Makale

İbn Sîn'ya Göre Duaya İcabet Ve Duanın Tesiri

İBN SÎNÂ’YA GÖRE DUAYA İCABET VE DUANIN TESİRİ

Necmettin PEHLİVAN*

Özet:
Bu makalede, Türk-İslam filozofu İbnSînâ’nındua ile ilgili görüşleri ele alınmıştır. İbnSînâ’nın görüşleri ele alınırken Ebu Sa‘îdEbu’l-Hayr’ın sorusuna yazdığı cevabi mektubuna ve et-Ta‘lîkât adlı eserinin bazı parçalarına dayanılmıştır. Adı geçen bu metinlerin orijinalleri verildiği gibi Türkçe’ye de çevrilmiştir.
Anahtar Kelimler:İbnSînâ, Ebu Sa‘îdEbu’l-Hayr, Dua, et-Ta‘lîkât.
Response of PrayerandItsAffectAccordingtoIbn Sina (Avicenna)
Abstract:
Inthisarticle, theviews of Turkish-IslamicphilosopherIbn Sina on prayer (dua) areexamined. WediscussedIbnSina’sviewsbased on his replyletterto Ebu Said al-Khayrandsomeparagraphsof hisbookentitledal-Ta‘lîqât. WewillpresenttheArabicoriginal of thesetwotextsgivingtheirTurkishtranslation.
KeyWords:İbn Sina, Ebu Said Ebu al-Khayr, Drayer (dua), al-Ta‘lîqât.

I Bir ayet-i kerimeye göre dua, insanın Yaratıcısı nezdindeki değerinin karşılığıdır; çünkü Allah, duası olmayana değer vermemektedir. Bu ayet doğrultusunda “duayı, insanın varlığının değeri kılan nedir?” sorususorulabilir.İslam ilahiyatında Allah ile yaratılmışlar(âlem) arasındaki ilişkibil fiil yani kesintisizdir.Allah mükemmel düzeneğin zembereğini kurup başına bırakmış değildir.Allah’ınkayyûm olmadığı yani her şeyi bizzatyönetmediği bir anı tasavvura hiçbir şeyin idraki kâfi değildir. Çünkü O, hiçbir an ne yaratmadan ne de tedbirden müstağnidir. Yaratılmışlar noktai nazarından bakıldığında ise ‘âlemdeki her şey, Allah’ı tesbih etmektedir; çünkü hiçbir şey şuursuz değildir; insandışındaki şeyler dua/zikir/ tesbihlerini asla kesintiye uğratmazlar. Oysa insan, şirki tevhide tercih eder; Allah’ın ihsanına karşı nankör davranıp çağrıya icabet etmez; dua/zikir/tesbihi sadece sıkıntıya düştüğünde yapar, refah ve mutluluk içinde iken Allah’ı unutur; değersiz olanı daha değerli olana tercih eder; iyiliğin olmasına duaettiği gibi şerrin olmasına da duaeder; hidayete karşılık dalâleti satın alır. Göklerde ve yerde olan şeyler üzerinde kendisine verilmiş tasarrufa(saḫḫaralekum) rağmen insanın bu türden tercihleri, Allah’ın onu vahiy (ve nübüvvet/kitap) ile muhatap almasının da sebebidir. Vahiy,Allah’ın insan ile konuşmasıdır. Allah bu konuşmaya, insanın olumlu ya da olumsuz bir karşılık vermesini istemektedir. Çünkü vahiy, davettir.İşte insanın Allah’a karşılık vermesinedua(/tesbih/zikr) denir. Vahiy;Allah’ın insana şah damarından bile daha yakın olduğunu, insan Allah’a yöneldiğindeO’nun da icabet edeceğini bildirmektedir; dolayısı ile insanın herhangi bir aracı tutmaksızın Allah’tan istemesibelirtilmektedir. Allah’ın duayı insanın varlık değerinin karşısına koymasını, insana şah damarından daha yakın olması ve ona cevap vermeyi kendisine yazması ve fakat insan tarafından bu yakınlıkların görmezden gelinmesi olarak okumak mümkündür. Ayrıca bir ayete göredua, hayırlı sona davet olan vahye cevaptır; eğer insan, davete uygun bir şekilde icabet etmez ise, azap onun yakasına yapışacaktır. Bu çalışma, Allah’ın insanın varlık değerine eş tuttuğu ve cevap vereceğini bildirdiğiduayı İbnSînâ’ya ait aşağıda sunulan metinler çerçevesince ele alacaktır.

II İbnSînâ’nınduaile ilgili görüşlerine geçmeden önce onuninsan-bilgi-kulluküçlüsünün bağlantı noktalarına ait görüşleri hakkında kısa bir açıklama yapmak istiyoruz. İbnSînâ’ya göre Allah yaratmaya en mükemmel şekilde başladı: cevherlerin en şereflisi olan aklı yarattı ve en mükemmel şekilde de sona erdirdi: mevcûdâtın en şereflisi olan akleden insanı yarattı. Ona göre yaratmanın faydası insandan başka bir şey değildir.Allah, insanı, diğer mevcudattan sonra yaratmıştır; bu anlamda her bir mevcut ile olan ortak yönlerinden dolayı insan,büyük bir ‘âlemdir.Nasıl diğer varlıkların kendi ‘âlemlerinde bir dereceleri varsa, insanında fiilleri ve şerefi bakımından bir derecesi vardır. Çünkü o, şerefli konumuna uygun hareket ettiğinde melekî; şerefli konumuna uygun hareket etmediğinde şeytani fiiller işler. İbnSînâ’ya göre insanı şerefli konumuna uygun hareket etmeye iten en önemli fiili, bilmek ve idrak etmektir.İbnSînâbilmenin ve idrak etmenin birçok faydası olduğunu söyledikten sonra bilginin ve idrakin insanı, marifetullah yoluna kılavuzlayan üç faydasınızikreder:tezekkür, tazarru‘ ve taaabbud. Bu üç kavramın anlamları düşünüldüğündeİbnSînâ’nınbilmeyi ve idrak etmeyi sırf entelektüel bir zevk, zihnî bir spekülasyon olarak anlamadığını, aksineinsanın gücü nispetinde eşyanın hakikatine vakıf olma olarak anlayıp insanı Kur’an’ın istediği şuurlu kulluğun kapısına getirişi olarak değerlendirdiğini söylemekmümkündür.İbnSînâ’nınbilmenin ve idrak etmenin faydası olarak zikrettiğitezekkür, tazarru‘ ve taabbudterimlerinin Kur’anîolduğu aşikârdır. Hatta burada bilinçli bir sıralama olduğu da söylenebilir.Kur’an’dakizikr ve ondan türetilmiş fiiller insanı, vahye muhatap olmaya (düşünmeye/öğütalmaya) ve gereği gibi cevap vermeye, gereğini yerine getirmeye ve eyleme geçmeye davet etmektedir. Çünkü Kur’an birçok yerde bildikleri/düşündükleri halde uygulamaya geçmeyenleri, yapmadıklarını söyleyenleri kınamakta; doğru dürüst düşünmeyenleri, düşünseler bile işe yaramaz hükme varanları eleştirmektedir. O zaman İbnSînâ’nınbilmeye ve idrak etmeye biçtiği tezekkür faydasını, iyi düşünme ve buna göre salih amelüretme olarak değerlendirmek mümkündür.