Makale

Fiilî Dua Ya da Duanın Alt Yapısı (Eylem)

Fiilî Dua
Ya da
Duanın Alt Yapısı (Eylem)

Doç. Dr. Halil Altuntaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

İhtiyaçlar, insanın sürekli olarak bir şeyler peşinde olmasını, çalışmasını, kısacası, istemesini gerektiriyor. İstemek, hayatın bütününü kuşatan bir süreçtir. Geçimi sağlamak için çalışmak, istemektir; belirlenen herhangi bir amaca ulaşmak için sergilenen gayretler istemektir; sağlığın korunması için başvurulan tedbirler istemektir; Yaratıcı’nın hoşnutluğunu kazanmaya çalışmak istemektir. Kısacası ulaşılmak istenen bir sonucun ortaya çıkması için gerekli ortamın oluşturulmasına çalışmak, o yöndeki isteğin eylem ile ifadesinden başka bir şey değildir. Bu, istemenin genel ve felsefî boyutudur. Gündelik hayatımızda istemek ise bir ihtiyacın karşılanması konusunda bir başka kimeseye yöneltilen talep akla gelir ve temelde bu, söze dayanan bir etkinlik olarak değer bulur. İşte aynı anlayışın sonucu olarak, "dua" deyince akla, söz kalıbı içinde, Allah’a yöneltilen istekler gelir.
Dua hâlindeki kul, bütün zayıflığı, acizliği ve ihtiyaçları içinde, Yaratıcı’nın sonsuz kudretinin ve yüceliğinin bilincindedir. Bu yönüyle dua, isteyen ile kendisinden istenen arasında ve Kulluk-Rububiyet ölçüleri içinde kurulan en kısa ve en sağlam yoldur. Bu yola giren kul, kul olmanın gerektirdiği konumu almış, Rabb’in mutlak kudret ve hakimiyetini bilmiş ve teslim olmuş demektir. Bu bilinç ve duruşun göstergesi olması bakımından duanın anlamı büyüktür. İşte bundan dolayı "Allah için, duadan daha değerli bir şey yoktur." (Ahmed Ibn Hanbel, Müsned, II, 362)
Allah’a yöneltilen sözlü istekleri ifade etmesi, duanın yalnızca söz kalıplarına mahkûm bir talep biçimi olarak algılanmasını gerektirmez. Duayı asıl dua yapan, onu âdeta besleyen ve kabule karîn eden şey eylemdir, fiildir. Peygamber Efendimiz, her alanda olduğu gibi, dua konusunda da bize örnek olmuştur. Bir şey istemeden önce, o isteğin gerçekleşmesi için, istenilen şeyin bağlı olduğu sebeplerin gözetilmesi gerektiğini bize yaşayarak öğretmiştir. O yüce Peygamber’in, "Allah’ım! Kuvvetimin azlığını, çaresizliğimi, insanlar katında değersizliğimi Sana arzediyorum. Ey merhamet edenlerin en merhametlisi! Sen, darda bırakılanların Rabbisin. Beni kime terk ediyorsun. Beni kabaca ve çirkin bir yüzle karşılayacak olan uzak düşmana mı, yoksa işimi eline verdiğin yakın dosta mı? Eğer bana gazap etmediysen, (karşılaştığım bütün güçlüklere) aldırmıyorum. Yine de Senin bahşedeceğin afiyet benim için daha iyidir." (ibnülkayyım el Cevziyye, Zadü’l-Meâd, Müessesetü’r- Risale, 1996, 1. 96) diye Allah’a sığınışı, dini tebliğ için gittiği ve pek çok eziyet ve hakaret gördüğü Taif’ten dönüşü sırasında gerçekleştirnişti. Yine şu hadis söz ile eylem arasında bulunması gereken bağlantıyı dua düzeyinde çok güçlü bir şekilde ortaya koymaktadır: "Duasının kabul edilmesini, sıkıntısının giderilmesini isteyen kimse, zorda kalan bir kimsenin sıkıntısını gidersin." (Ahmed Ibn Hanbel, Müsned, II, 21)
Kavli dua-fiili dua ayırımının bu noktadaki inceliği ortaya koyma, kavratma ihtiyacından doğduğu açıktır. Sözlü olarak Allah’a yöneltilen duanın, kulun fiilinden kaynaklanması ve onunla beslenmesi esastır. Dua söz kalıbına döküleceği zaman uyulması gereken adab bile, duanın fiille birleşmesinin sonuç sağlayıcılığına işaret etmektedir. Dua etmek için özel zamanların değerlendirilmesi, kalbin dünya meşgalelerinden olabildiğince arındırılması, duadan önce istiaze getirilmesi, besmele çekilmesi, yine duadan önce ve sonra Hz.Peygamber’e salat ü selâm getirilmesi ve Allah’a hamd edilmesi, kavlî duaya zemin hazırlayan fiili etkinliklerdir. Bunlar, duanın kabulü için başvurulan kısa vadeli güçlendiricilerdir. Fiili duanın bütün bir hayata yayılan esas yapısı vardır