Makale

Mâlâyâniyi Nasıl Anlamalıyız?

Mâlâyâniyi nasıl
anlamalıyız?

Dr. İsa Kayaalp
İSAM

Hayat ve hayatın şartları insanların ezberini bozuyor. Sokağa çıktığımızda evdeki hesabın çarşıya uymadığını görüyoruz. Birtakım terimler zaman içerisinde anlamlarını başka anlamlara terkediyor. Bazı kelimeler çeşitli ortamlara, hatta şahıslara göre anlam kazanıyor ya da anlam değiştiriyor. Söz gelimi, “Haydan gelen hûya gider”in din dilindeki mânası ile günlük hayatta yüklenilen anlamı arasındaki fark gibi...

Din hayattır. Herhangi bir kimsenin dini, hayattan koparmak gibi bir niyeti olmaz ve olamaz, zaten buna gücü de yetmez. Ancak yaşanılan dönemi iyi okumak ve dolayısıyla doğru değerlendirmek, din adına hareket edenlerin önemli bir özelliği olmalıdır. Bazen insanların birbirine, “Yalan da olsa sevdiğini söyle, hoşuma gidiyor” dediği bir çağda yaşıyoruz.
***
Genellikle vaaz, hutbe ya da sohbet gibi dinî içerikli konuşmaların yapıldığı ortamlarda sıkça kullanılan mâlâyâni nedir? Sözlüklere baktığımızda, bu kelimenin Arapça olduğunu ve mâ-lâ-ya‘nî (mâ= şey, lâ-ya‘nî = bir şey kastetmez, amaçlamaz) şeklinde ayrıştırıldığını ve “manasız, faydasız söz ve iş”, “boş, saçma, abes şey” biçimlerinde anlamlandırıldığını görürüz.

Mâlâyâni eski dönemlere ait şair ve yazarların dilinde şu şekilde ifadesini bulmaktadır:
“Eyleme ehl-i salâha ta‘nı/Söyleme cehl ile mâlâyâni.” (Yahyâ Bey)
Ahmet Bican da: “Kaçan imdi gönlünde kasâvet bulsan ve bedeninde hastalık bulsan ve rızkında haram bulsan ve malında ziyan bulsan belki mâlâyâni söylemektendir” diyerek, söz ve eylem arasında din eksenli bir ilişki kurar.
Burhan Felek de bir yazısında; “Bize böyle lâtifeler etmeyin çocuklar; bizim vazifemiz bu gibi mâlâyâni ile meşgul olmamıza müsait değildir.” der.
Sümmânî de bir dörtlüğünde mâlâyâniye şöyle vurgu yapar:

“Her belâya tahammül kıl/Her nefeste yaratana şükreyle/Her kelâmı derûnunda fikreyle/Açma mâlâyâni kapısını.”
(Fethi Gözler, Edebiyatımızdaki Dinî-Tasavvufî ve Hikmetli Manzum Sözlerden Bir Demet, Ankara 2000, s. 135)
***
Günlük hayatta mâlâyâni, kendisiyle hiçbir hedef gözetilmeyen, “iş olsun torba dolsun” kabilinden, vakit geçirmek maksadıyla yapılan konuşmaları ifade etmektedir. Elbette Müslüman olarak bizim eylemlerimizin bir de âhiret boyutu vardır. Âhiret denilince de cennet ve cehennem birlikte düşünülür. Eğer bir iş, sadece iyiliğe (cennet) vesile olmayıp insanı kötülüğe (cehennem) sürüklüyorsa, bunu mâlâyâni bağlamında değerlendiremeyiz.

Böyle bir iş “boş, abes” değildir; azaptır ve ardından cezayı gerektirir. Oysa mâlâyâni, âhiret adına bir fayda sağlamadığı gibi günah veya haram da sayılmayan işler demektir.
Mâlâyâni veya mâlâyâniyi terketme konusuna bu açıdan da bakmak gerekir. Öyleyse günümüzde neler mâlâyâni, neler mâlâyâni değildir diye bir soru sorabiliriz? Aslında mâlâyâni konusundaki ölçüler bellidir. Bu bağlamda insanlara zarar veren konuşmaları mâlâyâni olarak değerlendiremeyiz. Fakat dinin yasakladığı dedikodu ve iftira gibi fiilleri içermeyen ve günlük dilde “geyik yapmak” ya da “geyik muhabbeti” denilen konuşmaları, mâlâyâni bağlamında değerlendirmek daha doğrudur.