İbnSînâ’nın zikrettiği ikinci fayda tazarru‘dur. Tazarru‘ da Ragıb’a göre zayıflığı, nahifliği, zelilliği, horluğu ve hakirliği ortaya koymaktır. Kur’anda onu hemmuhtaç olduğunu ortaya koyarak durumunu-gizlice- arz etme (yalvarma), hem de haddinibilme anlamında kullanmaktadır. Bilme ve idrak,tezekkür ile insana gücünün sınırını gösterdiği için haddinibilmeye veMuhtaç Olmayandan destek istemeye (tazarru‘) yönlendirmektedir insanı. Üçüncü fayda ise taabbud; yani kulluktur. Bilgisinin ve idrakinin sınırlarını bilen ve muhtaç olduğunu gören,Muhtaç Olmayana kulluğu hakir görmez; aksine kulluğu,kendisini kemale ulaştıran bir yol kabul eder. GerçiAllah’ın kulu olmayan yoktur, çünkü insan dışındaki varlıklar zaten isteyerek boyun eğmekte ve zikirlerini kesintiye uğratmamaktadırlar; diğer taraftanAllah dileseydi insanların tamamı da iman ederdi ; fakat bilme ve idrak ile elde edilentezekkür ve tazarru‘, Ragıp’ın “ع-ب-د”ye verdiği anlama dayanarak söylemek gerekirse, gönüllü/bilinçli bir kulluğa(taabbud) götürmektedir.İbnSînâ’ya göre ise bilinçli kulluk ve ibadet,Allah ile ahiret metaı konusunda bir tür alış-veriş veya korku halinin bir eseri değil, aksine Allah’ıyalnızca Kendisi için isteme, otorite olarak sadece O’nu bilme(tevhid)/kulluğa ve ibadete sadece O’nun layık olduğunu bilme/bildirme/O’ndan geleni kabul etme/gereğini yerine getirmedir. Dolayısı ile Kur’an’ın “İnsanları ve cinleri, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” ayetindekikulluğun, tezekkür ve tazarru‘kulluğu olduğu açıktır. Böylece şu soruya gelmiş bulunuyoruz: Bilgi ve idraktemelinetezekkür, tazarru‘ ve taabbudile inşa edilenAllah-insan ilişkisindeİbnSînâ, Allah’ın icabet edeceğini bildirdiği duayı nasıl anlıyor?
III İbnSînâduayı, bütün felsefî sistemini ortaya koyduğuilletten ma‘lûle gidennâzilî/hâbitîdelîl yöntemi çerçevesinde açıklamaktadır.Bu yöntemdeki hareket noktası, varlık olması bakımından varlığın haline itibardır. Mevcut, varlığı bakımından ya bir sebebe sahip olur, bu durumda mümkünü’l-vucud olarak isimlendirilir ya da hiçbir yönden hiçbir sebebe sahip olmaz, bu durumda da vâcibu’l-vucud olarak isimlendirilir. Mümkünü’l-vucudun varlık sebebi, kendisi gibi bir mümkünü’l-vucudolamaz, çünkü sonsuz bir seri ortaya çıkar ki bu, imkânsızdır. O halde onun varlık sebebi, vâcibu’l-vucuddur.Vâcibu’l-vucud,Hak Teâlâ’dır;Hakk ise varlığı kendi zatından olandır. O’nun dışındaki her şey batıldır, çünkü onların varlıkları da, yoklukları da kendilerinden değildir. Hak Teâlâ, ancak kendi zatı ile bilinir. O’na kendi zatının dışında burhân getirilemez, aksineO,her şeyin burhânıdır.Varlığı kendi zatından olduğu içinHak Teâlâ, hiçbir şeye kıyas edilmeksizin Bir’dir. O, hiçbir şeyin ma‘lûlü değildir, çünkü O’nun inniyetinden başka mahiyeti yoktur. Zira mahiyeti olan her şey ma‘lûldür, çünkü varlığı kendizatından değil başka bir şeydendir.İbnSînâ’ya göre Hak Teâlâ’nın sıfatları zatına zait değildir; eğer böyle olursa zata nispetle bu sıfatlar bi’l-kuvve olacaktır. Bu da O’nun zatının bu sıfatların sebebi olduğu anlamına gelmektedir. Dolayısı ile Hak Teâlâ, bir yönden fâil, bir yönden de zatı herhangi bir şeyden etkilenen olacaktır.Buradaki dikkat noktası,İbnSînâ’nın sıfatlarıinkâr etmediğidir; çünkü ona göre Hak Teâlâ, övgü ve kemal bildiren sıfatlar ile mevsuftur ve“O, ‘Âlimdir, Haydır, Mürîddir, Kâdirdir, Mütekellimdir, Basîrdir, Semi‘dir.”; ve diğer bütün güzel sıfatlar da O’na aittir, çünkü O’nun fiilleri sıfatlarının neticesidir.Şu şartla ki, bu sıfatlar O’nun zatına zait değildir, zatındandır, zatı da ebediyen mûciptir.Dolayısı ile ona göre, “Allah, Âlimdir.” demek “Allah, haydır, hallâktır, kâdirdir,mütekellimdir, musavvirdir, cebbârdır, kayyumdur, hâlıktir, vedûddur.” vb. demek ile aynıdır; bir başka ifade ile bilgisi, iradesidir; iradesi, mütekellimliğidir; vedûdluğu, kayyumluğudur; vb.Bu durumda ona göreHak Teâlâsırf fiil (fi‘lun mahzun)dir; O’nda herhangi bir şeyden etkilenebilecek bi’l-fiil olmaya istidatlıbi’l-kuvve bir kuvvetbulunmaz; varlığı, zatı gereği zorunlu olanın varlığı bütün yönlerden zorunludur; O’ndan, herhangi bir sebeple bir fiil sadır olduğunda sebebin de O’ndan olduğu bilinmelidir, çünkü O’nun failliğinde bir eksiklik yoktur; her şey O’ndandır, O’nunla beraberdir ve O’na dönücüdür; O’ndan sadır olan her şey, bilinen bir düzene ve aracılara göredir, dolayısı ile O’nun nezdinde öncelik ve sonralık bir bütündür.Buna göre O’nun zatı, derecesine göre her şeyin sebebidir; O,sebeplerin sebebidir. O, her şeyi bilir. O, eşyanın tümelliğini, tikelliğini, sabitliğini, değişkenliğini, varlığını, sonradan oluşunu, yokluğunu ve yokluğunun sebeplerini bilir; yerlerde ve göklerde zerre miskali bir şey O’na gizli olamaz.O’nun zatı yarattığı şeyler ile şeref bulmaz, aksine onlar O’nun zatı ile şeref bulurlar. Mevcutlardaki hayır düzeninin sebebi, O’nun zatının sırf iyilik (hayrun mahzun) olmasıdır.O’nun kazası, mübdii ve mükevvini olduğu malumatını bilmesi; kaderi de müsebbiplere ait sebeplerionaylamasıdır.