ki, onu kısaca Müslümanca yaşama endişesi, diye ifade etmek mümkündür. Allah’ın emir ve yasakları konusunda duyarlı bir hayat anlayışının sahibi olmak, geniş anlamı ile fiili duanın en güzel ifadesidir. Allah’ın ve kulların haklarının gözetilemediği bir ortamda yapılan dua kuru bir söz olmaktan öteye ne kadar geçebilir? Haram-helâl, emir-yasak alanları dikkate alınmıyorsa, bu alanları belirleyen Allah’tan bir şeyler istemenin makul bir izahını yapmak oldukça zor olmaz mı? Bakınız Allah’ın Resulü (s.a.s.) ne buyuruyor: "Üstü başı dağınık, toz toprak içinde yollara düşen, ellerini göğe açıp "Ya Rabbi! Ya Rabbi!" diye yalvaran, buna karşılık; yediği, içtiği giydiği haram olan, haramla beslenen bir adamın duası nasıl kabul edilir." (Müslim, Zekât, 65)
Helâl kazancın duayı etkin kılmasındaki incelik, dua eylem ilişikisinde saklıdır. Duanın alt yapısını oluşturan eylem alanı, biri kalbî eylemlere, diğeri fizikî eylemlere ait olmak üzere ikili bir yapı sergiler. Kalbî eylem alanı, işin gönül tarafını oluşturur. Nitelikleri açısından fizikî eylemler de sonuçta kalbin eseridir. Şu halde dua-eylem ilişkisi söz konusu olduğunda eylem; bir bütün olarak, kalp ve gönül dünyasının sağladığı enerji ile bu enerjinin şekillendirdiği çalışma, gayret ve sebepleri gözetme gibi yönelişleri bir bütün olarak akla getirmelidir. Suya kanıp, tavını almış bir toprağın kolayca işlenip ürüne dönüşmesi gibidir eylemlerimiz. Suya kanmış bir yürek çiçek açıp meyvaya durmaya teşnedir. Ham bir yüreğin beslediği eylemler, duayı kabul noktasına getirmede ne derece etkili olabilir? Resu- lullah Efendimiz, "Biliniz ki Allah, kalbi gafil, boş işlerle meşgul bir kişinin duasını kabul etmez" (Tirmi- zî, Daavât, 65) hadisi ile bu konuya vurgu yapmaktadır.
Kur’an’da ve sünnette yer alan örnek dualar bir bütün olarak incelendiğinde, dua kavramının te- melede ve icraata yöneltme ve teşvik niteliğinde olduğu görülür. Buradaki icraat, yalnız uzuvların hareketine dayalı fiileri ifade etmiyor. Kalbin ve beynin faaliyetlerini kapsayan fikrî ve manevî icraat; kısaca insanı kul yapan nitelikleri oluşturan tutum ve yönelişler de icraatın içinde yer alıyor. Fatiha sûresindeki "Bizleri doğru yola, kendilerine nimet veriklerinin yoluna ilet" duasının, "(Allah’ım!) Yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Senden yardım dileriz" ayetinden sonra yer almasının hikmetlerinden biri de dua -fiil ilişkisini ortaya koymak olamaz mı? Hidayete erdirilmeyi dilemek için bunu ön şartı olan ibadet (kulluk) görevi yerine getirilmelidir. Hz.Peygamber (s.a.s):
"-Hangi dua kabul edilmeye daha yakındır?" diye soran bir sahabiye:
"-Gecenin ikinci yarısında yapılan dua ile, farz namazların ardından yapılan dua" (Tirmizî, Daavât, 79) diye cevap vermiştir. Herkesin derin uykuda bulunduğu gece saatlerinde kalkmak kolay bir iş midir? Ama, o iş, Allah’a yönletilen istek cümlelerini duaya dönüştüren bir iştir. Allah’a kul olma bilincinin şekillendirdiği bütün ibadeter ve davranışlar da aynı şekilde, sözü dua olmaya lâyık kılan yapılardır. Medineli Müslümanlardan Ebû Ümâme adlı sahabiyi mescitte kederli bir şekilde otururken gören Resulullah ona:
"-Namaz vakti değil, niçin mescitte oturuyorsun? diye sorunca sahabi:
"-Üzüntülerim ve borçlarım sebebiyle buradayım, ey Allah’ın Resulü" cevabını verdi. Bunun üzerine Allah’ın Resülü;
"-Söylediğin zaman, Allah’ın: üzüntünü ve borçlarını gidereceği bir söz, bir dua öğreteyim mi sana?" diye sordu. Sahabi:
"-Evet, öğret ya Resulellah" karşılığını verdi. Hz. Peygamber’in o sahabiye öğrettiği ve sabah akşam okumasını tavsiye ettiği şu duaya bakınız: "-Allah’ım! Kederden ve hüzünden Sana sığınırım, acizlikten ve tenbellikten Sana sığınırım, korkaklıktan ve cimrilikten Sana sığınırım, borç altında ezilmekten ve insanların kahrından Sana sığınırım."
