Makale

Bir Neslin Arkasındaki Adam Celal Hoca

İshak Özen
Bir Neslin Arkasındaki Adam Celal Hoca

İmam-Hatip Liselerinin kuruluşunun 100. yıldönümü kutlanıyor. Günümüzdeki şekliyle İmam-Hatip Liselerinin açılması 1951 yılına denk gelse de esasen İmam-Hatip’e giden yolun taşları, atalardan tevarüs eden ve günümüzde hâlâ varlığını sürdüren birçok kurum ve kuruluşta olduğu gibi Osmanlı’nın son döneminde, 1912 yılında döşenmeye başlandı. O yıl genel eğitim yapan medreselerin yanı sıra vaiz yetiştirmek amacıyla “Medresetü’l-Vaizin” adı altında eğitim kurumları açıldı. Hemen ertesi yıl imam ve hatip yetiştirmek amacıyla “Medresetü’l-Eimme ve’l-Huteba” ismiyle farklı bir okul daha açıldı. Daha sonra birleştirilerek “Medresetü’l-İrşad” adıyla tek çatı altında toplanan bu iki kurum, medreselerin kapatıldığı 1924 yılına kadar eğitim hayatlarına devam etti. Tevhid-i Tedrisat Kanununun kabulüyle bu kurum da kapatılarak İmam-Hatip Mektepleri açıldı ancak bu okullar yeterli ve hatta diğer okullardan daha fazla öğrenci sayısına ulaşmış olmasına rağmen talep olmadığı gerekçesiyle 1930 yılında kapatıldı.
1948 yılına kadar devam eden bu durum, “cenaze yıkayacak imam bulunamaması” ve esasen çok partili siyasi hayat gerçeğinin zorlaması üzerine değişir, 1949 yılında 10 ayrı merkezde 10 ay süreli İmam-Hatip Yetiştirme Kursları açılır. Öğreticilerine yeterli maaşın verilmemesi ve mezunlarına da hiçbir istihdam imkânının tanınmaması nedeniyle bu kurslar da birkaç yıl içinde tarihin tozlu sayfalarına gömülür.
Ancak 1950 yılında iktidarın el değiştirmesiyle bu yazının konusunu oluşturan mücadele ve ruh da işte bu tarihten sonra başlar.
Elbette kurulmasından bugüne İmam-Hatiplerin yaşatılması için canla başla mücadele eden yüzlerce meşhur kahramanın yanı sıra binlerce de isimsiz kahraman olmuştur ancak Mahmut Celalettin Ökten bir neslin arkasındaki isim olarak tarihe altın harflerle yazılmıştır. O nesil ki İstiklal şairi Mehmet Akif onu “Asım’ın nesli” olarak mısralarında bayraklaştırmış, Necip Fazıl “bütün ‘dikey’leri ‘yatay’ hâle getirecek bir çığlık kopararak ‘Mukaddes emaneti ne yaptınız?’ diye meydan yerine çıkacağı günü kollayan” ve uğruna “kalemine ciğerinden kan çekerek yırtındığı, paralandığı ve zindanlarda süründüğü” gençlik, İmam-Hatip nesli olmuştur.
Halk arasında bilinen ismiyle “Celal hoca” henüz Darü’l-Fünun’da öğrenci iken devrin önde gelen ilim ve fikir adamları Babanzâde Ahmed Naim, İzmirli İsmail Hakkı ve İstiklal şairi Mehmet Akif’ten ders almış ve onların yakın ilgi ve sevgilerine mazhar olmuştur. Tekrar hatırlayacak olursak, açık oy-gizli tasnif esasına göre yapılan 1946 seçimlerinin ardından biraz da konjonktürün zorlaması ile hükümet, halkın yoğun dini eğitim talebine daha fazla bigâne kalamamış, 10 aylık İmam-Hatip Yetiştirme Kurslarının açılmasına onay vermiştir. Kursları açma görevi felsefe hocalığı yapması ve ana dili gibi Fransızca bilmesi dolayısıyla “modern bir hoca” olarak görülen Celalettin Ökten hocaya verilir. Celal hoca, “Bu on aylık kursta ancak ezan okuması öğretilebilir, imam ve müezzin yetişmez.” diye itiraz etse de okulların açılması için canla başla çalışır, mücadele eder. Kursların açılmasının ardından mücadele bu sefer de kursların yaşatılması için devam