Makale

Muhabbet Marifetin Neticesidir

Prof. Dr. Mehmet Demirci
Dokuz Eylül Ü. İlahiyat Fakültesi

Muhabbet
Marifetin Neticesidir

Allah hem sevilen hem korkulan bir varlıktır. Allah’tan korkmamız, herhangi bir varlıktan veya düşmandan korkma duygusuna benzemez. Korkumuzun sebebi, O’na olan büyük saygımızdır. Nasıl ki, babasını çok seven bir çocuk, onu incitecek davranışlardan şiddetle kaçınır, onu üzmekten korkarsa, bizim Allah’tan korkmamız da bir bakıma O’nu çok sevmemizden kaynaklanıyor demektir.
Kur’an-ı Kerim’de "sevgi" sözüne sıkça rastlanır. Meselâ "Allah iyilik edenleri sever." (Bakara, 195), "Tövbe edenleri sever.", "Temizlenenleri sever" (Bakara, 222), "Müttakileri sever." (Al-i Imran, 76), "Sabırlı olanları sever." (Al-i İmran, 146) buyrulur. Maide suresi 54. ayette "Allah onları sever onlar da Allah’ı severler" denir. Buna göre sevmek ve sevilmek Allah’ın vasıflarıdır.
Allah aşkı
Bilindiği gibi "aşk" sevginin ileri derecesidir, sevginin şiddetli hâlidir. Bakara suresi 165. ayette "Müminlerin Allah’a karşı pek şiddetli sevgisi olduğu" üzerinde durulur. Şiddetli muhabbet ise aşktan başka bir şey değildir.
Allah sevgisi, İlâhi aşk neden önemlidir? Sevgi, insanda bulunan duyguların en güçlüsü, en etkileyicisi ve yapıcı olanıdır. Allah’a inanmak, O’na kulluk etmek sadece akılla olup biten bir şey değildir. İmanın ve kulluğun bir de duygu boyutu vardır. Severek iş yapmak, severek kulluk etmek daha derin ve feyizlidir, işini, iş yerini, amirini seven kimse, çalışmalarında daha başarılı ve daha verimli olur. Kulluk da böyle- dir. Severek yapılırsa, külfet olmaktan çıkar ve daha zevkli hale gelir.
Tanıyan sever
Allah sevgisi nasıl gerçekleşecektir? Allah’ı sevmek, O’nu daha iyi bilmek, daha iyi tanımakla mümkün olur. Eski ifadesiyle "muhabbet marifetin neticesidir." Bazı kimseleri yakından tanıdıkça sevgimizin arttığı bir gerçektir. Allah’ı bize tanıtacak olan O’nun Kitab’ı ve Peygamberi’dir. Bu hususta Kur’an- ı Kerim’de önemli bir ip ucuna rastlıyoruz. "Rasulüm de ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da siz sevsin." (Al-i Imran, 31)
Demek ki Allah sevgisi, kuru bir iddia olmamalıdır. Ayete göre, gerçekten Allah’ı sevenler O’nun Peygamberine uyacaklar, onun ahlâkıyla ahlâklana- cak, onun yolundan gideceklerdir. Allah sevgisi, ancak böyle olursa sonuç verecektir. O halde, hayal kırıklığına uğramış âşıklar gibi, sevgimizin karşılıksız kalmamasını, yani Allah’ın da bizi sevmesini istiyorsak, O’nun sevgili Peygamberine uyacağız. Bu şekilde olmayan sevgiler boştur, kişinin kendini aldatmasından öte bir değer taşımazlar. Şair ne güzel söylemiştir:
Muhabbetten Muhammed oldu hâsıl
Muhammed’siz muhabbetten ne hâsıl!
Hz. Muhammed’in rengini taşımayan, onun yoluna uygun olmayan sevgi iddialarının hiçbir değeri yoktur.
Sevgi ve ahlâk
Allah sevgisinin birtakım belirtileri vardır. Meselâ rikkatli, hassas, ince bir kalb taşımak bu belirtilerdendir. Enfal suresi 2. ayette dile getirilen vasıflar onlarda bulunur: "Gerçek müminler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman kalbleri ürperir, karşılarında ayetleri okununca bu onların imanını arttırır."
Allah’ın adını duyunca kalpleri ürperen bu kişiler, aynı zamanda şefkat ve merhamet hisleriyle doludurlar. Allah’ın yarattığı her şeye sevgi duyarlar. Bilhassa zayıfa, düşküne, acize karşı şefkat ve ilgi gösterirler. Onların dertleriyle dertlenir, yaralarına merhem olmaya çalışırlar. İlâhî aşkın bu ahlâkî ve sosyal boyutu çok önemlidir.