IV İbnSînâ’nın ibarelerine dayanılarakarz ve icabet boyutu ile duanın basit bir seramoni olmadığı söylenebilir. Çünkü o, Ebu Sa‘idEbu’l-Hayr’ın sorusuna verdiği cevaptaduanın hakikatini anlamak için öncelikle Vacibu’l-Vucud (Mebde-i Evvel/İlk İllet)ile kendilerine varlık haysiyetini verdiği mümkinü’l-vucudlarve mümkinü’l-vucudların da kendileri arasındaki farkın, uyumun ve birbirlerine tesir ilişkisinin bilinmesi gerektiğini söylemektedir. Özellikle Mebde-i Evvelin hiçbir yönden kayıt altında olmaksızın mevcûdâta tesiri, O’nun bilgisinin mevcûdâtın varlığının sebebi oluşu ve dolayısı ileyerde ve gökte O’na gizli hiçbir şeyin bulunmadığı iyikavranmalıdır. Buradaki en temel vurgunun, mümkinü’l-vucudların kayıtsız şartsız muhtaçlıkları olduğu söylenebilir. Çünkü İbnSînâ’ya göre mümkinü’l-vucudların muhtaçlığı sadece varlığa gelişleri cihetinden değil, aynı zamanda devamları ve yoklukları cihetindedir. İşte bu noktayıKur’an’ın duayı insanın değerinin karşına koyduğu en temel nokta olarak kabul etmek mümkündür. Öyleyse insanın duası Yaradan ile dünya veya ahiret metaı konusunda herhangi bir alış-veriş akdi, “verirsen Rabbimsin, vermezsen benden kulluk bekleme”türünden bir deneme veya yeryüzünde fesadın zuhurunu istemeve kötülük üretme aracı olmamalı, her bakımdan muhtaçlığın/eksikliğin tekmiliistikametinde bir arz-ı hal olmalıdır ki, bunun sadece lafızların musikisindenyararlanılarak oluşturulmuş bir söz manzumesi olmadığı, aksine yaptığını söyleme-söylediğini yapma bütünlüğü olduğu da bilinmelidir.
V İbnSînâ’ya göre Allah sebeplerin sebebidir (musebbibu’l-esbâb). Dolayısı ile bu bağlamda O, hemdua edenin duasının sebebi, hem de dua edenin varlığının sebebidir. Buna göre duayı imkânsız kılacak başka bir şey olmadığı müddetçe hiçbir dua karşılıksız kalmaz. Ona göre, duayı imkânsız kılacak tek şey, Allah’ın duadaistenilen şeyin hilafına olan bilgisidir.Örneğin bir kimse, eksik bilgisinden veya bilgilendirilmesinden dolayı bir kimsenin kötülüğü/bedbahtlığıiçin her nekadar dua ederse etsin, eğer Allah hakkında kötülük istediği kimsenin iyiliğine şahadet ediyorsa, bu duasının karşılık görmesini beklemesi sadece kendi hüsranını artıracaktır. Buna mukabil eğer Allahkatında (bed)dua edilen kimsenin karakterinin bozguncu olduğu bilirse duakarşılık bulabilecektir. Diğer taraftan insanı duasının sonucu konusunda yanıltan sebeplerden biri de istediği şeyin kendisi (veyaçevresi) için faydalı olduğu düşüncesidir.İbnSînâ’ya göre bir insanın duası eğer karşılık görmemişse bu, isteğinin ilâhi hikmete ve küllî düzene uygun olmamasındandır. Eğer onlara uygun olursa duası karşılık görecektir. Hatta ona göre dua vacip olduğu gibi duaya icabeti beklemek de vaciptir.İnsanın DUAsının mahiyeti, icabetinin sebebidir. Duanın istenilen şeye uygun olup olmaması, istenilen şeyin verilip verilmemesi ile doğrudan ilişkilidir. Bu noktada İbnSînâ’nın sözlerinin mefhumu muhalifinin de geçerli olduğunu söylemek gerekir. Şartlarıisteyen ve çevresi açısından olumlu olduğu düşünülerek çok haris bir şekilde istenilen bir şeyin gerçekleşmemesi de, aslında yine duanın olumlu yönde karşılık bulmasından ibaret kabul etmek gerekir. Çünkü insanın çok isteyip de elde ettiklerionun hayatını cehenneme çevirebilmektedir. Diğer taraftan insanın bilgisinin sınırlı olduğu açık olduğuna göre, küllî düzene uygun olan şeyleri bütünüyle bilemeyecektir; o halde duaya gerek yok mudur?İbnSînâ’ya göre bu sorunun cevabı “hayır, duaya gerek vardır.” Çünkü ona göre dua vaciptir, duaya icabeti beklemek de vaciptir; hatta istenilen şey duaya uygun olduğu haldedua olmaksızın onun olması bile mümkün değildir. Diyor ki İbnSînâ, Allah nasıl ki, herhangi bir hastalığın şifasını kendisi için yapılan bir ilacı içmek şeklinde yapmış ise istenilenlerin varlığa çıkmasının sebebini de dua yapmıştır. Dolayısı ile bir şeyin elde edilmesi için sadece onun arzulanan olması yeterli değildir; söz-fiil birliği içinde dua yolu ile istemek gerekmektedir.
VI İbnSînâ’ya göreinsanlar bilgi ve kemal bakımından farklı derecelere sahiptirler. İnsan bilgi ve kemaldeki şerefine ya nübüvvet ya da sonradan elde etme yoluile ulaşır. Bu daduada istenilen şeyin gerçekleşme derecesi ile insanın derecesinin aynı olacağı olarak anlaşılabilir.İbnSînâ’ya göre bilgi ve kemal bakımından üst düzey bir nefse (nefs-i zekiyye), dua esnasında Allah tarafından eşya üzerinde tasarrufta bulabileceği bir kuvvet verilebilir veeşyada isteyerek nefs-i zekiyyenin iradesine boyun eğer. Böyle bir nefis, hem kendi bedeni ve nefsine, hem de başka beden ve nefislere tesir edebilir. Bilgi, şeref ve aklî derecesi bakımından fa‘al akla benzeyen nefs-i zekiyye, kendisi gibi bir nefisten hem yardım alabilir ve ona yardım edebilir, hem de kendi sıkıntısını giderdiği gibi onun sıkıntısını da giderebilir. Bu nokta suiistimaledilebilir bir yer görünümündedir.Hem tarih, hem de günümüz bu noktayı kullanarak insanları sömürensuiistimalciler ile doludur.İbnSînâelbette bu noktanın farkındadır. İstenilen ve icra edilmeye çalışılan şeyin külli düzene uygun olması gerektiği gibi isteyen denefisini kemale erdirerek fa‘al akla benzeyen ve ameli faziletler olan ahlâkî faziletleri yaşam biçimi haline getiren, dünya meta‘ının aldatıcı güzelliklerinden ve faydasız meşguliyetlerinden yüz çevirenkimse olmalıdır. Aksineşunu bunun hevesine göre her istenildiğinde gerçekleştirebileceğini söyleyen suiistimalci, bilgisi eksik olan,kesin olmayan, bilgilerini bazen tecrübesinin ürünü, bazen de vahiy ürünü gibi gösterenmüneccim (veya bu türden bir sömürücü) olmamalıdır.
