye yansımaları açık ve anlaşılır bir örnekle ifade edilmiştir. Zira hoş ve anlamlı söz, bereketli ve meyveli ağaca benzetilmiştir. Üstelik bu ağacın kökü yerde sabit, dalları göğe doğru uzamıştır. Üzerindeki ürününün bol ve bereketli kılındığı hatırlatılmaktadır. Bazı bilginler de; güzel ağacı mümine, meyvesini de onun dürüstlüğüne, ihlâs ve samimiyetine yorumlamışlardır. Bu durumda güzel olan, iyiliğe sevk eden her söz, meyveli ağaç gibi yararlı ve gıpta edilmeye değer kabul edilmiştir. Zıddı olan çirkin söz ve konuşma ise; yerinden koparılmış, kolayca savrulan dayanaksız bir ağaç gibi değerlendirilmiştir. Bu durumda yanlış ve kötü sözün çevreye yansıması da, köksüz ve yararsız otlar gibi etrafa zarar vermesi kaçınılmazdır.

Yaşadığımız çağın beraberinde getirdiği teknolojiyi ve yenilikleri takdir etmemek haksızlık olur. Masamızdaki bilgisayarla her türlü bilgi kaynaklarına ulaşma imkânına sahibiz. Elimizdeki cep telefonu sayesinde istenen yerlerle iletişimi sağlayabiliyoruz. Televizyonun düğmesine bastığımızda dünyanın öbür ucunda olup bitenleri seyrediyoruz. İşte bütün bu imkânları, usulüne uygun yerinde kullanmak ve değerlendirmek önem arz etmektedir. Aksi takdirde tartışmalar, gerginlikler, stresler, ses kirliliği ve trafik yoğunluğu, sosyal hayatımızı olumsuz etkilemeye devam edecektir. Buna bağlı olarak yazılı ve görsel iletişim araçlarında, maksadını aşan haber, açıklama ve yorumlar yer almaktadır. Hatta bazen bu ifade ve üsluplar; şahısları incitmekte, kurumları ise zan altında bırakmaktadır. Oysaki ön yargılardan uzak doğru bilgiye dayanan söz, haber, açıklama yorum ile sabırlı ve dikkatli yapılan konuşmalar toplum için bir güven, ümit ve moral kaynağı olmaktadır. Bu nedenle sorumluluk makamında olanlar söz, sohbet ve konuşmalarında daha dikkatli olmalıdır. Özellikle yönetici, basın mensubu, öğretmen, din görevlisi, iş adamı, tüccar ve esnaf gibi toplumla iç içe olanların daha temkinli ve objektif olmaları gerekir. Dedi-kodu ve ön yargılardan hareketle kişilerde hata, kusur ve ayıp aranmamalıdır. Topluma iyi niyet, hoşgörü ve güler yüzle yaklaşılmalıdır. Duygusallığa, öfkeye kapılmadan düşüncelerini birbirilerine, hikmetle, anlayışla ve sağduyu ile konuşup aktarmalıdır. Bu olgunlukta yapılan her konuşma, sahibi için bir ibadet ve sadaka olarak kabul edilmiştir: “Güzel bir söz ve bağışlama, peşinden gönül kırma gelen bir sadakadan daha hayırlıdır…”(Bakara, 263) “…Onlara öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında etkili ve güzel söz söyle.” (Nisa, 63) Az önce ifade edildiği gibi bu ayetler; toplumu eğitme, bilgilendirme ve aydınlatma görevini üstlenen sorumluların; insanların gönüllerini ve ruhlarını etkileyecek güzel söz söylemeleri hatırlatılmaktadır. Şüphesiz ki bu hizmeti yapacakların arasında yine öğretmen ve din görevlisi başta olmak üzere toplumun sevk ve idaresinde rolü olan herkesin bir şeyler yapması gerekir. Diğer bir anlatımla gök kubbenin altında yaşayan her insanın bu hususta bir gayreti olmalıdır. Ortak bir payda ile insanlığın hayrına olan, doğru bilgiye dayanan, yanlışları ortadan kaldıran, anlam ve hikmet yüklü bir söylem geliştirmeleri gerekir.

