Makale

Türk Şehirciliği

Türk
Şehirciliği

Doç. Dr. Yılmaz Can
OMÜ İlahiyat Fakültesi

Türk şehrinde kent dokusunu oluşturan fizikî unsurlar
Kaynaklardan öğrendiğimize göre Osmanlılar’a gelinceye kadar Türkler’de, imar işleri ve kentsel düzenlemelerden sorumlu belediye teşkilatı benzeri bir kurum mevcut değildir. Bununla birlikte şu da bir gerçektir ki, Türk şehrinde gerçekleşen imar faaliyetleri ile kentsel düzenlemelere, her zaman o şehirde ikamet eden hükümdar ya da emirin bazı müdahaleleri olmuştur. Türkler’de yerleşik hayatın
başlangıcında gördüğümüz kale ve şatovari yerleşim ünitelerinin inşası, bizatihi hükümdar veya emirin tasarrufunda olduğundan, bu yapı komplekslerinin geometrik olarak tasarlanmış, oldukça özenli bir plânlamanın ürünü oldukları görülmektedir. Kale ve şato formuna benzer bu ilk Türk yerleşmelerinin etraflarına, yeni yeni konutların yapılmaya başlanması ve böylece şehirlerin büyümesiyle birlikte, düzenli, plânlı kent dokusundan giderek uzaklaşıldığı farkedilmektedir. Bunun yanında belirtmek gerekir ki, Uygurlar tarafından kurulmuş şehirlerle, han ve emirler adına kurulmuş bazı şehirler, düzenli plânlarıyla sözünü ettiğimiz gelişmeye aykırı durmaktadırlar. Kısacası, bahsettiğimiz istisnaların dışında, Türk şehrinde kent dokusunun plânlaması, o şehirde ikamet eden kişilerin sorumluluğuna terkedilmiş görünmektedir.
Türk şehrinin en önemli yapısal unsurlarından biri tüm Ortaçağ şehirlerinde olduğu gibi, şehir savunmasını ve güvenliğini temin eden sur duvarlarıdır. Kale ve şato benzeri ilk Türk yerleşimlerinin etrafı, genellikle dörtgen, bazen de dikdörtgen formda surlarla çevrilmiştir. Şato ve kale benzeri yerleşimlerden gerçek şehirlere geçildiğinde, kaleyi de içine alan ve tüm şehri kuşatan surlar inşa edilmiştir. Üç elemanlı Türk şehrinde ise, her elemanın etrafının surlarla kuşatıldığı görülmektedir. Türk şehrinde yaşanan bu formel dönüşümler sırasında, bazen şehir veya şehir bölümünün etrafı önce tümseklerle kuşatılmış, sonra onların yerini surlar almıştır. Sur duvarlarına ilaveten pek çok şehirde, sur duvarları dışında içi su dolu hendekler yerleştirilmiştir. Bu hendekler şehir savunmasını güçlendirmenin ötesinde, aynı zamanda şehrin su ihtiyacının karşılanmasına katkı sağlamaktadırlar. Bazı şehirlerde hendekler üzerine kurulmuş, şehrin güvenliğini güçlendirmek için geceleri kaldırılan seyyar köprülerden bahsedilmektedir. Bunların dışında farklı uygulamalardan söz etmek gerekirse, örneğin, Buhara’da, şehir, rabadı çeviren surların epey dışından başka bir sur duvarı ile kuşatılmıştır. Güvenlik kaygısını fazlaca hisseden Savran şehrinde, şehri ardarda kuşatan toplam 7 sur duvarından söz edilmektedir. Keş şehrinde de, kale üç sur duvarı ile çevrilmiştir. Merv şehrinde ise, başka şehirlerde pek göremediğimiz biraz farklı bir uygulama olarak, mahalleleri birbirinden ayıran sur duvarlarına rastlanılmaktadır.
Surların formları konusuna gelince, pek çok şehrin bulunduğu bölgenin topoğrafik şartlarına bağlı olarak şekillenen surlarla çevrildiği görülmektedir. Bununla birlikte, üç elemanlı şehirlerden bazıları ve Uygur şehirlerinden birçoğu dörtgen formda surlara sahiptir. Oğuz şehri Hatun- Kale’de ise şehri çeviren içiçe dörtgen iki suru, dıştan dairevi bir başka sur kuşatmaktadır.
Surlar üzerinde bulunan kapı sayısı şehirden şehire farklılık arzetmektedir. Bazı şehirlerde, şehristan surlarının dört kapıya sahip olmaları dikkat çekicidir. Ayhan şehrinde, sur kapısı üzerine yerleştirilmiş küçük mancınıklardan, İdikut şehrinde ise kapılar üzerine inşa edilmiş ahşap köşk ya da gözetleme kulelerinden bahsedilmektedir. Se- merkant şehrinin Keş Kapısı’na asılmış metal bir levhada, bu şehrin Sana ve bölgenin diğer büyük şehirlerine olan uzaklığı belirtilmiştir. Günümüzden asırlarca önceye ait bu düzenleme oldukça hayret vericidir.
