Makale

Allah’ım Kolaylaştır, Zorlaştırma!...

Allah’ım
Kolaylaştır,
Zorlaştırma!...

Dr. Mehmet Bulut
DIB APK Uzmanı

Bu makalede "Sıbyan Mektepleri" üzerinde kısaca durmak istiyorum. Konuya girmeden önce, Osmanlı döneminde asırlar boyunca sürdürülmüş olan mektebe/okula başlama törenine ilişkin tabloyu, tarihe yolculuğa çıkarak zihnimizde şöyle bir canlandırmaya çalışalım:
Farz edelim ki, dört yaşından dört ay, dört gün almış veya beş altı yaşlarına gelmiş çocuğunuz var. Onun artık mektebe gitmesi gerektiğini düşünüyorsunuz. Mahallenizde bir hocası, bir de yardımcısı bulunan ve adına "Sıbyan Mektebi" veya "Taşmektep" yahut da "Mahalle Mektebi" denilen bir okul bulunuyor. Okula başlama zamanının yılın belli bir ayının belli günlerine has olmadığını, bilakis sizin arzu ettiğiniz ya da çocuğunuzun artık okumaya başlaması gerektiğine kani olduğunuz bir sırada olabileceğini de biliyorsunuz. Kesin kararınızı verip gün de belirlediyseniz, çocukları mektebe başlatmanın bir usulü olduğunu unutmamak ve bu işi, - hali vaktiniz de yerindeyse- gelenek hâline gelmiş bir törenle, bir seremoni dahilinde yapmak durumundasınız. Okula yeni başlayacak çocuğunuz için düzenlenecek bu törenin adı "Bed’i Besmele" veya halk arasında bilinen ismiyle "Âmin Alayı"dır. Bu merasim özetle şöyle olacaktır:
Âmin Alayı
Çocuğunuzun törende giyeceği en güzel elbiseleri, boynuna asacağı son derece süslü cüz kesesini ve cüzü temin edip i gerekli diğer hazırlıkları da ^ yaptıktan sonra, mektebin hocasına bir gün öncesinden haber göndereceksiniz. O da kendi hazırlıklarını yapacak. Halen mektebe devam eden öğrencilere "Yarın ’âmin’ var; güzelce giyinin de öyle gelin" diyecek. Duruma göre, başka mektebin hoca ve öğrencilerine de törene katılmaları için haber gönderecektir.
Ertesi gün -ki, bu ya Perşembe ya da Pazartesi günüdür- mektebin mevcut öğrencileri bayramlık elbiselerini giyinmiş olarak okulda toplanacaklar. Hoca; törende İlâhi, marş, mektep şarkısı söyleyecek öğrencileri (İlâhi grubu) önde, İlâhi arasında "âmin" diyecekleri (âmin grubu) de arkada olmak üzere çocukları ikişerli olarak sıraya koyarak bir alay oluşturacak. Sonra alay yürüyüşe geçecek. Öndekiler yüksek sesle ve koro hâlinde İlâhi ve marşlar okuyarak, arkadakiler de kıta ve beyitler arasında "âmin" diyerek sevinç içerisinde evinizin önüne gelecekler. Siz de bu arada yeni ve üzeri mücevherlerle süslenmiş elbiselerini giymiş, sırmalı cüz kesesini boynuna asmış olduğu halde çocuğunuzu kapınızın önünde bekleteceksiniz. Âmin alayı evinizin önüne gelince mektebin hocası dua edecek, oradan bulunan herkes âmin diyecektir. Sonra çocuğunuz bir arkadaşıyla ya da birkaç yakınıyla birlikte, önceden süslenip hazırlanmış bir faytona ya da "midilli" adı verilen bir ata bindirilecek, peşinden hocalarıyla birlikte İlâhi ve âmin grupları, İlâhi ve marşlar söyleyip âmin diyerek ağır bir yürüyüşe geçecekler. Bu sırada bir kişi atlastan yastık üzerinde cüz kesesi ile elifbayı, onun arkasından bir kişi de çocuğunuzun mektepte oturacağı minderle okurken cüzünü üzerine koyacağı rahleyi kafilenin önünde taşıyacaktır. Aile olarak siz, yakınlarınız ve davetliler kafilenin arkasından yürüyeceksiniz.