VII Dua konusunda son olarak yanlış anlaşılması muhtemel bir konuya değinmek istiyoruz. Bu konuda duanınaracılar zincirindeki yeridir. İbnSînâ’nınet-Ta‘lîkât’ındaki ibaredeinsanın semâvî (göksel) şeyleredua ettiği ve dua ile ilgili bütün süreçlerinde bu ikisi arasında geçtiği bilgisidir. Buradan doğrudan Allah’a dua etmediğimiz anlaşılmamalıdır. Metnin diğer kısımları buna izin vermediği gibiİbnSînâ’nınAllah tasavvuru da buna izin vermemektedir. Çünkü ona göre Vacibu’l-Vucud (Allah)’da zât-sıfat ayrımı yapmak mümkün değildir. Dolayısı ile Allah, sırf fiil (fi‘lun mahzun)dir. Dilin sınırları içinde söylemek gerekirse O,her an tedbirdedir, her an yukarıdan aşağıya emir indirdiği gibi aşağıdan yukarı gelenleri de karşılamaktadır.İbnSînâ’ya göre O’nun tedbirleri ve varlığa çıkarışları isebir aracı ile olur. Hatta O’nun bilgisi de buna göredir. Onun burada semâvi şeyler ile kastı meleklerdir. O, Ebu Sa‘îdEbu’l-Hayr’a cevap verirken duanın hakikatini anlamak için ilk önce din dilinde mukarrebun melekler, felsefede ise fa‘al akıllar olarak isimlendirilen şeyleri bilmenin gerektiğini söylemektedir. Çünkü ona göre melekler, Bârî Teâlâ ile yersel cisimler arasındaki aracılardır. İbnSînâ zaten metnin sonunda bu semavi şeyler ile insanın duaesnasındaki bütün fiillerinin sebebininAllah olduğunu söylemektedir. Dolayısı ile İbnSînâ’nınilgili ibaresinidua ilgili sürecin her boyutuna meleklerin aracılık ettiğini kabulü olarak anlamak doğru görünmektedir.Burada Kur’an’a aykırı bir durum olduğu düşünülmemektedir. Çünkü Kur’an, meleklerin âlemdeki işlerin çekip-çevrilmesindeki rolleri hakkında açıkça bilgi vermektedir. Örneğin evvelacem‘anAllah’ın emirlerini kusursuz bir şekilde yerine getiren; sonra,vahyiindiren, cehennemde görevli olan, canları alan, savaşlarda mü’minlerin yardımına gönderilen, elçi olarak seçilen , Meryem’e İsâ müjdesini getiren ve nihayet arşın etrafında görevli olan meleklerdir.Açıktır ki melekler, Allah’ın emirlerinin icracısıdırlar. Melekler işlerin asıl ortakçıları değildirler; onlar sadece kusursuzca emirleri yerine getiren varlıklardır. Dolayısı ile İbnSînâ’nınAllah’ın nezdindeki her oluşun bir aracı ile olduğu görüşünün bundan farklı bir şey olmadığı düşünülmektedir.
VIII Aşağıda iki metin verilmiş ve Türkçeye çevrilmiştir. Birinci metin, sufi Ebu Sa‘idEbu’l-Hayr’ındua ve ziyaret hakkında İbnSînâ’ya sorduğu soru ve cevabından müteşekkildir. Bu metin ez-Ziyatetuve’d-Duau adı ile Hasan ‘Asi ve RisâletuİbnSînâfi’d-Duaive’z-Ziyâreti ve Te’sîriha adı ile de Muhyiddin Sabri el-Kürdî tarafından neşredilmiştir. Biz, bu neşirleri ve Hamidiye nüshasını kullanarak bir metin inşa ettik.Her ne kadar bazı tercihlerde bulunmuş ise de tahkik çalışması gibi farkları göstermedik. İkinci metin, İbnSînâ’nınet-Ta‘lîkâtadlı eserinden alınmıştır.et-Ta‘lîkât’ın iki farklı tahkîki kullanılmıştır: Birincisi, Abdurrahman Bedevî’ye; ikincisi de, Hasan Mecid el-‘Abîdî’ye aittir. Anlamı doğrudan etkileyecek ciddi bir fark olmadığı için küçük gramatik farklılıklar gösterilmemiştir. Her iki metnin orijinallerinin verilmesi ile iki şey amaçlanmıştır: Okuyucu çeviriyi kontrol edebilsin veİbnSînâ ile doğrudan muhatap olabilsin. Umulur ki ona farklı kapılar açılır ve onun zihnine farklı anlamlar doğar.

[ المتن الأول ]
بسم الله الرحمن الرحيم
[كيفية الزيارة وحقيقة الدعاء وتأثيرها في النفوس والابدان]
[1] سلام الله تعالى وبركاته وتحياته على سيدنا ومولانا الشيخ الرئيس افضل المتأخرين مدّ الله في عمرك، وزاد في الخيرات لديك، وأفاض من حكمته عليك، ورزقنا مجاورتك، وعصمنا واياك من الخطأ والخطل أنه واهب العقل، ومفيض العدل، وله الحمد وسلامه على رسوله محمد المصطفى وآله الطيبين الطاهرين.
[2] أمّا بعد، فأسأل مولاي ورئيس- جدد الله له انواع السعادة وحقق له نهاية المنى والارادة- عن سبب اجابة الدعاء وكيفية الزيارة وحقيقتها وتأثيرها في النفوس والابدان ليكون ذلك تذكرة ورأى الشيخ أعلى وأصوب.
[فأجابه الشيخ رحمه الله تعالى]
بسم الله الرحمن الرحيم
[3] بعد الحمد لله حمدا يباهي به حمد الحامدين، وأفضل التحيات منه على أكمل البريّة سيد المرسلين.
[4] سألت- بلغك الله السعادة القصوى ورشحك للعروج الى الذورة العليا- أن اوضح لك كيفية الزيارة وحقيقة الدعاء وتأثيرها في النفوس والابدان، فأوضحها بقدر الطاقة والخوض في العلوم لينكشف لك هذا السر محتريا فيه الايجاز والتخفيف مستعينا بالله تعالى انه خير معين.
[5] اعلم ان لهذه المسألة مقدمات ينبغي لك أن تعرفها أوّلا حتى تستنتج منها هذه المطالب وهي معرفة الموجودات الآخذة من المبدأ الأوّل وهي العلّة الأولى المسماة عند الحكماء بواجب الوجود واعني به أن يكون وجوده من ذاته لا من غيره، ووجود غيره منه. فيكون كل ما سواه ممكن الوجود وهو الذي صدر منه جميع الموجودات وهو منبع لفيضان النور على ما سواه مؤثرا على حسب ارادته ومشيئته.