Türk şehrinde ana mabet yapıları, diğer medenin yani şehrin merkezinde yer almıştır. Örneğin, İslâm öncesi dönemde Ak-Beşim’de ve Uygur şehri Yar-Hoto’da, ana tapınaklar bu şehirlerin merkezlerinde konumlanmalardır. İslâmlaşma sürecinin başlangıcında bazı şehirlerde, bir müddet, mevcut eski mabetlerin camiye çevrildiği, ya da kale veya kalenin çok yakınına bir cami inşa edildiği bilinmektedir. Şehrin İslâmlaşması süreci tamamlanma noktasına geldiğinde ise, Cuma camilerinin kaleden çıkarak şehristanda konumlandığı ve şehrin merkezini teşkil ettiği gözlenmektedir. Bazen şehrin, ilk Cuma camiinden biraz uzaklaşarak başka bir yöne doğru gelişmesi ya da şehre hakim otoritenin başka bir yerde yeni bir Cuma camii inşa etme arzusu, şehirlerde yeni Cuma camilerinin kurulmasına vesile olmuş ve bu durum şehir merkezlerinin yer değiştirerek, yeni Cuma camilerinin etrafına taşınmaları sonucunu doğurmuştur. Şehirlerin merkezlerini teşkil eden Cuma camileri, zaman içinde sürekli yenilenmiş ve büyütülmüşlerdir.
ilk İslâm şehirlerinde olduğu gibi, İslâmî dönemin ilk yıllarında, daha doğru bir ifadeyle İslâmlaşma sürecinin ilk evrelerinde, Türk şehirlerinde de, Cuma namazları şehirlerde tek yerde kılınır ve bu cami Cuma camii ismiyle anılırdı. İslâmlaşma süreci tamamlandığında, belirli bir nüfus büyüklüğüne ulaşmış şehirlerde, ikinci, üçüncü Cuma camileri kurulmuştur. Şehirlerde Cuma camilerinin yanında, her mahallede mahalle mescitleri bulunmaktadır. Bazı şehirlerde, şehir merkezinden epey uzakta, şehirlerin dış mahallelerinde, hatta bazen şehir dışında kurulmuş musalla veya namazgâh diye adlandırılan ibadet mahalleri mevcuttur.
Emirlik sarayı (darü’l-imare) genellikle kalede bulunmaktadır. Kaleler ise şehrin içinde, üç ele- manlı şehirlerde, çoğu kere şehristanda yer almaktadır. İçinde idarecilerin barındığı bu müstahkem unsurlar, Buhara ve Semerkant’ta olduğu gibi, şehir topoğrafyası müsaitse, yüksek bir mevki üzerinde konumlanmışlardır. Bazı şehirlerde kalenin ra- badda veya şehristan dışında konumlandığı da bilinmektedir. Bazen çok nadir olarak, emirlik sarayının bir müddet sonra kaleden ayrılıp, şehristan ya da rabadda yer aldığı veya emirlik sarayı kalede kalmakla birlikte, diğer idari yapıların şehrin başka yerlerinde konumlandığı görülmektedir. Türk şehrinde genellikle, emirlik sarayı yanında bulunan bir diğer yapı hapishanedir.
Çarşılar, Türk kent dokusunun önemli bir öğesidir. Daha evvel işaret ettiğimiz gibi, üç ele- manlı Türk şehrinde çarşılar, ilk zamanlarda rabadda bulunurdu. Bu dönemde nadiren de olsa, bazı şehirlerin şehristan, hatta kalelerinde de çarşıların mevcut olduğu bilinmektedir. İslâmî döneme gelindiğinde, çarşılar ilk İslâm şehirlerinde olduğu gibi, Cuma camiinin çevresine taşınmış ve cami etrafında veya caminin de üzerinde bulunduğu ana cadde boyunca kurulmuş yapı gruplarından oluşmuştur. Bu arada hemen belirtelim ki, şehri kirletici ticari faaliyetler, şehristan dışında ya da şehristan kapıları yakınında konumlanmışlar- dır. Çarşılarda aynı cins malların aynı yerlerde satılması esasına dayanan bir branşlaşma söz konusudur. Bazı şehirlerde çarşıların dışında, yılın belirli zamanlarında panayırların kurulduğu nakledilmektedir.
Türk şehrinde yer alan dinî, sosyal, İktisadî nitelikli diğer yapılar; medrese, türbe, hamam, ribat, han, hankah, kütüphane ve zaviyedir. Bu yapılar daha çok cami etrafında konumlanmış olup, külliye diye isimlendirilen yapı komplekslerinin bir elemanı durumundadırlar. İslâmlaşma sürecinin tamamlandığı XI . asırdan sonra, Türk şehrinde en fazla karşılaştığımız yapı çeşitlerinin cami ve medreseler olduğunu söyleyebiliriz.