Kafilenin geçtiği cadde ve sokaklarda İlâhi, marş ve âmin seslerini duyan halk yola çıkarak, evlerdekiler de kapı ve pencerelere koşarak sevinç ve gıpta ile sizi seyredeceklerdir.
Mahalle veya semtin sokaklarında bu şekilde bir süre dolaştıktan sonra çocuğu- ı nuz, ilk dersini almak üzere âmin alayı ile birlikte ya I mektebe, ya da evinize getirilecektir. Mektebe getirilmesi halinde, çocuğunuz kurallarına uygun şekilde hocasından ilk dersini alacak, ardından hocasının ve davetlilerin elini öpecek. Öğrencilerden birisi aşr-ı şerif okuyacak ve sonra hoca dua edecek. Ardından topluca evinize gelinecek ve vereceğiniz ziyafetle tören tamamlanacaktır.
Evdeki heyecan
Yukarıda değinildiği gibi âmin alayı, sokak ve caddelerde yaptığı yürüyüşü tamamladıktan sonra, çocuğunuza ilk dersi vermek üzere doğrudan evinize de gelebilir. Bu durumda, evinizin en büyük odası minder ve seccadelerle döşenmiş, içerisi havalandırılmış, öd ağacı ve buhurlar yakılıp kokulandırılmış olacak. Misafirler bu odada toplanacaktır. Mektebin hocası odanın tam ortasındaki mindere oturacak, çocuğunuz da hocanın tam karşısında diz çökecek. Boynundaki son derece süslü cüz kesesinden yine son derece cazip elifbasını çıkarıp rahlenin üzerine koyacak. Hocaefendi eûzü besmele çekip -yazımıza başlık olarak da aldığımız- "Allah’ım, kolaylaştır, zorlaştırma! Allah’ım, okumamı hayır ile bitir!" anlamına gelen "Rabbi yessir velâ tuassir, rabbi temmim bi’l- hayr" duasını okuyarak çocuğunuza tekrar ettirecek. Sonra, belki sadece "Elif" harfini öğretip ilk dersini vermiş olacaktır. Dersin sonunda da "Rab- bim, ilmimi, akıl ve anlayışımı arttır ve beni iyilere kat!" anlamına gelen ve ayetlerden (Tâ-hâ, 114; Yûsuf, 101) derlenmiş olan "Rabbi zidnî ’ilmen ve fehmen ve elhıknî bi’s-salihîn" duasını kendisi okuyup çocuğa tekrar ettirecektir. Çocuğunuzun; hocasının, sizin ve davete iştirak eden diğer büyüklerin ellerini öpmesini müteakip okunacak Kur’an ve yapılacak dua ile tören tamamlanacaktır.
Tören sonunda imkânlarınız ölçüsünde davetlilere ikramda bulunacaksınız. Yine imkânlarınızın elverdiği kadar hocaya, kalfaya (hocanın yardımcısı) ve âmin alayına katılan bütün çocuklara hediyeler ve harçlıklar vereceksiniz.
Yüzyıllar boyu az çok farklı biçimler alsa da sıb- yan mekteplerinde "Bed’i Besmele (Besmeleye Başlangıç)" merasiminin, diğer ifadeyle "Âmin Alayı"nın, OsmanlIların son dönemine kadar sürdürüldüğü anlaşılmaktadır.
Sıbyan Mektebi
Sıbyan mektebi ne idi, nasıl bir eğitim sunuyordu, öğreticileri nasıl yetişir, nasıl tayin edilirdi? Mali finansmanı nasıl sağlanırdı? Bu ve benzeri sorulara cevap teşkil edecek kapsamda konunun irdelenmesi bu makalenin sınırları dışında kalıyor. Meseleye kısaca değinecek olursak şunları söyleyebiliriz:
Köklü ve ciddi bir eğitim süreci, bilindiği gibi, Osmanlı eğitim sisteminin esasını oluşturan medreselerde gerçekleştirilmiştir. Sıbyan mektepleri ise, Osmanlı döneminde, beş-altı yaşlarına gelmiş kız ve erkek Müslüman Türk çocuklarını okutmak için açılmış olan ilk eğitim kurumlandır. Osmanlı topraklarının hemen her tarafında ve her mahallede, yaygın bir şekilde bulunuyordu. Mektep binaları, çoğu kez mahalle camii müştemilatı içinde
ve camiye bitişik olarak açılmış bir odadan ibaret idi. Büyük yerleşim birimlerinde bazı külliyeler içinde de sıbyan mektebi bulunuyordu. Bu mektepler, başta devlet ileri gelenleri olmak üzere hayırseverler tarafından açılmışlardı ve çoğu kez banisinin adını taşımaktaydı. Burada çocuklar ücretsiz okutulduğu gibi dar gelirli aile çocuklarının ihtiyaçları da karşılanabiliyordu.
