Makale

Aksiyoner Bir Âlim: Hasan Basri Çantay

Müslüman Bilginler
Dr. Elif Arslan
Diyanet İşleri Uzmanı

Aksiyoner Bir Âlim:
Hasan Basri Çantay

Mütareke yılları olarak bilinen Millî Mücadele öncesinin karanlık ortamında Balıkesir’de yayın hayatına başlayan bir yerel gazetede, Mehmet Akif Ersoy’un özel olarak yazıp gönderdiği şu sade ve anlamlı dörtlük yer alacaktır:
“Düşman sesi duymak istemezsen
Kardeş sesidir uyan bu sesten!
Kalkınca görür ki sabah olmuş
Vaktiyle uyanmayan bu sesten…”
Dörtlükteki “ses” kelimeleri bu yerel gazetenin ismine atıftır ve söz konusu gazete, millî mücadeleye hazırlık safhasında cesur duruşuyla dost düşman pek çok kişinin dikkatini çekecek, millî şuurun uyanmasında büyük bir hizmet görecek olan Ses gazetesidir. Aralarında samimi arkadaşlarının da bulunduğu pek çok kişinin, “Senin bir gazeten mi bu dünyayı düzeltecek? Başına bela alacaksın. Vazgeç, yapma…” diyerek “Ses”i çıkarmaktan vaz geçirmeye çalıştığı kişi ise merhum Hasan Basri Çantay’dır. (Mücteba Uğur, Hasan Basri Çantay, TDV Yay., Ankara 1994, s. 9-10.)
Düzenli bir eğitim hayatı olmamasına rağmen kendisini yetiştiren ve yaptığı Kur’an-ı Kerim tercümesiyle temayüz eden Hasan Basri Çantay’ı anlatan bir yazıya, çıkardığı bir gazeteden söz ederek başlamamız, kendisinin ilmî yönünü görmezden gelmek ya da ikinci plana atmak anlamına gelmemelidir… Bu şekilde başlayarak çağdaşı pek çok âlimin içinde yaşadığı dönemin şartlarını hatırlatmak ve hayatını bu zaviyeden ortaya koymak amacı güdülmüştür. Nitekim Hasan Basri Çantay merhum, Ses’ten önce çıkardığı pek çok gazete ile millî mücadeleye destek vermiş, iç ve dış düşmanlara karşı mücadele etmiş, nihayetinde Ses’in kapatılması ve kendisi hakkında çıkarılan tevkif emriyle birlikte büyük zorluklarla geçen bir kaçaklık dönemi yaşamıştır. Dokuz ay on gün süren bu kaçaklık devresinden sonra silahlı ve açıktan dolaşarak millî mücadele için koştururken o günlerin hatırası müzmin bronşit de kendisine eşlik etmiştir. (Uğur, s. 19.)
Millî mücadeleye yayınlarıyla olduğu kadar bilfiil içinde bulunarak da destek olan Hasan Basri Çantay’ın, Mehmet Akif Ersoy’la olan dostluğuna da değinmek gerektiği kanısındayız. Mehmet Akif’le dostlukları Sırat-ı Müstakim dergisi idarehanesinde tanışmalarıyla başlamış ve Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisinde milletvekillikleri sırasında perçinleşmiştir. Bu ikilinin meclis oturumlarında da birbirlerinden neredeyse hiç ayrılmadıkları görülecektir. Bu yakın dostluğun etkisiyledir ki Akif merhumu İstiklal Marşı yarışmasına katılmaya, şartları da onun kabul edeceği şekle gelmesini sağladıktan sonra ikna edenlerden biri de Hasan Basri Çantay’dır. (Mustafa Özçelik, “Hasan Basri Çantay ve Akifnâme’ye Dair”, Hasan Basri Çantay, Akifnâme içinde, s. 11-12.) Mehmet Akif Ersoy, Bursa ve Balıkesir çevresinden gelen Yunan mezalimi haberlerinin tesiriyle yazdığı Bülbül şiirini “Basri Bey oğlumuza” diyerek kendisine ithaf etmiştir. (Emin Işık, “Hasan Basri Çantay”, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 8, s. 218; Uğur, s. 25.)