İnsanın her zaman ve her yerde ciddi olması, bilimsel, sanatsal, düşünsel konuşmalar yapması mümkün olmaz. Hatta bazı hallerde sürekli ciddi konulardan bahsetmenin birçok insanı sıktığına da şahit oluyoruz. Bu gibi durumlarda insanların üzerine gidildikçe, bıkkınlığın yanı sıra tepki vermesine sebep olunmaktadır. Her yapılan eylem veya söylenen söz, yerli yerinde olursa güzel ve anlamlıdır. Elbette illâ söz söylemek de gerekmez. İnsanları sıkmadan, tepkisine sebep olmadan iletişim kurmak da mümkündür.
Büyük şehirlerin, “modern hayat”ın ve iş ortamlarının strese kaynaklık ettiğini biliyoruz. Sürekli koşma ve koşuşturma insanları gerginleştirmekte, istenmedik halleri yaşamasına sebep olmaktadır. Hatta bu gibi haller, birtakım ruhsal sıkıntıların yaşanmasına da yol açmaktadır.

İnsanın ruha gıda özelliği taşıyan veya taşıyacak davranışları, rahatlamasına ve sükûnet bulmasına sebep olmaktadır. Bazı zamanlar, günlük hayatın stres ve sıkıntılarından kaçıp, kimseye zarar vermeyen, kimseyi çekiştirmeden havadan sudan konuşmak, birçok insan için “şifa” özelliği taşımaktadır.

Sağlıklı iletişim kurabilmek için insanları kümelendirerek söylem geliştirmek, iletişimsel kurguya daha uygundur. Çünkü herkes aynı şeylerden hoşlanmaz. Birisi için ağır ve anlaşılmaz olan, bir başkası için anlaşılır olabilmektedir. Kültürel seviyeler, sosyal statüler, yapılan işlerin özelliği gibi hususlar, konuşmaların içeriğini belirlemede önemli etkenler arasında yer almaktadır.

Pedagojik bağlamda da durum bundan farklı değildir. Önemli gördüğümüz konuşmaların arasında, ister istemez “havadan sudan” sözlere de yer vermek gerekmektedir: Duvarı salt tuğla ya da taştan yapmayıp, taş ve tuğlaların arasına dolgu malzemeleri koymak gibi... Kurduğumuz cümlede kullandığımız her kelimenin “terim” özelliği taşımaması gibi...
Her insan kümesinin kendine göre bir konuşma dili ve biçimi vardır. Çocukların çocuk dili, çocukluktan gençliğe geçiş döneminde farklı bir dil, gençlerin kendi aralarında konuştuğu ve çok önemli addettikleri konuların anlatım dili ki, bunlar da kendi arasında kültür düzeyine, sosyal statüsüne, oturduğu şehre, hatta şehrin bölgesine ve beldeye göre değişiklik göstermektedir. Daha ileri yaş gruplarının konuşma dili ve konuları da birbirinden farklıdır. Köyde, kasabada yaşayan ile Beyoğlu, Nişantaşı vb. yerlerde yaşayanların dili de birbiriyle mukayese edilemeyecek derecede farklı ve hatta birbirine yabancıdır.

İnsanların geçmişte çok önemsediği, hatta hayatî bulup sabahtan akşama, akşamdan sabaha kadar konuştukları konular, sonraki yaş dönemlerinde, bir anlam dahi ifade etmeyebilir. Çünkü yaşadığı dönemdir insan için önemli olan… Herkes bulunduğu yerden, bulunduğu makamdan, bulunduğu sosyal statüden hayata bakmakta ve yorumlamaktadır.