Çocuklar sıralarda değil, yerde minder üstünde diz çökerek oturuyorlar, önlerinde cüz ve Kur’an’larını koymaları için rahleler bulunuyordu. Hoca ve varsa kalfası, ders sırasında bir kısım öğrenciyle meşgul olurken diğer çocuklar serbest kalırdı. Serbest kalan öğrencilerden isteyen çalışır, isteyen yazı yazar ya da sükuneti bozmamak kaydıyla bir şey yapmadan oturabilirdi. Mektep mahalle içinde ve evlere yakın olduğu için çocuklar, öğle yemeği için rahatça evlerine gidebilirdi.
Sıbyan mekteplerinde sınıflandırma yapılmazdı. Bununla birlikte hoca, aynı düzeydeki çocukları gruplandırarak ders verebilirdi.
Osmanlının son dönemlerinde zorunlu ilk eğitim kurumu olan iptidai mekteplerin açılmasıyla sıbyan mekteplerinin yerlerini bu okullar almıştır.
Sıbyan mektebi ile günümüz eğitim kurumla- rından biri arasında bir benzerlik kurmak zordur. Bu, ne bir temel eğitim, ne de bir okul öncesi eğitim kurumudur. Asıl amacı çocuklara Kur’an okumasını ve namaz kılmasını öğretmek, namazda okunan ayet, sûre ve duaları ezberletmek, biraz da yazı yazmasını, ayrıca bazen basit matematik işlemlerini, tarih ve coğrafya bilgilerini belletmekti. Bu mekteplerde çocuklara İlâhi ve marşlar da öğretilmekteydi. Bu haliyle sınırlı bir eğitim programı içermekteydi ve bir okul olmaktan öte bir "ders ünitesi" sayılabilirdi. Öğreticileri, genellikle camiin imam veya müezzini idiler. Mektebin öğrenci durumuna göre hocanın kalfası/kalfaları olabildiği gibi ayrıca bir temizlikçi hademe (bev- vab) ve bir mubassır (çocukları evlerine götürüp getiren ve kavga etmelerinin önüne geçen görevli) görev yapabiliyordu.
Çocuklara ders verecek hocanın gücü takati yerinde, zekaca üstün yaşlılardan seçilmesine ve bu kişilerin son derece haysiyetli olmalarına özen gösteriliyordu. Böylece çocukların ilk eğitimlerinde, belli bir olgunluk düzeyine erişmiş kişilerle çocukların yüz yüze gelmesi amaçlanıyordu.
Mektebe başlama merasimle olduğu gibi okumayı öğrenme, Kur’an’ı hatmetme ve mektebi bitirme durumları da vesile edilerek küçük çaplı törenler yapılmıştır.
Öğrenmeye başlamanın ilk basamağı olması nedeniyle, bu mekteplerde verilen eğitim ve bu esnada yapılan törenler, kişilik oluşumunda önemli ölçüde etkili olmuş ve nitekim bunlar, birçok meşhurun zihninde unutulmaz izler bırakarak eserlerine yansıtılmıştır.
