Makale

Fethinden Önce İstanbul'u Fetih Teşebbüsleri

Prof. Dr. Adnan Demircan
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

Fethinden Önce İstanbul’u Fetih Teşebbüsleri
“İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır, onu fetheden ordu ne güzel ordudur!” (Ahmed b. Hanbel, XXXI, 287.)
Hz. Peygamber, Mekke döneminden başlayarak tebliğ faaliyetleri sırasında zaman zaman yaptığı konuşmalarda muhataplarına, tevhit inancı etrafında bir araya gelmeleri hâlinde İran hükümdarı Kisra’nın ve Bizans hükümdarı Kayser’in saraylarına hâkim olacaklarını söylüyordu. Allah Rasulü’nün (s.a.s.) bu sözleri, ifade edildikleri sırada insanların çoğunun gerçekleşeceğine ihtimal vermedikleri, hayal dahi edemedikleri bir hedefti. Ancak müminler, onun bu sözlerine hem inanıyorlar, hem de kendilerini teşvik eden bir hedef olarak görüyorlardı. Münafıklar ise, sıkıştıklarında Hz. Peygamber’in bu sözlerine gönderme yaparak söylenenlere olan inançsızlıklarını ortaya koyuyorlardı. Nitekim onlardan biri Hendek savaşı sırasında, “Muhammed bize Kisra ve Kayser’in hazinelerini vaat ediyordu. Oysa bugün herhangi birimiz tuvalete gitmek için bile güvenlikte değil!” demişti. (İbn Hişam, III, 238.)
İslam tarihinin ilk asrında fetih, Müslümanların Allah kelamını başka bölgelere ulaştırmak için ibadet olarak gördükleri bir faaliyetti. Bu hedef doğrultusunda hâkim olunan memleketler Allah’ın adıyla tanıştırılıyordu. Böylece buralar, Allah’ın son vahyine açılıyor ya da buralara vahyin aktığı bir yol açılıyordu. İşte bu anlayış sebebiyle Müslümanların hükümran olmalarını ifade etmek için, “açmak” anlamında “fetih” kelimesi kullanılmıştır. Bu kullanım, Kur’an’a dayanmaktadır. Yüce Allah (c.c.), Hudeybiye musalahasından sonra Mekke’nin fethine işaret ederek, “Biz sana doğrusu apaçık bir fetih ihsan ettik.” (Fetih, 48/1.) buyurur.
Müslümanlar, bir yeri fethetmek amacıyla harekete geçtiklerinde karşılarına çıkan otoritelerin engellemeleri sebebiyle bazen savaşmak zorunda kalabiliyorlardı. Hz. Peygamber’in (s.a.s.) böyle durumlarda nasıl hareket edecekleri hususunda Müslümanlara öğrettiği ilkelerden biri, önce İslam çağrısının savaşmadan duyurulmasıdır. Bizzat kendisi, çevrede bulunan devletlerin liderlerine İslam’a davet mektupları göndererek onları tevhit inancı etrafında birleşmeye davet etmiştir. Allah Rasulü (s.a.s.), bu çağrısına olumlu bir cevap almadığı gibi özellikle İran ve güdümündeki Hirelilerle Bizans ve güdümündeki Gassanilerden olumsuz tavırlarla karşılaştı.
Allah Rasulü’nün (s.a.s.) dar-ı bekaya irtihalinin üzerinden 10 yıl geçmeden Kisra ile Kayser’in hâkim oldukları toprakların önemli bir bölümü Müslümanların hâkimiyetine geçti. Yarım asır sonra ise Müslümanlar İstanbul önlerine ulaştılar.
İstanbul’un fethi, Hz. Peygamber’in (s.a.s.) irtihalinden sonra onun ortaya koyduğu ilkeler çerçevesinde gerçekleşen fetihlerin önemli bir parçası olarak görülmüş; ilk asır içinde İstanbul’u fethetmek için Emeviler döneminde üç önemli sefer düzenlenmiştir.
Emeviler döneminde İstanbul’a yönelik ilk kuşatma 49 (669) yılında karadan ve denizden yapıldı. Orduya Allah Rasulü’nün (s.a.s.) ashabından da birçok kişi katıldı. Bugün Eyüp semtine adını veren Ebu Eyyüp Halit b. Zeyd el-Ensari, ileri yaşına rağmen sefere iştirak etmiş; kuşatma sırasında rahatsızlanarak vefat edince, surların yakınına defnedilmiştir. Ebu Eyyüb’ün hastalanınca arkadaşlarına, “Ölürsem, düşmanla savaşmak üzere saf hâlinde durduğunuz zaman, cenazemi beraberinizde savaş meydanına götürerek ayaklarınızın altına defnedin!” dediği rivayet edilir. (İbn Sa’d, III, 449.)