edecektir. Celal hoca, “lütfen” açılan 10 aylık kursların da tıpkı diğerleri gibi “talep yetersizliği” nedeniyle kapanmaması için sokaktan ameleleri toplayacak “Ne kadar kazanıyorsanız ben vereyim, yeter ki gelin, sadece sınıfta oturun!” diye âdeta yalvaracaktır. Bununla da bitmez bu kutlu mücadele; Hoca, İmam-Hatip Yetiştirme Kurslarında Arapçanın ders olarak okutulmasına karşı çıkan ve Kur’an’ın Türkçe tercümesinden ve Latin harfleriyle yazılan kitaplardan okutulmasını isteyen bürokratlarla uğraştığı kadar bu okulların müfredatına yabancı dil, felsefe, fizik ve kimya gibi derslerin konulmasına karşı çıkan hocalarla da mücadele edecektir.
Celal hoca bir yandan kursların kapanmaması için mücadele verirken diğer yandan da kursların bir sene hazırlık, üç sene orta kısım ve üç sene de lise olmak üzere 7 yıllık bir liseye dönüştürülmesi gerektiği yolunda raporlar hazırlar ve Ankara’ya gönderir. 1950 seçimlerine kadar sümenaltı edilen bu rapor, iktidarın el değiştirmesi ile gün yüzüne çıkarılır ve zamanın Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri imzasıyla İl Millî Eğitim Müdürlüğüne İstanbul’da bir İmam-Hatip Lisesi açılması ve müdürlüğüne de Celalettin Ökten’in atanmasını emreden bir yazıya dönüşür. Celal hoca 1947 yılında 50 yıllık öğretmenlik hayatının ardından emekli olmuştur ancak yıllardır uğrunda mücadele verdiği okulun açılması görevi kendisine verilince derhal harekete geçer ve Millî Eğitim Müdürünün daveti üzerine kendisiyle görüşmeye gider. Müdür, dertlidir. “Hocam, Ankara’dan böyle bir emir geldi ancak bu emri yerine getirebilmek için elimizde ne mektep, ne ödenek, ne tahsisat ve ne de teçhizat var.” deyince 70 yaşındaki Celal hoca sağına ve soluna bakmadan, “Ben yaparım!” deyip kolları sıvayarak işe girişir. Arapça, Farsça ve Fransızcayı, İslami ilimlerin yanı sıra Batı bilim ve düşüncesini de iyi bilen ve 50 yıl boyunca çeşitli okullarda Arapça, Türkçe, edebiyat, felsefe ve mantık dersleri vererek binlerce insan yetiştiren Celal hoca, İstanbul İmam-Hatip Lisesine kurucu müdür olarak atanmasının ardından hemen kolları sıvar, kimi zaman eline süpürgeyi alarak temizlik, kimi zaman tamirat, kimi zaman da kara tahtanın başına geçerek hocalık yapar.
Celal hoca, mücadelesini verdiği İmam-Hatip Liselerinde nasıl bir gençlik yetiştirmeyi hedeflediğini de bugünün İmam-Hatip nesline bir ders olacak nitelikte ve veciz bir şekilde dillendirir: “Asrın ihtiyaçlarını müdrik, Doğu ve Batı’yı bilen münevver, ‘aydın desinler’ diye dinden taviz vermeyen, tavizsiz fakat müsamahakâr bir gençlik…” Celal hocanın henüz medrese eğitimi sırasında kendini Allah yoluna adamasının hikâyesi de bir o kadar ilginç ve derslerle doludur. Bir ramazan günü ikindi vakti, camide müezzinin Kur’an okuduğu sırada kendinden geçer ve samimi bir kalple, “Ya Rabbi, senin bu kitabının lisanını anlamayı bana nasip eyle, ben de ölünceye kadar senin kitabının tellalı olayım!” diye dua eder.
Celal hoca, son derece sade bir hayat yaşar ancak hayatı da severdi. Hayatı, “meşru sınırlar çerçevesinde, güzel insanlarla güzel mekânlarda geçirilen güzel zamanlar.” olarak tanımlardı. Allah güzel İmam-Hatip Lisesi gibi güzel mekânları da o mekânlara can veren güzel insanları da başımızdan ebediyen eksik etmesin.