Birinci Büyük Millet Meclisinde hiçbir gruba temayül göstermeyen Çantay, sonuna kadar bağımsız kalmıştır. (Işık, s. 218.) Ancak bu bağımsızlığı onu etkisiz kılmamıştır. Yunanlıların Eskişehir’i alarak Polatlı’ya ilerlemeye başladığı günlerde Meclisin Kayseri’ye taşınmasıyla ilgili önergeler verilmişti. Böylesine kritik günlerde on dokuzu din âlimi olan otuz milletvekili bir gece Taceddin Dergâhı’nda toplanmış ve bir önerge hazırlamışlardır. Onlar arasında olan Hasan Basri Bey’in kaleminden çıkan önergede Meclis’in eşiğinde ölür; ancak binadan diri çıkarak bir adım geri gitmeyiz denmiştir. (Uğur, s. 28.)
Birinci Meclisteki görevinin ardından Balıkesir’e edebiyat öğretmeni olarak dönen Çantay, bir yandan da şehit çocukları yuvası müdürlüğü yapmıştır. Yüz otuz iki şehit çocuğunun eğitim gördüğü bu yurt, o günün zor şartları içerisinde halkın himayesiyle bu çocukları hayata hazırlamış ve kalkınmada görev alacak gençleri yetiştirme açısından da önemli bir rol üstlenmiştir. (Uğur, s. 114; Işık, s. 218.) Hasan Basri Çantay, bütün bu faaliyetlerinin yanı sıra gazeteciliği de bırakmamış ve kendi çıkardığı Zafer-i Milli gazetesinde yazılar yazmaya devam etmiştir. Bu yazılarında, kurtuluşun nasıl felaketlerden geçerek kazanıldığını, böylesine zor kazanılan bir özgürlüğün ne kadar kıymetli olduğunu anlatırken bundan sonra rehavete kapılmaya haklarının olmadığını, idealist olmanın gereğini anlatıyordu gençlere. İşte onlardan kısa bir örnek: “Ey milletin necip çocukları! Milletin dertlerini ahirette mi terennüm edeceksiniz. Şair demek mutlaka hevaiyatcı mı demektir? Hani hamasi genç şairlerimiz? Hani mefkûreci ve ateşli arkadaşlarımız?” (Uğur, s. 112.) “Şiirleriniz, hikâyeleriniz, eserleriniz ıstırapları, sefaletleri teselli etmeli, sosyal hayatımızın her safhasını apaçık göstermeli, hurafelerle pençeleşmeli, bu acımasız hayatta başarıya ulaşmanın yollarını anlatmalı, bir şeyin iyi veya fena olduğunu ispat etmeli. Kısacası bir gaye, bir maksat gözetmeli. O suretle ki eseri okuyanlar dimağında yepyeni bir inkılap, yeni bir uyanış, yeni bir heyecan duysun.”
Hasan Basri Çantay’a göre son bir iki asır içinde başımıza gelenler, tamamen sosyal ahlakın bozulması sonucudur: “Felâketimizi doğuran birinci sebep ahlaksızlığımızdır. Bizi can evimizden vuran düşman ne İngiliz, ne Fransız, ne Moskof ne de Alman’dır. Kendimiz, kendimiz, kendi ahlaksızlığımızdır. ‘Hep çekticeğim kendi cezâ-yı amelimdir...’ Felaketlerden ibret almayan milletler batar. Bundan sonra aklımızı başımıza alarak saydığımız yanlış yollardan ayrılmazsak, Allah göstermesin, bizim de batmamız haktır ve gerçektir.” (Uğur, s. 118-120.)
Babasını erken yaşta kaybedip düzenli eğitim hayatını yarıda keserek genç yaşlarda hayata atılan, mütareke yıllarının ağırlığını bütün ruhunda hisseden, o yükü severek omuzlayan, Millî Mücadelenin kazanılmasından sonra da dur durak bilmeden çalışan Hasan Basri Çantay, 1928’de zihin yorgunluğu hastalığına yakalanmıştı. Bir süre tedavi gördükten sonra doktorunun tavsiyesiyle emekli oldu. (Özçelik, s. 9-11.) Bundan sonra bir müddet tarım ve ticaretle uğraştı. Daha sonra tekrar dinî, ilmî ve edebî telif ve tercüme faaliyetlerine geri döndü.
Hocası ve dostu Mehmet Akif Ersoy gibi Hasan Basri Çantay da dünya nimetleri için eğilip bükülmeyen bir karakter yapısına sahiptir. Yazdığı yazılardan telif ücreti almayan merhum Çantay, Meal-i Kerim’den aldığı gelire de el sürmemiş, bu gelirin tamamını adına yaptırdığı camiye bağışlamıştır. (Uğur, s. 121.)