Yıllar geçip yaşın ilerlemesiyle birlikte önemsenen, peşinden koşulan, vazgeçilmez gibi görülen şeyler önemini yitirmiş, maddî ve manevî anlamda hayatta kalmanın önemi çevresindeki konular gündeme gelip yerleşmiştir. Büyük bir koşu içinde olduğunu sanan bazı insanlarda, “insanî” gereksinimleri dahi tehir edilip; iş ve kazanç lehine dengeler bozulurken, iş işten geçtikten sonra “insanî” olguların öne çıktığı görülmektedir. “Eyvah, eyvah!” demeye başlandığında, tehir edilmiş olan insanî (din, ahlâk vb.) hususlar kendini ciddi anlamda hissettirir. Dolayısıyla konuşma dili ve konuları da değişir. Hatta bazı insanların bu anlamda hayatı yeni başlar.

Hedef kitle belirlenmeden toptancı (total) bir yaklaşımla yapılan konuşmaların, artık istenilen düzeyde fayda sağlamayacağının bilinmesi gerekir. Hedef kitlelerin kimlerden oluştuğu bilinip ona göre konuşulması, hatta konuların, konuşulacak dilin yani kelimelerin dahi seçilmesi iletişim açısından oldukça önemlidir. Her yaş grubunun, her iş grubunun, her sosyal ortamın kendine özgü bir dili vardır. Her küme kendi içerisinde rahatlıkla konuşup anlaşırken, aynı konular başkalarına mâlâyâni gibi gelebilir. Bu durumda din adına ortak dilin, ortak kültürün yakalanması, uzlaşmayı ve insanların kendi aralarında anlaşabileceğini gösterir.

Özellikle günümüz insanı için dertleşmek, paylaşmak anlamında konuşmak bir şifadır. Hayatın baskısı, büyük şehirlerin yalnızlığı; tekniğin, teknolojinin insanın önüne geçmesi ve insan unsurunun yok sayılması gibi hususlar, insanı yalnızlığa mahkûm etmiş durumdadır. Kırda, bayırda canınız sıkıldığı zaman türkü söyleyebilirsiniz, hatta çevrenizdeki eşya ve hayvanlarla bile konuşabilirsiniz. Fakat şehirdeki insan bunları yapamaz.

Büyük şehirlerde yaşayan insanların konuşması, paylaşması hayatî bir önemi haizdir. Bu insanları mâlâyâni (boş şeyler) gibi görülen konuşmalardan sakındırmak veya bu insanların kendini mâlâyâniden sakınmaları çok kolay olmayabilir.
Mâlâyâniyi iyi ayrıştırmak gerekir. Elbette dedikodu, gıybet, iftira vb. hususlar mâlâyâni bağlamında değerlendirilemez. Bunlar, insanlara birebir zarar verdiği için İslâm’ın yasakladığı hususlardır. “Kim ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?” anlatımının bağlamına giren hususları, mâlâyâni olarak değerlendirmek kimin haddine düşmüştür? Hatta kim bunları şifa olarak görebilir ki?
Din insanı esas alır ve onun faydasına olan bir şeyi yasaklamaz. İnsana faydalı olmayanlar ise tartışılmaz bile… Bunun için mâlâyâni dediğimiz şeyi iyi bilmek, iyi kurgulamak ve ayırıcı özelliği konuşmak olan insanı bundan alıkoymamak gerekir. İnsan konuşacaktır, hatta konuşması gerekir.

İnsan konuştukça bilgisinin doğruluğu-eğriliği ortaya çıkar. Yeni konuşmaya başlayan bir çocuğun çeşitli sesler çıkartmak suretiyle dili öğrenmesi gibi, insanlar da zaman zaman içi dolu olmayan sözler söyler. Bunların insana şifa olabileceğini de hesaba katmak gerekir. Mâlâyâniyi sözlük anlamında alıp genelleştirerek bir yerlere varmak zordur. Kur’an ayetlerinde ve Hz. Peygamber’in hadislerinde ifade edilen hususları, bu bağlamda görmemek gerekir. Onları ifade etmek için kavram sıkıntısı çekmiyoruz ki!