Aslında peygamberler başta olmak üzere topluma önderlik ve rehberlik yapanlar, maksatlarını az ve öz kelimelerle ifade etmişlerdir. Bu hikmetli sözlerin büyük bölümü toplumun ortak malı ve kültürü olmuştur. İlâhî mesajı insanlara tebliğ etmekle görevli olan peygamberler de; insanlara yönelik söz ve konuşmalarında Allah’tan yardım istemişlerdir. Bu özelliği, onların davet, tebliğ ve hutbelerinde görmek mümkündür. Nitekim Hz. Musa; halkını ikna etmek için kendisine güzel ve açık konuşma yeteneğinin verilmesi ümidiyle Allah’a dua etmiştir: “Musa dedi ki: “Rabbim! Gönlüme ferahlık ver. İşimi bana kolaylaştır. Dilimdeki tutukluğu çöz ki sözümü anlasınlar. Bana ailemden birini yardımcı yap.” (Ta-Ha, 25-29) Yüce Allah Hz. Musa’nın bu duasını kabul etmiş olmalı ki sonraki ayetlerde ona hem güzel konuşma kabiliyetini ihsan etmiş hem de kardeşi Harun’u kendisine yardımcı göndermiştir. Nitekim aynı surenin devamında Hz. Musa’ya konuşma üslubunu yumuşatarak apaçık inkâr eden, Firavun’a, kardeşiyle gitmesi istenmiştir: “Sen ve kardeşin mucizelerim ile (desteklenmiş olarak) gidin ve beni anmakta gevşeklik göstermeyin. Firavun’a gidin çünkü o azmıştır. (Buna rağmen) Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar. Musa ve Harun şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Şüphesiz biz, onun bize karşı aşırı davranmasından yahut azmasından korkuyoruz.” Allah şöyle dedi: “Korkmayın ben sizinle beraberim. İşitirim ve görürüm.” (Ta-Ha, 42-46) Başka bir ayette; Hz. Davud’a da güzel konuşma kabiliyetinin verildiği bildirilmiştir. Zira o, toplumda çıkan olayları, anlaşmazlıkları ve davaları; güzel konuşma, işleri derinliğine inceleme, adaletle yaklaşma ve ikna edici bir üslupla çözmeyi başarmıştır. Bu husus Kur’an’da şöyle ifade edilmiştir: “Biz Davud’un mülkünü güçlendirdik, ona hikmet ve hakla batılı ayıran söz (hüküm verme) yeteneği verdik.” (Sad, 20)

İnsanlığa rahmet, hidayet, barış ve huzur kaynağı olarak gönderilen Hz. Muhammed (s.a.s.); hayatı boyunca çevresindeki insanlara güzel söz, hoş sohbet ve güler yüzle yaklaşmıştır. Söz ve konuşmalarıyla kimseyi incitmemiştir. Akraba ve komşu hakkına riayet etmiştir. Şayet birinin hata ve yanlışı, düzeltilecekse onu mahcup etmeden ve ismini anmadan filana ne oluyor ki şöyle şöyle yapıyor diye uyarırdı. İnsanlar ırk, renk, dil ve yaratılış bakımından bir tarağın dişleri gibi eşittir. Allah’a dost ve yakın olmanın ölçüsü; ancak kişinin iman, ibadet, ilâhî emir ve yasaklara karşı olan duyarlılığıyla (takva) orantılıdır. Bu durumda mümin, bütün varlığıyla iyiliğin ve hayrın kaynağıdır. Komşulukta, arkadaşlıkta, yardımlaşmada, istişare etmede, başkasını hayra ve iyiliğe davet etmede daima kendisinden istifade edilir.