[6] ثم معرفة الجواهر الباقية المفارقة للمواد وهي الملائكة المقربون المسماة عند الحكماء بالعقول الفعّالة.ثم معرفة النفوس السماوية المتصلة بالمواد، ثم الاركان الاربعة وامتزاجاتها وما يحدث منها من الاثار العلويّة، ثم المعادن، ثم النباتات، ثم الانسان وهو اشرف الموجودات في هذا العالم بسبب حدوث النفس الناطقة فيه. فانه ربما بلغت نهاية في الكمال إلى أن تصير مضاهية للجواهر الباقية الثابتة. وفيه كلام طويل جدا. وهذه الرسالة لا تحتمل شرحه.
[] فنعود إلى الكلام الأوّل. ونقول: إن المبدأ الأوّل مؤثر في جميع الموجودات على الإطلاق واحاطة علمه بها سبب لوجودها حتى لا يعزب عنه مثقال ذرة في الارض ولا في السماء.
[] أمّا التقسيم الذي نبين فيه هذه المسألة، هو الواجب يؤثر في العقول والعقول تؤثر في النفوس والنفوس تؤثر في الاجرام السماوية حتى تحركها دائما بالحركة الدورية الاختيارية تشبها بتلك العقول واشتياقا إليها على سبيل العشق والاستكمال.
[] ثم الاجرام السماوية تؤثر في هذا العالم التي تحت فلك القمر. والعقل المختص بفلك القمر يفيض النور على النفوس الإنسانية ليهتدى به في طلب المعقولات. مثل افاضة الشمس على الموجودات الجسمانية لتدركها العين.
[] ولو لم يكن التناسب الذي وجد بين النفوس السماوية والارضية في الجوهرية والدراكية وتماثل العالم الكبير بالعالم الصغير، لما عرف الباري جل جلاله. والشارع الحق ناطق به صلى الله عليه وسلم حيث يقول: ’من عرف نفسه، فقد عرف ربّه‘.
[1] فقد اتضح لك نظم سلسلة الموجودات الآخذة من المبدأ الأول وتأثيره بعضها في بعض وعود الاثر إلى مؤثر لا يتأثر وهو الواحد الحق سبحانه<و> تعالى الله عما يقول الظالمون علوا كبيرا.
[] ثم نقول: اعلم أن النفوس البشرية تتفاوت بالعلم والكمال في الشرف. فانه ربما ظهرت نفس من النفوس في هذا العالم نبويّة كانت أو غيرها. وبلغت الكمال في العلم والعمل بالفطرة أو الاكتساب حتى تصير مضهية للعقل الفعّال وإن كانت دونه في الشرف والعلم والرتبة العقلية، لأنّه علّة وهي معلولة. والعلة اشرف المعلول.
[] ثم إذا فارقت نفس من هذه النفوس بدنها، بقيت في عالمها سعيدة ابد الآبدين مع اشباهها من العقول. والنفوس مؤثرة في هذا العالم تأثير النفوس السماوية فيه.
[] ثم الغرض من الزيارة والدعاء أن النفس الزائرة المتصلة بالبدن الغير المفارقة عنه تستمد من تلك النفس المزورة خيرا وسعادة أو دفع شر وأذى. وتنخرط بكليتها في سلك الاستمداد والاستعداد لتلك الصورة المطلوبة. فلا بد وأن النفوس المزورة بسبب مشابهاتها للعقول وتجوهرها بجوهرها تؤثر تأثيرا عظيما، وتمد امدادا تاما بحسب استمداد المستمد، وللاستمداد اسباب شتّى تختلف بحسب اختلاف الاحوال وهي جسمانية أو نفسانية.
[] أمّا الجسمانية، فمثل مزاج البدن، فإنه إذا كان على حالة معتدلة في الطبيعة والفطرة، فإنه يحدث فيه الروح النفساني الذي يؤثر في تجاويف الدماغ وهو آلة النفس الناطقة. فحينئذ يكون الفعل والاستمداد على احس ما يمكن أن يكون، ولا سيما إذا انضاف إليه قوة النفس وشرفها.
[] وأيضا مثال المواضع التي تجتمع فيها ابدان الزوار والمزورين، فإن فيها تكون الأذهان أكثر صفاء والخواطر اشد حميعا، والنفوس احسن استعدادا كزيارة بيت الله الحرام، واجتماع الخواطر والعقائد فانه موضع الهي يزدلف به إلى الحضرة الربوبية، ويتقرب به إلى الجنّة المقدسة اللاهوتية. وفيه حكم عجيبة في خلاص بعض النفوس من العذاب الأدنى بل من العذاب الاكبر.
[] وأمّا النفسانية، فمثل الاعراض عن متاع الدنيا وطيّباتها والاجتناب عن الشواغل والعوائق، والتصرف بالفكر إلى قدس الجبروت، والاستدامة بشروق نور الله تعالى في السر لانكشاف الغمم المظلمة للنفس الناطقة.
[] فهدانا الله واياك إلى تخليص النفس من شوائب هذا العالم المعروض للزوال انه لما يريد خبير وهو على كل شيء قدير. الحمد لله رب العالمين.




[المتن الثاني]
[سبب اجابة الدعاءوتأثيرها]
[1] سبب اجابة الدعاء توافي الاسباب معا بالحكمة الالهية وهو أن يتوافي سبب دعاء رجل مثلا فيما يدعو فيه وسبب وجود ذلك الشيء معا عن الباري تعالى. فإن قيل: فهل كان يصح وجود ذلك الشيء من دون الدعاء وموافاتـه لذلك الدعاء؟ قلنا: لا، لأن علتهما واحدة وهو الباري تعالى، وهو الذي جعل سبب وجود ذلك الشيء الدعاء كما جعل سبب صحة هذا المريض شرب الدواء. وما لم يشرب الدواء، لم يصح. فكذلك الحال في الدعاء وموافاة ذلك الشيء. فلحكمة مّا توافيا معا على حسب ما قدر وقضى. والدعاء واجب وتوقع الاجابة واجب. فإن انبعاثنا للدعاء يكون سببه من هناك. ويصير دعاؤنا سببا للاجابة وموافـاة الدعاء لحدوث الامر المدعو لاجـلـه، هما معلولا علّة واحدة. وربما يكون احدهما بواسطة الاخر.
[2] وقد يتوهم أن السماويات تنفعل من الارضية، وذلك أنّــا ندعوها فيستجيب لنا. ونحن معلولها وهي علتنا. والمعلول لا يفعل في العلة البتة. وانما سبب الدعاء من هناك ايضا، لأنها تبعثنا على الدعاء، وهما معلولا علة واحدة.
[3] وإذا لم يستجب الدعاء لذلك الرجل- وإن كان يرى أن الغاية التي يدعو لاجلها نافعة-، فالسبب فيه أن الغاية النافعة إنما تكون بحسب نظام الكل لا بحسب مراد ذلك الرجل. فربما لا تكون الغاية بحسب مراده نافعة، فلذلك لا تصح استجابة دعائـه.