Sahabi diyor ki:
"-Resülullah’ın öğrettiği duayı okudum; Allah da üzüntümü ve borçlarımı giderdi." (Ebu Dâvûd, Vitir, 32) Sahabinin okudum demesi, kendisine öğretilen sözleri kuru kuruya tekrar ettiğini mi, yoksa bu duayı okuyup, telkin edilen aktiviteyi de gerçekleştirdiğini mi ifade ediyor dersiniz?
Hadisin verdiği mesajı yorumlayarak şöyle ifade etmek mümkündür:
"-Ey Ebû Umame! Üzüntülerin ve üzüntülerine sabep olan borçların-mescitte de olsa, oturmakla ortadan kalkmaz. Şu anda sen; çalışmaktan uzak, pasif ve teşebbüs cesaretinden yoksun bir hâl sergiliyorsun. Bu durumdan kurtulmanın çaresi, -Allah’ın yardımını isteyerek- harekete geçmen, kazanarak borçlarını ödemenin yollarını aramandır. Mescitte oturup beklemekle ne üzüntün, ne de borcun biter."
Şöyle bir soru gündeme gelebilir: Acaba duayı fiili dua yani arzulanan bir sonuca ulaşmak için girişilen eylem şeklinde algılayıp, sebeplere baş vurmak, çalışmak en güzel duadır, sözlü duaya gerek yoktur, demek mümkün müdür? Söz; şekil verilip sıraya dizilmiş sesler bütünüdür ve insanlar arası iletişimin temel aracıdır. Allah ile kullar arasında iletişim için söz kalıpları sadece birer sembolik anlam taşır. Zira O, kulun isteğini, hatta bir şey isteyip istemediğini bilmek için sözün aracılık etmesine muhtaç değildir. Durum böyle iken, Yüce Allah kullarına, dua etmelerini emretmekte (Mü’min, 14, 60) Kur’an-ı Kerim’de sayısız dua örnekleri yer almaktadır. Yine, Hz. Peygamber’in her fırsatta, her vesile ile dua ettiğini, müminlere de dua etmeleri yönünde tavsiyede bulunduğunu bilmekteyiz. Hadis kaynaklarının özel bölümleri, Resulullah (s.a.s.)’ın dua örnekleri ile doludur. Öyle ise kulun, isteklerini sözlü olarak Allah’a yöneltmesinin (sözlü duanın) -fiil ve gayretin yanında, özel bir konumu ve fonksiyonu var demektir.
Kavlî dua, girişilecek işin öncesinde, başarılı olmak için bir giriş ve hazırlık niteliğinde yapılabilir. Bu durumda yapılacak kavlî dua, ruhî bir arınma ve yöneliş sağlar. Böylece, hayata bağlılığı zayıflatan; çalışma azmini, başarıyı sağlayacak psikolojik destek kaynaklarını kurutan karamsarlık, güvensizlik, bezginlik ve ümitsizlik hallerini yok eder. Kısacası, eylem öncesinde yapılacak kavlî dua, fiilî duanın gerçekleşmesi ve hedefine ulaşması yönünde ve bireysel plânda uygun bir zemin hazırlanmış olur,
Kavlî duanın, girişilen işten sonra yapılması durumunda ise, bütün gerekli sebeplere başvurarak sergilenen emeğin ve çabanın başarıya ulaşması yolunda sonuç, mutlak kudretin takdir, irade ve yardımına havale edilmiş olur.
Şu halde işi sadece söz kalıbı ölçeğinde bırakıp, sebepleri gözetmemek kadar, yalnızca eylemle yetinip, sözlü olarak İlâhî yardımı dilemekten uzak durmak da hatalı bir tutum olur. Burada titizlikle korunması gereken bir denge söz konusudur. Ne yazık ki insanın kolaycı tabiatının bir sonucu olarak bu hassas denge çok kere eylemin aleyhine bozulmakta ve dua alt yapıdan mahrum kuru ve haksız bir talebe dönüşmektedir.
Dua mecmualarının, en çok satılan dinî kitaplar arasında yer alması, toplum olarak yaşadığımız bu kolaycılığın bir göstergesidir.