İlk seferle ilgili olarak, “Ümmetimden Kayser’in şehrine seferde bulunacak ilk ordunun günahları bağışlanmıştır.” (Buhari, Cihad, 93.) hadisi rivayet edilir. 50 (670) yılında Kapıdağ (Kyzikos) yarımadası ele geçirilerek takip eden yıllarda buradan başlatılan akınlarla İstanbul dört yıl süreyle kuşatıldı. (54-58/674-678)
58 (678) yılında Cünade b. Ümeyye komutasındaki donanma, Muaviye döneminde son kez İstanbul önlerine geldi. Malik b. Abdullah da donanmaya karadan destek verdi. Ancak Müslümanlar, Rum ateşi karşısında başarılı olamadılar. Ordu, ağır kayıplarla geri çekilmek zorunda kaldı. Dönüş yolunda tutulduğu fırtına sebebiyle neredeyse donanmanın tamamı yok oldu. Kara ordusu da saldırılara maruz kaldı. Bu yenilgi üzerine Muaviye, Bizans’la barış antlaşması imzalamak zorunda kaldı.
İstanbul’un üçüncü kuşatması, Emevi halifelerinden Süleyman b. Abdülmelik döneminde, Halife’nin kardeşi Mesleme b. Abdülmelik’in komutasında gerçekleştirildi. Mesleme, Anadolu’ya yönelik seferlerde büyük başarılar elde etmiş, nihayet bu başarılarını İstanbul’un fethiyle taçlandırmak istemişti. (99/717)
Ordu, kuşatmayı karadan başlatırken Ömer b. Hübeyre’nin komutasındaki donanma da denizden kuşatmaya katıldı. Bizanslıların kullandığı Rum ateşiyle birçok gemi yakılarak donanmaya büyük zarar verildi. Kuşatma, ağustos ayında başlamıştı. Ancak şehir fethedilemeyince muhasaranın kışın da devam ettirilmesine karar verildi. Kışın sert geçmesi sebebiyle Müslümanlar büyük kayıplar verdiler. Gelen yardımların Bizanslıların eline geçmesi, Müslümanların çektikleri sıkıntıları artırdı. Öte yandan yardıma gelen Amr b. Kays komutasındaki yardım kuvvetleri Slavların saldırısına uğradı. Bütün bu olumsuz gelişmelere rağmen kuşatma devam ederken Halife Süleyman b. Abdülmelik öldü. Ömer b. Abdülaziz hilafete geçince ilk icraatlarından biri İstanbul kuşatmasını kaldırmak oldu. Mesleme, zaferin yakın olduğunu söyleyerek kuşatmayı devam ettirmek istemişse de Ömer b. Abdülaziz’in kesin emri üzerine bir yıldan fazla süren İstanbul kuşatmasını kaldırarak geri dönmek zorunda kaldı.
Başka bir fetih teşebbüsü de Abbasiler döneminde gerçekleştirildi. Halife Mehdi’nin oğlu Harunürreşit kumandasında gönderdiği ordu, İstanbul Boğazı’nın doğu yakasındaki Khalkedon’a (Kadıköy) kadar ulaştı. Ancak İmparatoriçe İrene ile her yıl 90.000 dinar vergi vermek şartıyla anlaştı. (166/782)
Yukarıda zikrettiğimiz dört seferin üçü Şam’dan, biri ise Bağdat’tan planlanmıştı. Osmanlı döneminde ise İstanbul artık İslam dünyasının komşusu olmuştu. Öte yandan Bizans devleti, sahip olduğu toprakların önemli bir kısmını kaybetmiş, eski ihtişamını ve gücünü yitirmişti. İşte bu ortamda İstanbul’a yönelik ciddi kuşatmalar, Osmanlılar tarafından gerçekleştirildi. Osmanlı ordusu ilk defa 1359 yılında İstanbul surlarının önünde göründüğünde İstanbul’da oturan insanlar büyük bir paniğe kapıldı. İstanbul hem bundan, hem de 1391 ve 1400 yıllarında I. Bayezid ile 1422 yılında II. Murad tarafından gerçekleştirilen Osmanlı kuşatmalarından kurtuldu. Nihayet II. Mehmed’in gerçekleştirdiği son kuşatma, 29 Mayıs 1453’te İstanbul’un fethiyle sonuçlanarak Bizans devleti yıkıldı.
Böylece Hz. Peygamber’in (s.a.s.) İslam’a davet sırasında ortaya koyduğu vizyon, onun vefatından sekiz asır sonra gerçekleşmiş oldu. Fethin gerçekleşmesi, Hz. Peygamber tarafından ifade edilen “İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutandır, onu fetheden ordu ne güzel ordudur!” (Ahmed b. Hanbel, XXXI, 287.) müjdesinden ciddi anlamda beslenmiş olmalıdır.