[4] والنفس الزكية عند الدعاء قد يفيض عليها من الأول قوة تصير بها مؤثرة في العناصر. فتطاوعها العناصر متصرفة على ارادتها، فيكون ذلك اجابة الدعاء. فإن العناصر موضوعة لفعل النفس عنها، واعتبار ذلك في ابداننا صحيح. فــإنــا ربما تخيلنا شيئا، فتتغير أبداننا بحسب ما تقتضيه أحوال نفوسنا وتخيلاتها. وقد يمكن أن تؤثر النفس في غير بدنها كما تؤثر في بدننا، وقد تؤثر النفس في نفس غيرها كما يحكي عن لاوهام التي تكون لأهل الهند، إن صحّت الحكاية، وقد تكون المبادئ الأول والأول تعالىتستجيب لتلك النفس إذا دعت فيما تدعو فيها اذا كانت الغاية التي تدعو فيها نافعة بحسب نظام الكل.
[5] كل دعاء فإنه لا يمتنع أن يستجاب. ووجه لا امتناعيته أنه يكون معلولا للأول وإن كان بوساطة الداعى. وكل ما يكون معلولا لــه فإنه كائن إذا لم يكن هناك معلوم آخر يمانعه. ومعنى ممانعة المعلوم الآخر الذي يمانعه هو مثلا أن يكون داع يدعو على إنسان بالبوار، وبواره يتم فساد مزاجه، و يكون معلوما لــه أيضا من جانب آخر أن ذلك المزاج يجب أن يكون صحيحا، فلا يصح أن يكون الدعاء مستجابا. وقولــه ’من جانب آخر‘ أي من أسباب ذلك المزاج. وإن علم من اسبابــه أنــه لا يجب أن يكون صحيحا كان الدعاء مستجابــا، فلا يكون هناك ممانعة معلوم آخر. ولذلك يجب أن لا يدعو أحد على أحد فــإنــه لا محالــة قد علم في سابق علمه أن هذا الداعى يدعو، فــإذا دعا دل على أنه كان معلوما لــه، وكل ما كان معلوما لــه فلا يمتنع وجوده.
[6] الأول هو السبب في لزوم المعلومات لــه ووجوبها عنه، لكن على ترتيب وهو ترتيب السبب والمسبَّب، فإنــه مسبِّب لأسباب، وهو سبب معلوماتــه، فيكون بعض الشيء متقدما علميته لــه على بعض، فيكون بوجــه ما علة لأن عرف الأول معلولها وبالحقيقة فإنــه علة كل معلوم وسبب، لأنــه علم كل شيء. ومثال ذلك أنــه علة لأن عرف العقل الأول، ثم إن العقل الأول هو علة لأن عرف لازم العقل الأول فهو وإن كان سببا لأن عرف العقل الأول ولوازمه فبوجــه ما صار العقل الأول علة لأن عرف الأول لوازم ذلك العقل الأول. والأمر في الدعاء كذلك فإنــه بالحقيقة هو السبب في دعاء الداعى وسبب للداعى، ثم إن الداعى هو سبب لأن عرف دعاءه، فإنــه بوساطته يكون الدعاء معلوما لــه، فيكون الداعى بوجه ما سببا لأن عرف الأول دعاءه، وليس يؤثر الداعى بالحقيقة في الأول بل هو بالحقيقة المؤثر لا الداعى.


[ I ]
[Ziyaretin Keyfiyeti, Duanın Hakîkati ve Nefisler ve Bedenler Üzerindeki Tesiri]
[eş-Şeyh Ebu Sa‘îd’in eş-Şeyhu’r-ReîsEbû ‘Âli b. Sînâ’ya Yazdığı Mektup ]
1 Allahu Teâlâ’nın selamı, bereketi ve yüce övgüsü; sonraki bilginlerin en faziletlisi olan üstadımız ve efendimiz eş-Şeyhu’r-Reîs üzerine olsun. Allah senin ömrünü uzatsın; elinle hayırlarını çoğaltsın; hikmetini üzerine sağanak sağanak yağdırsın; bizesenin komşuluğunu nasip etsin; bizi ve seni hatadan ve saçma sapan boş söz/işlerden korusun. Çünkü O, aklı ihsan olarak/karşılıksız bir şekilde insana verendir; adaletin yegâne kaynağıdır;hamdin sahibi sadece O’dur; selam da seçtiği rasûlüne ve tertemiz ve güzellik âbidesi ailesine olsun.
2 Sonra; -Allahher türlü mutluluğu ona tekrar tekrar nasip etsin; niyetini ve iradesini sonuna kadar gerçekleştirsin.- efendimiz ve bilginlerin en büyüğüne, duaya icabetin sebebi ve ziyaretin keyfiyeti, hakîkati ve nefisler ve bedenler üzerindeki tesiri konusunda, gönlümüze bir ilaç/hatırlatıcı bir bilgi olması için bir soru soruyorum. Çünkü Şeyh’in görüşü, çok yüce ve isabetlidir. ‘Âlemlerin Rabbi Allah’a hamd olsun; O’nun salâtı da (efendimiz) Muhammed’e ve bütün ehli beytine ve arkadaşlarına olsun.
[-Allah Ona Rametiyle Muamelede Bulunsun-.eş-Şeyhu’r-Reîs’in Ona Cevabı]

Bismillâhi’r-rahmâni’r-rahîm

3 Sonra; hamdedenlerindahi kıskandığı bir hamdilehamdAllah’a; O’nun övgüsünün en yücesi de gönderilenlerin efendisi, yeryüzünün en mükemmeline (Muhammed’e) olsun.
4 -Allah seni mutlulukların en yücesine ulaştırsın; sana çıkacağın en yüksek zirveyi nasip etsin.- ziyaretin keyfiyeti, duanın hakîkati ve nefisler ve bedenler üzerindeki tesiri hakkında sorduğun soruyu sana açıklamaya çalışacağım. Özlü ve kolay anlaşılır bir şekilde olmasına riayet ederek bu konudaki sır, senin için ortaya çıkana kadar ilimlerdeki gücüm ve derinliğine inebildiğimnispette (gerekli) açıklamaları yapmaya çalışacağım.Yardım edenlerin hayırlısı Allahu Teâlâ’dan yardım dileyerek başlıyorum.
5 Bil ki, bu konuda aradığın şeyleri elde edebilmen için öncelikle bu meseleye ait temel öncülleri bilmen gerekir. Bu meselede Mebde-i Evvel’den alınan mevcûdatın bilgisidir.Mebde-i Evvel, filozoflar nezdinde Vâcibu’l-Vucud olarak isimlendirilen İlk İllet’tir. (Burada) O’nun Vâcibu’l-Vucud olması ile kastettiğim varlığının kendi zatından olması, kendisi dışında bir şeyden olmaması, O’nun dışındaki her şeyin varlığının O’ndan olmasıdır. Buna göre O’nun dışındaki her şey, mümkinü’l-vucuddur; O, bütün mevcûdatın kendisinden sâdır olduğu; kendisi dışındaki her şeye nurun fezeyanının kaynağı olandır; O, iradesi ve dilemesiyle her şeye müessirdir.