Yeri geldiğinde farklı imzalarla bir gazetenin bütün yazılarını yazan (Uğur, s. 59.) Hasan Basri Çantay, gazete yazılarının yanı sıra basılmış basılmamış pek çok esere de imza atmıştır. “Mektepli Yavrularıma” isimli eseri, yöneticiliğini yaptığı Şehit Çocukları Yuvası öğrencileri için hazırlamıştır. “Müslümanlıkta Himaye-i Etfal” isimli eseri ise bu çocukları korumanın ve yetiştirmenin önemine dairdir ki savaş sonrasının toplumsal ortamında elzem bir çalışmadır. Merhumun “Ülkü Edebiyatı” isimli eseri ise “sanat sanat içindir” edebi anlayışına bir eleştiri olarak kaleme alınmış ve her türlü sanatın toplum için olduğu tezini savunmuştur. Merhum Çantay’ın istifademize sunduğu bir başka eser ise, Diyanet İşleri Başkanlığının isteği üzerine tercüme ettiği, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin “el-Fıkhu’l-Ekber” isimli risalesidir. “Kara Günler ve İbret Levhaları”, merhumun kaçaklık günlerine dair hatıralarını ve Ses gazetesindeki bazı yazılarını içermektedir. “Âkifnâme”, dostu, arkadaşı ve hocası Mehmet Akif Ersoy’un kısa hayat hikâyesi, sanatı, fikirleri, onunla ilgili hatıralar ve ölümünü izleyen günlerde basında çıkan yazılardan bir kısmına dairdir. Klasik kırk hadis türünde yazdığı on kitapçıktan oluşan ve toplam dört yüz hadisin yer aldığı kırk hadis kitapları, “Zekâ Demetleri” ve “The Straight Path of Islam” isimli tercümeleri de basılı eserleri arasında yer almaktadır. (Uğur, s. 63-65.)
Hasan Basri Çantay denilince ilk akla gelen eseri ise hiç şüphesiz “Kur’an-ı Hakim ve Meal-i Kerim”dir. Açıklamalı tercüme diyebileceğimiz bu eser, ayet meallerinin yanı sıra gerekli yerlerde dipnotlar şeklinde açıklamaları da ihtiva etmektedir. Yöneltilen birtakım eleştiriler olmasına rağmen günümüzde de itibar edilen tercüme çalışmaları arasındaki yerini muhafaza eden bu tercümenin ön sözünde, tercüme işinin zorluğunun yanı sıra yaptığı tercümenin niteliğini de ortaya koyacak şekilde şunları söyler merhum Çantay: “Kur’an’ın bir tek lafzında –behâ biçilmez, atlanıp geçilmez nadide cevherlerden üstün ve gömülü- öyle muhtelif manalar var ki bütün onlar dinimizin pırlantadan kıymetli temel taşlarıdır. Bunların hepsini tercemenin metninde sıralarsak, o ‘terceme’ olmaz, ‘izah’ veya ‘tefsir’ olur, ihmal edersek ‘taksir’ olur. Nihayet ‘Allah Kelâmı’ ile beşer kelâmı beynindeki fark tıpkı Yaradanla yaratılan arasındaki farkdır. Bu gerçekdir, muhakkakdır. Bu farkı gidermiye ins-ü cin şöyle dursun, melekler ve peygamberler bile muktedir değildir. Çünkü O, ‘ezelî’, bu ‘fânî’ bir dildir. İşte sözün özü…” (Hasan Basri Çantay, Kur’an-ı Hakim Meal-i Kerim, İstanbul 1952, s. 6.)
O ezeli sözün korunması uğruna bütün hayatını adayan Hasan Basri Çantay, 3 Aralık 1964’te İstanbul’da vefat etmiş, mezarının çok sevdiği dostu Mehmet Akif’in yakınında olması yönündeki vasiyeti üzerine Edirnekapı Şehitliği’ne defnedilmiştir. (Işık, s. 218.)
Sözlerimize Hasan Basri Çantay’ın Kur’an tercümesinin önsözünü noktaladığı duayla son verelim: “Ey yüce Allah’ım! Kur’an-ı hakimini iman ile okuyan, onun hikmet ve faziletlerine ikan ile uyan, onun sermedi ve ilahî zevkini aşk ve iman ile duyan din kardeşlerimiz ve aziz Türk milletimizi bitmez tükenmez lutf-ü inayet ve hıfz-u siyanetine mazhariyyetle şâdan ve iki cihanda seadet ve refahın her türlüsiyle begâm ve handan eyle amin.” (Kur’an-ı Hakim ve Meal-i Kerim, s. 9.)