Eğitime getirdiği değerler
Osmanlı sıbyan mekteplerini günümüz eğitim kurumlarıyla mukayese ederek eleştirmenin ve aşağılamanın uygun olmayacağını düşünüyorum. Kuşkusuz Osmanlı eğitim kurumlarında ve bu bağlamda sıbyan mekteplerinde -ki bunlar artık tarihe mâl olmuşlardır- çağımız eğitimcilerinin kabul edemeyeceği uygulamalar (öğretimde ezbere ağırlık verilmesi, öğreticinin bazen aşırı otoriter tutumu, cezalandırma yöntemi vb.) olmuştur. Ancak, bu kurumlardaki eğitim anlayışını kendi döneminin şartlarında ve ona yüklenen misyon ile değerlendirmek daha uygun olacaktır. Burada günümüzün eğitimcileri olarak bize düşen, bu tarihî tecrübeden faydalanma yollarını araştırmaktır. Unutmamak gerekir ki Türkiye, imparatorluk bakiyesi bir ülkedir ve o imparatorluktan bize intikal eden tarihî her türlü mirası iyi değerlendirip istifade cihetine gitmememiz büyük önem arz etmektedir.
Buna göre, konumuz olan sıbyan mekteplerinin eğitime kattığı hangi değerlerden söz edebiliriz? Ben, konumuz çerçevesinde sadece birkaç hususun altını çizmek istiyorum.
Bir defa çocukların erken yaşta Kur’an’la buluşturulması önemlidir ve üzerinde durulması gerekir.
İkincisi, yukarıda özetlemeye çalıştığım âmin alayı/okula başlama töreni, çocuklarda okuma ve öğrenme motivasyonunu sağlaması yönüyle ele alınabilir. Dikkat edilirse çocuk, eğitime başlayacağı ilk gün, velisi tarafından alınıp okula götürülmesi yerine bir bakıma okul, çocuğun ayağına getirilmektedir. Merasim sırasında ortaya konan davetkâr tutum ve davranışların çocukta okula ve öğrenmeye karşı olumlu bir ilgi uyandıracağı şüphesizdir. Bu açıdan Osman Ergin’in Türk Maarif Tarihi adlı mühim eserinde söylediği "Bu alayı görenlerden hiç kimse bulunmazdı ki henüz okumak çağına gelmemiş olan çocuğunun böyle bir alayla mektebe başlamasını temenni etmiş olmasın. Ve hiçbir yavrucuk görülmezdi ki kendisinin de böyle atlarla, arabalarla ve alaylarla dolaşarak mektebe başlamayı istemiş olmasın" (c. 1, s. 94) şeklindeki ifadelerini önemsiyorum.
Üçüncüsü, bu ve benzeri törenler, çocuktaki okul korkusunu önemli ölçüde izale edebilir. Okul- öğretmen-öğrenci-veli ilişkisi açısından da iyi bir başlangıç sayılabilir.
Dördüncüsü, çocuk okula başlarken öğretmen/idareci ile veli arasında kayıt için parasal yönden bir sürtünmenin yaşanmamasıdır. Veli, imkânlarının ölçüsünde, gönül rızasıyla ve çocuğunu okumaya teşvik doğrultusunda birtakım fedakârlıkta bulunmaktadır. Çocuğun zihninde bu noktada, yanlış imajların oluşmasına fırsat verilmemektedir.
Ayrıca, sıbyan mektebinde eğitim ve öğretim veren kişinin, gücü yerinde ve zekâca üstün olmak kaydıyla yaşlılardan seçilmesi olgusu da, üzerinde düşünülmesi gereken bir başka husustur.
Zarfa da dikkat...
Yazımızı noktalamadan önce, yukarıdaki bilgiler ışığında Diyanet İşleri Başkanlığımıza bir öneride bulunmak istiyorum. O da, başta Kur’an elifbası ve dini bilgiler ders kitapları olmak üzere, çocuk ve gençlerimize yönelik kitapların kaliteli kağıda ve çağımız basım teknolojisinden azami faydalanarak görsel yönden son derece cazip, çekici ve ilgi uyandırıcı bir kalitede basılmasıdır. Nitekim bakınız, Osman Ergin, yukarıda adını verdiğim eserinde (s. 95) ne diyor: "Çocukların okuyup yazma hevesini artırmak için o vakit ki elifbalar şimdikinden daha süslü basılır, baş tarafı boyalı ve yaldızlı olurdu; bazı zengin ve eski aileler ise yazma ve tezhibli hatta ailenin eskilerinden kalma elifbalardan teberrüken ders okuturlardı. Hilâller pirinç, vakfon, gümüş hatta altından yapılarak herkes haline göre bir türlüsünü alır ve harfleri işaret etmek üzere çocuklar tarafından kullanılırdı."