6 Sonra (bilmen gerekenlerden bazılarını şöylece sıralayabiliriz:) (i) Maddeden ayrı bâki cevherlerin bilgisi. Bunlar mukarrebûn melekleridir ve bunlar filozoflar nezdinde fa‘alakıllar olarak isimlendirilir. (ii) Maddeyle ilişkili semavi nefislerin bilgisi. (iii) Erkân-ı erba‘a, onların birbiri ile imtizacı ve onlardan ortaya çıkan ulvi eserler. (iv) Madenler hakkında bilgi. (v) Bitkiler hakkındaki bilgi. (vi) Ve nihayet kendisinde düşünen ve düşündüklerini ifade eden nefsin (nefs-i nâtıka) ortaya çıkması sebebiyle bu ‘âlemdeki mevcûdatın en şereflisi olan insan hakkındaki bilgi. Bu nefs-i nâtıka, sabit cevherlere benzeyerek kemalin zirvesine ulaşır. Bu konudaki söz cidden çok uzundur ve bu risale, bu konuyu ayrıntılı olarak açıklamaya yeterli değildir.
7 Şimdi biz tekrar ilk sözlerimize dönelim ve şöyle diyelim: Mebde-i Evvel, hiçbir yönden kayıt altında olmaksızın bütün mevcûdatatesir eder. O’nun bilgisininmevcûdatı ihatası, (bilgisinin) mevcûdatın varlığının sebebi olması dolayısıyladır. Öyleki,yerde ve gökte zerre miskali bir şey O’na gizli kalmaz.
8 Bu meseleye ilişkin yaptığımız taksime gelinceVâcib(u’l- Vucud), akıllara; akıllar nefislere; nefisler de semavi cirmlere tesir eder; öyleki semavi cirmler, ihtiyari devri bir hareketle akıllara benzeyen bir şekildedâima hareket ederler; aşk ve kemal yolundaki bu hareket, büyük bir arzu ile olur.
9 Semâvicirmler de Ay Feleği altındaki bu ‘âleme tesir ederler. Ay Feleği’ne özgü akıl, insanınakledilenleri bilme talebi esnasında doğru yolu bulabilmesi içininsani nefislere nurunu yağdırır. Bu (tıpkı) Güneş’in nurunun, gözün onları idrak etmesi için cismani mevcudatı aydınlatması gibidir.
10 Şayet cevheriyetlik ve akıllılıkta semavi ve dünyevî nefisler arasında bir ilişki/uyum ve büyük ‘âlemin küçük ‘âleme benzerliği olmazsaBârîCelleCelâluhu bilinmezdi.Allah’ın salat ve selamı üzerine olsun (Efendimiz Muhammed) Gerçek Şâr‘i’yi şu sözüyle dile getiriyor: “Kim nefsini bilirse, Rabbini bilir.”
11 Böylece senin için Mebde-i Evvel’den alınan mevcûdâtın silsilesinin düzeni, bazısının bazısına tesiri ve eserin, herhangi bir tesirde kalmayanmüessire dönüşü ortaya çıktı. (Hiçbir tesirde kalmayan ise), Gerçek Bir’dir ve (O)“Allah Teâlâ zalimlerin söylediği şeylerden yücedir.”
12 Sonra şöyle deriz: Bil ki, beşeri nefisler, bilgi ve kemalde şeref bakımından aynı değildirler. Bazen bu ‘âlemde (beşeri) nefislerden biri, ister nebevî bir şekilde olsun, ister başka bir şekilde olsun, (bilgi ve kemal) bakımından öne çıkabilir. Ve İster fıtraten/yaratılışı gereği, ister sonradan elde etme çabasının bir sonucu olarak olsun bilgi ve amel bakımından kemale ulaşabilir; önünde şeref, bilgi ve aklî rütbe bakımından herhangi bir engel olmaması durumundafa‘alakıla benzer; çünkü fa‘al akıl illettir, o (beşeri nefis de) ma‘lûldür. (Şüphesiz) illet de ma‘lûlden daha şereflidir.
13 (Beşeri) nefislerden biri bedeninden ayrıldığı zaman kendi ‘âleminde, kendisi gibi akıllarla sonsuza dek mutlu bir şekilde kalır. Semâvi nefislerin bu ‘âleme tesir etmesi gibi nefislerde bu ‘âleme tesir eder.
14 Ziyaret ve duadan amaç şudur: Bedene bitişik olup ondan ayrılmayan ziyaretçi nefis,ziyaret edilen nefisten hayır ve mutluluk alır;(onunla) şerri ve sıkıntıyı def eder; ziyaret edilen nefse doğru hızlı bir şekilde yürür ve nefis, yardım ve hazırlanma yoluylaaranılan suret ileyakın bir ilişki kurar. Dolayısı ile akıllara benzemesi ve cevherinin de onunlacevherleşmesi sebebiyle ziyaret edilen nefsin büyük bir tesir ile etkide bulunması gerekir ve yardım alan yardımı aldığı nispettetam bir yardım ile yardım da bulunabilir. Yardım almanın da farklı sebepleri vardır; bu sebepler duruma göre değişebilir. Bu farklı durumlar, onların ya cismani, ya da nefsanî olmalarıdır.
15 Cismani olana gelince, (bu,) bedenin mizacı/kendine özgü durumu gibidir; çünkü (beden) tabiatı ve fıtratı icabı ılımlı bir hal üzere olursa, bu durumda onda nefs-i nâtıkanın aleti olan zekâda müessir birnefsanî ruh ortaya çıkar.O zaman da,özellikle ona nefsin kuvveti ve şerefi eklenirsefiil ve yardım, olması mümkün olan en güzel şekilde olur.
16 Aynı şekilde kendisinde,ziyaret eden ve edilenlerin bedenlerinin toplandığı/bir araya geldiği yerler de aynı şekildedir. Çünkü bu türden yerlerde zihinler, (kavrayışa ) daha açık; düşünceler bütünüyle daha güçlü; nefisler, (gizli-aşikâr vuku bulabilecek her şeyi) zaptetme bakımından en güzel (/güçlü) seviyede olur. Allah’ın evi Kâbe’yi ziyaret etmek böyledir. (Yine)akılların/gönüllerin ve inancın bir araya geldiği, kendisiyle rabbani huzurda bir araya gelinebilen ve ilâhî mukaddes cennete yaklaşılabilen ilâhi yerler de böyledir.Yukarıda anlatılan hallerdebazı nefislerin,küçük azaptan hatta büyük azaptan bile kurtulmaları konusunda şaşırtıcı hikmetler vardır.
17 Nefsanî olana gelince, bu da dünya meta‘ı ve güzelliklerinden yüz çevirme; (faydasız/gereksiz/boş) meşguliyetlerden ve engellerden kaçınma bunun örneklerindendir. Düşünce ile tasarruf, gücü her şeye yeteninkutsiyetine doğrudur. Sırda;Allah’ın nurunun ışığından yardım almak,nefs-inâtıkanınkederlerini yok etmek içindir.
18 Allah bizi ve seni, yok olmaya maruz bu ‘âlemin ayıp/kusur/zan/şüphelerinden kurtulan nefislerin yoluna kılavuzlasın. ÇünküO, istediği her şey de bilgi sahibidir; O’nun her şeye gücü yeter. Hamd, ‘âlemlerin rabbinedir.