Şehir halkının oturduğu konutlar genellikle avlulu bir forma sahiptir. İslâmlaşma ile birlikte bu konut tipinin daha da benimsendiği, yaygınlaştığı ve İslâm’ın mahremiyet anlayışı doğrultusunda yeniden düzenlendiği anlaşılmaktadır. Arap coğrafyacılarının ifadelerine göre, dağlık bölgelerle Hazar Denizi’nin kuzey taraflarında bulunan bazı şehirlerde, ahşap iskeletin keçeyle kaplanması suretiyle oluşturulmuş, yurt denilen göçebe Türk çadırına benzeyen bir konut tipinin oldukça benimsendiği bilinmektedir. Türk şehrinde sıradan konutların yanında, seçkin aristokratların oturduğu köşk ve saraylara da rastlanılmaktadır.
Cadde ve sokak düzeni konusunda kapsamlı bir bilgiye sahip değiliz.. Mevcut bilgi, belge ve arkeolojik tespitler, Uygur şehirleriyle, Göktürk dönemine ait bazı şehirlerin ve Abbasiler döneminde kurulan Türk şehri Samarra’nın oldukça düzgün, plânlı bir yol tersimine sahip olduğunu ortaya koymaktadır. Tarihi çok eskilere inen Ak-Beşim şehrinde ise, cadde kenarlarına kesme taştan yaya kaldırımlarının yapılmış olması hayret verici olup, şehircilikte oldukça ileri bir seviyeye işaret etmektedir. Türk şehirlerini ziyaret eden Arap coğrafyacılar, pek çok şehirde, şehrin ortasından geçen büyük bir caddeden bahsetmektedirler. Benzer düzenlemeye Abbasi döneminin Türk yerleşimleri Katai ve Samarra’da da rastlanılmaktadır. Bazı şehirlerde cadde ve sokakların taş veya tuğlalarla döşendiği bilinmektedir.
İlk dönemlerden beri, Türk şehirlerinin, yeterli düzeyde yeşil alanlara ve şehrin muhtelif yerlerinde düzenlenmiş geniş meydanlara sahip olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin Semerkant’ta şehrin meydanlarına dikilmiş, birbiriyle konuşuyormuş veya birbirini kovalıyormuş hissi veren ahşap fil, deve, öküz ve vahşi hayvanların heykellerinden bahsedilmektedir.
Türk şehirlerinde, çağdaş diğer komşu medeniyetlere göre, daha ileri seviyede bir su sisteminin inşa edildiği görülmektedir. Pek çok şehirde su, kanallar ve arklar vasıtasıyla şehir içinde sokak sokak dolaştırılmıştır. Şehir meydanlarında havuz ve fıskiyeler yapılmıştır. Ak-Beşim’de künk borularla teşkil olunmuş su dağıtım şebekesi, Semerkant’ta da, içi kurşun levhalarla kaplanmış su dağıtım kanalları kurulmuştur. Uzkend de ise, kesin olmamakla birlikte, kanalizasyon sisteminin mevcudiyetinden bahsedilmektedir. Bu düzenleme, bir Ortaçağ şehri için hayret verici bir durumdur.
Türk şehrinde mezarlıklar, genellikle şehir dışında yer almaktadır. Ancak pek çok şehirde, cami (nazirelerinde ve şehrin muhtelif yerlerinde teşkil edilmiş küçük mezarlıklara ya da mezar gruplarına, hatta müstakil mezarlara da rastlamak mümkündür. Çoğu kere müstakil mezarlar üzerinde veya cami hazirelerine defnedilmiş seçkin kişilerin, kabirleri üstünde türbeler inşa edilmiştir.
Türklerin şehirlerini bina ederken, ana yapı malzemesi olarak kerpiç ve tuğla kullandıkları, ilk dönemlerde yapı inşasında daha çok kerpiç kullanılırken, zamanla kerpiçin terk edilerek tuğla kullanımının yaygınlaştığı görülmektedir. Bununla birlikte, Hazar Denizi’nin kuzeyinde uzanan topraklarda ve coğrafyanın ahşap malzeme sunabildiği bazı şehirlerde, ahşap malzemenin de yaygın olarak kullanıldığı bilinmektedir. Taşın kullanışı ise oldukça nadirdir. Yakınında eski yerleşimlerin bulunduğu bazı şehirlerde, bina yapımında devşirme malzeme kullanıldığı da görülmektedir. Türk topraklarında kerpiç ve tuğla yapım tekniğinin oldukça gelişmiş olduğu anlaşılmaktadır. Örneğin, dövülmüş çamur ve içine kuru bitki veya çakıl karıştırılarak güçlendirilmiş kerpiç duvar yapımı, Türkler’in çok eskilerden beri yaygın olarak kullandıkları bir inşa usulü olarak karşımıza çıkmaktadır.