İnsanları ürkütmez ve karamsarlığa sevk etmez. Bu bağlamda ilke olarak güzel söz ve güler yüz bir sadaka mahiyetinde benimsenmiştir. Nitekim sevgili Peygamberimiz (s.a.s.) de, insanları bu üslup ve metotla davet etmiştir. Şayet bilgilenme ve ikna edilmeye ihtiyaçları varsa kendileriyle en güzel şekilde tartışılıp sonuca ulaşılması tavsiye edilmiştir. Kur’an-ı Kerim bu durumu şöyle ifade etmektedir: “(Ey Muhammed!) Rabbinin yoluna, hikmetle güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin kendi yolundan sapanları en iyi bilendir…” (Nahl, 125) “ De ki: İşte bu, benim yolumdur. Ben Allah’a çağırıyorum. Ben ve bana uyanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz.” (Yusuf, 108) Hz. Peygamber (s.a.s.)’in hayatı güzel ve ibretli örneklerle doludur. Nübüvvet öncesi ve sonrasında söz, konuşma ve davranışlarıyla herkesin güvenini kazanmıştı. Az, öz, fakat güzel ve anlamlı konuşurdu. Bu özelliğinden dolayı kendisine “Cevamiu’l kelim” (az kelimeyle çok şey ifade etme) unvanı verilmiştir. Çünkü onun sözleri müminler için bir ışık kaynağıdır. Hatta bir bakıma Kur’an-ı Kerim’in açıklaması ve yorumudur. Nitekim ashaptan Safvan bin Abdullah bir gün kendisine; “Ya Rasulullah! İslâm hakkında bana öyle bir söz söyle ki, onu senden başkasına sormayayım.” Demişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle cevap vermiştir: “İman ettim de, sonra dosdoğru ol.” (Müslim; İman, 62) Görüldüğü gibi; az ve öz konuşmayı uzun konuşmaya tercih etmiştir. Dikkatle incelenirse bu cümlede beklenen cevabın tamamı vardır. Daha geniş açıklamaya ihtiyaç kalmamıştır. Diğer önemli bir husus da o konuştuğu zaman herkes susar ve dinlerdi. Hz. Ali, onun konuşma ve üslûbu hakkında şunları söylemektedir. “Peygamberimiz (s.a.s.) sözlerini birbirine ulamaz, uzatmazdı. Sözü ayıra ayıra söyler, dinleyenlerin gönüllerine sindirirdi. Bir şeyi anlatırken de, kelimeleri tane tane söylerdi. O kadar ki, isteyen onları sayabilir, ezberleyebilirdi. Bazen sözünü üç kere tekrarladığı bile olurdu.” (M. Asım Köksal, İ. Tarihi, Mekke Devri, s. 12)

Konuyu tekrar günümüz olayları bağlamında değerlendirmek gerekirse; bugün içinde yaşadığımız dünya; sosyal barışa, huzura; su ve hava kadar muhtaçtır. Şüphesiz ki barış ve huzur ikliminin sağlanması sadece bir kişi veya grupla olmaz. Fert ve toplumun tamamının bilinçlendirilmesiyle olur. İnsan; sorumluluk yönünden aynı geminin içinde olduğunu unutmamalıdır.

Her insan bir yönüyle başkasına muhtaçtır. Yalnız ve tek olan, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan sadece Allah’tır. Bu itibarla insan yeryüzünün sevk ve idaresiyle ilgili emaneti ve sorumluluğu yüklenen tek varlıktır. O halde insan, birbirini tanımak ve ötekini anlamak durumundadır. Hatta anlamak da yetmez onu gözetmek ve kollamak zorundadır. Hal böyle olunca, dünyanın neresinde olursa olsun sınırların ihlalinde, barışın bozulmasında, kan ve gözyaşlarının akmasında, çocukların ölümünde kimse haklılık payı aramamalıdır. Tam tersine bütün insanlık olup biten olaylarda görev ve yetkisi oranında sorumludur. Olumsuzluklar ortaya çıktıkça, onları gidermenin önlemleri de araştırılmalı ve sonuca ulaşılmalıdır. Bir kez daha hatırlatalım ki sözün katığı ve lezzeti güler yüz, dengeli bir üslup ve samimiyettir. Aksi halde Hz. Ali’ ye atfedilen şu sözde açıklandığı gibi; “Düşmanlarla beraber sahraların genişliği dar gelir. Dostlarla beraber iğne deliği geniştir. Kılıç yaraları iyileşir ama dil yarası iyileşmez.” İsterseniz konuyu, batılı düşünür Elton Trueblood ‘un şu sözleriyle tamamlayalım: “Kelimeler; konuşmanın ses tonu, göz işaretleri, jest ve mimikleriyle farklı anlamlar kazanır. Bazen karşınıza öylesine zor işler çıkar ki; onları gülümseyerek rahat ve yumuşak bir üslupla kolaylaştırabilirsiniz. Çoğu kez düzgün bir yüz ifadesi ve anlamlı bir söz, tansiyonu düşürmeye ve kırgınlığı gidermeye yeterlidir.” (S. Ateş, Kur’an Ansiklopedisi, cilt; 25, s. 249)