[ II. METİN ]
[Duaya İcabetin Sebebi ve Duanın Tesiri]
1 Duaya icabetin sebebi, bütün sebeplerin ilâhî hikmete uygun olmasıdır; bu da şu anlama gelmektedir: Mesela (hem) bir adamın duasının sebebinin, hakkında dua ettiği şeye, (hem de) bu şeyin varlığının sebebine uygun olması, Bârî Teâlâ’dandır. “Duaya uygun olmakla beraber dua olmaksızın bu şeyin varlığ(a çıkmas)ı geçerli midir?” denilse biz buna “hayır” cevabını veririz, çünkü her ikisinin illeti de birdir ve o da Bârî Teâlâ’dır. O (Bârî Teâlâ nasıl) bir hastanın sıhhat sebebini ilacı içmek yapmış ise, bu şeyin varlığının sebebini de dua yapmıştır. Yani ilaç içilmez ise hastasıhhat bulamayacaktır. Durumduada ve bu şeyin uygunluğunda da aynı şekildedir. Zira bir hikmetin her iki duruma uygunluğu, (Allah’ın) kaderine ve kazasına göredir.Dua vaciptir; duaya icabeti beklemek de vaciptir. Bizim duaya yönelmemizin sebebi de bundandır. Duamız icabetin sebebi olur;duanın uygunluğu da, uğruna dua edilen şeyin ortaya çıkmasıdır; her ikisi de tek bir illetin ma‘lûlüdür. Bazen onlardan biri, diğeri vasıtası ile meydana gelir.
2 Şöyle kabul edilmektedir: Semâvî şeyler, yersel şeylerden etkilenir. Bu yüzden biz, onlara dua ederiz ve (onlar da)bizim duamıza icabet eder. Biz o semâvî şeylerin ma‘lûlleriyiz, onlar bizim illetimizdir. Ma‘lûl ise elbette illeti etkileyemez. İşte duamızın sebebi de o(semâvî varlıkla)r/a/dandır, çünkü onlar bizi duaya yönlendirmektedir. (Bu durumların) her ikisi de tek bir illetin ma‘lûlüdür.
3 Uğruna dua ettiği gayeyi faydalı görsebile (dua eden) adamın duasına cevap verilmemesindeki sebep, faydalı gayenin bu adamın muradı açısından değil de küllî nizam açısından olmasıdır. Dolayısı ile onun muradı bakımından olan gaye, faydalı olmayabilir. Hal böyle olunca onun duasına cevap verilmeyebilir.
4 Dua esnasında nefs-i zekiyyeyeEvvel’den kendisi ile anasır üzerinde tesirde bulunabileceği bir kuvvet verilir. Anasır, gönüllü olarak onun iradesine boyun eğer. İşte bu duaya icabet olur. Çünkü anasır, nefsin fiili için konulmuştur. Bedenlerimiz hakkında da böyle bir şeyi var saymak geçerlidir. Zira biz bazen bir şey hayal ettiğimizde nefislerimizin hallerinin ve hayal ettiğimiz şeyin gerektirdiği şeyler bakımından bedenlerimizde bir değişme meydana gelir. Nefis kendi bedenine tesir ettiği gibi bazen kendi bedeni dışındaki bedenlere de tesir eder; bazen nefis, kendisi dışındaki nefislere de tesir eder. Eğer anlatılanlar doğru ise Hintlilere ait olan evhamın anlatımı da böyledir.Bazen nefis,bir şey hakkında dua ettiğinde ve hakkında dua edilen gaye de küllî nizam bakımından faydalıolduğundaİlk İlkeler ve Evvel Teâlâbu nefsin duasına cevap verir.
5 Hiçbirduaya icabet edilmesi imkânsız değildir. Burada imkânsız olmamasının anlamı, her ne kadar dua eden vasıtası ile gerçekleşiyor ise de Evvel’inma‘lûlü olmasından dolayıdır. O şeyi imkânsız kılacak başka bir ma‘lûm yoksa O’nun ma‘lûlü olan her şey olu/cudu/r. Onu imkânsız kılacak başka bir ma‘lûmun men etmesinin anlamı şudur: Örneğin dua edenin, bir insanın helakı için beddua etmesi vebeddua edileninsanın helakının da mizacının bozukluğunu ortaya çıkarmasıdır.Hâlbukidiğer taraftan(beddua edilen insanın) mizacının sağlam olması gerektiği O’nun ma‘lûmudur.Böyle bir durumda (beddua eden insanın)dua(sı)nınicabet edilen olması geçerli değildir. Buradadiğer taraftansözü, bu mizacın sebeplerinden demektir. Onun (mizacının) sebeplerinden (beddua edilen insanın)sağlam olması gerekmediğini (Evvel)bilirse (beddua eden insanın)dua(sı) kabul görür ki, bu, orada başka bir ma‘lûmunimkânsız kılmadurumu olmadığı anlamına gelir. Dolayısı ile birkimsenin başka bir kimseyebeddua etmemesi gerekir, çünkü hiç şüphesizO (Allah) ilmiyledua edenin (kendisini,)duasını(n sebebini, yöneldiği kimseyive matlubunu en iyi) bilmektedir. O (insan)dua ettiğinde bu sadece, O’nun ma‘lûmu olduğuna delâlet eder. O’nun ma‘lûmu olan her şeyin varlığı da imkânsız değildir.
6 Evvel, kendisine ait ma‘lûmatınluzûmunun ve Kendisinden(sadır) olan ma‘lûmatınvucubunun sebebidir, ancak bu bir düzene göredir; bu düzen de: sebep ve sebepli düzenidir. O da bütün sebeplerin sebebidir; O, ma‘lûmatının(varlığa geliş, devam ve yok oluş) sebebidir.O’nun bilgisindeki bazı şeyler bazı şeylereöncelenir; bu durum da (O,) bir yönden illet olur, çünküEvvel’in bilinmesi, (o) illetin ma‘lûlüdür; (fakat) hakikatte ise (O,) her ma‘lûmun ve sebebin illetidir; çünkü O, her şeyi bilmektedir. Bu şöyle açıklanabilir: O, ilk aklıbilmenin illetidir; sonra da ilk akıl, kendi lazımını (yani Evveli) bilmenin illeti olur; o da eğer ilk aklı ve lazımlarını bilmenin sebebi olursa bir yönden ilk akıl illet olur, çünküEvvel’in bilinmesi, ilk aklın lazımlarındandır. Aynı durum duada da geçerlidir. Çünkü O, hakikatte (hem) dua edenin duasının sebebi, (hem de) dua edenin sebebidir. Sonra dua eden, kendi duasınınbilinmesinin sebebi olur, çünkü dua edenvasıtası ile dua, O’nun ma‘lûmu olur; dolayısı ile dua edenbir yönden, kendi duasını Evvel’inbilmesinin sebebi olur; (fakat) hakikatte dua eden Evvel’e tesirde bulunamaz; aksine hakikatte O (Evvel), dua eden olmaksızın müessirdir.