Allah sevgisiyle dolup taşan gönüller öylesine büyür ki, onların sahipleri, sadece dost ve yakın saydıklarına değil, bilerek bilmeyerek kendilerine karşı duranlara bile hayır duada bulunurlar. Taş atana gül atarlar, vurmak isteyenin elini öperler.
Sevgi ve kulluk
Allah sevgisi iyi bir kulluğu da beraberinde bulunduracaktır. Hak âşıklarından Rabia-i Adeviyye şöyle der: "Allah’ı sevdiğin halde O’na karşı mı geliyorsun? Ne tuhaf şey, seven sevdiğine itaat eder."
Belli bir ahlâkî olgunluğa erişmemiş olanın, İlâhî aşktan nasibi olamaz. Meselâ sabırlı ve tahammüllü olmak güzel ahlâkın bir göstergesidir. Hâdiseleri soğukkanlı ve tahammülle karşılamak, öfke ve isyan tavırları sergilememek bir olgunluktur. Nihayet her olayın İlâhî takdire dayanan bir yönü yok mudur? En acı hâdiseleri bile anlayış ve tevekkülle karşılamak akılcı bir davranış değil midir? Şikayet ve isyan içinde olduğumuz takdirde, hem boşuna kendimizi yıpratmış oluruz, hem de sevdiğimizi söylediğimiz Allah’tan gafil oluruz.
Allah’ı gerçekten seven kimseler, sadece mutlu günlerinde değil; her türlü acılı, ıstıraplı ve felâketli günlertinde de O’na olan iman ve bağlılıklarını devam ettirirler.
Hadislerde de "Allâh’ı ve Hz. Peygamber’i her şeyden çok sevmek lâzım geldiği, bir kimseyi sevenin de ancak Allah için sevmesi gerektiği, "imanın tadı"nın ancak böyle duyulabileceği" belirtilir. (Buhari, İman, 9; Müslim, İman, 67,68) Başka bir kudsî hadiste "Çeşitli faydalı hareketlerle kendisine yaklaşmaya devam eden kulu sonunda Allah’ın seveceği, onu sevince gören gözü, işiten kulağı, tutan eli, yürüyen ayağı olacağı" (Buhari, Rikak, 35) ifade edilir.
Bu bakış açısından sevgi ve aşka dayalı eylemler daha içten, daha sıcak ve daha kucaklayıcı bir görünüm taşır. Bu duygu, sahibinin eşyaya, çevresine, öteki insanlara ve Allah’a karşı daha içten ve candan yaklaşmasını sağlar. Varlıklar içinde aşkın yabancısı olabilecek bir zerre bile yoktur. Fakat her varlığın aşkı, kendi istidat ve seviyesine göredir. Hakiki aşk ise insan ruhunun Allah’a karşı bir özlemidir.
İman ve dine ruh ve revnak verecek olan sevgidir, aşktır. Hz. Peygamberin ifâdesiyle Allah ve Peygamber sevgisi "imanın tadı"nı bulmaya vesiledir.
Hak âşıklarından Yunus Emre de böyle düşünenlerdendir. Bütün âlem İlâhî sevginin eseri olduğu için herkeste İlâhî muhabbetten bir iz vardır. Fakat bu kâfî değildir, ona göre Allah’ı aşk derecesinde, şuurlu ve candan sevmeyenin imanı taş gibi sert ve kurudur:
"Cümle âlemin gönlünde vardır O’nun muhabbeti
O’nu candan sevmeyenin bil ki imanı taş oldu"
Yunus Emre gibi düşünenlere göre Allah aşkı gönülleri yakarak yumuşatır, muma döndürür, rikkat, incelik ve hassasiyet kazandırır. (Bk. Mehmet Demirci, Yunus Emre’de Aşk ve İnsan Sevgisi, Kubbetaltı Neşriyat, 1st., 1997) Bundan nasipsiz olan gönüller ise kararmıştır, kaya gibi kaskatı, sert ve kış gibi soğuktur:
"Aşkı var gönül yanar yumşanır muma döner
Taş gönüller kararmış sarp katı kışa benzer."
Kur’an’da da bir kaç yerde "Kalbleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun" buyrulur. (Zümer, 22; Hacc, 53)
İdealimiz eşyaya, insana ve Allah’a karşı sevgi dolu bir gönle sahip olmaya çalışmak olmalıdır.