Makale

KİŞİNİN KENDİNİ GELİŞTİRMESİNİN ÖNÜNDEKİ ÖNEMLİ BİR ENGEL: KENDİNİ YETERLİ GÖRME

Dr. Ekrem Keleş
Din işleri Yüksek Kurulu Uzmanı

KİŞİNİN KENDİNİ GELİŞTİRMESİNİN
ÖNÜNDEKİ ÖNEMLİ BİR ENGEL:
KENDİNİ
YETERLİ GÖRME

Manevî hayatında olsun maddî hayatında olsun, insanın kendini yeterli görmeye başlaması, gelişme sini engelleyen en önemli etkenlerdendir. insan kendini yeterli görmeye başlamakla önce duraklar. Duraklamak ise kaybetmeye başlamaktır. inişin ve düşüşün başlangıcıdır. Kaybetmemek ve inişe geçmemek için maddî hayatta olsun, manevî hayatta olsun çalışmanın ve gayretin sürdürülmesi şarttır. Kişinin iki günü birbirine eşit olmamalıdır. Gelişimi sürdürebilmek için, Kur’an-ı Kerim’in verdiği mesaj doğrultusunda sürekli
bir çaba ve aksiyon içinde olmak gere- kir.(inşirah, 7-8) insanın özellikle manevî yöndeki kemali için, herhangi bir sınır koymak mümkün değildir. Çünkü Allah’a karşı yükselişin sonu yoktur. ’Hasenatü’l-ebrar, seyyiâtü’l-mukarrabin’ sözü, bunu anlatmak için söylenmiştir. Yani bazı manevî üstünlük derecelerini elde etmiş olan kişilerin iyilik olarak gördükleri hususlar, daha ileri düzeyde yüce Allah’a yakınlık kazanabilmiş kişiler açısından eksiktir. Çünkü onlar öyle mertebeler elde etmişlerdir ki, artık daha alt kademelerdeki kişiler açısından üstünlük sayılan bazı tutum ve davranışları, çok daha ileri düzeyde yaşamakta ve temsil etmektedirler.
Ali Şeriati, Kur’an-ı Kerim’de insan için kullanılan ’beşer’ ve ’insan’ kelimeleri arasında bir nüans görmektedir. Bu nüansa göre, insan yalnızca biyolojik bir canlı olarak ele alındığında, beşerdir. Fakat beşer olanların hepsi de insan kimliğine ulaşamamaktadır, insan kimliğine ulaşabilmek için, insana özgü birtakım üstün değerlere asgari düzeyde de olsa sahip olabilmek gerekmektedir. Bu değerler için ise herhangi bir nihai sınır belirlemek mümkün değildir. Her derecenin ötesinde bir derece vardır. Dolayısıyla bu durum, insanın sürekli bir gelişim içinde olmasını gerektirmektedir. Bu gelişime göre beşer olanlar, insan olmanın çeşitli kademelerinde yer almaktadırlar. (Dr. Ali Şeriati, İnsanın Dört Zindanı, Çeviren: Prof. Dr. Hüseyin Hatemi, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003, s. 14 -20) Ali Şeriati’ye göre "...inna lillahi ve inna ileyhi raciûn ..." ’Şüphesiz biz Allah’a aidiz ve O’na dönücüleriz’ ayetinde, insanlık felsefesinin özü vardır. Buna göre insan, Allah’a yönelip döner. Buradaki ’ileyh’ kelimesini, ’O’na doğru1 şeklinde anlamlandıran Şeriati, "...’ileyhi’, ifadesinin ’Ona doğru’, ’O’na yönelik’ demek olduğunu belirtir. Allah’ın, ulaşılabilecek belirli bir yerde ve konumda olmadığına dikkat çekerek insanın bir aşamaya ulaşmasıyla, Allah’a ulaşmanın sona ermiş olmayacağını vurgular.(Şeriati, age,s. 20)
Demek ki, özellikle kişinin manevî gelişimi açısından nihai bir sınır belirlenemez. Bu durum, maddî bir çok alanda da böyledir. İnsan açısından gelişim, durağan olmayan ve devam eden bir süreçtir. Bu durum göz önüne alındığında, insanın, kendi kendini yeterli görmeye yönelik bir anlayışa meyletmesinin tehlikesi daha iyi anlaşılır.
Demek ki, kendi kendini yeterli görmek ve hiçbir kimseye veya hiçbir şeye ihtiyacı olmadığı zehabına kapılmak, insan için en yanlış eğilimlerden biridir. Yaratılış esprisiyle ve gerçeklerle bağdaşmayan böyle bir yöneliş, aslında bir kuruntudan başka bir şey olmadığı halde yine de insanlarda zaman zaman böyle yanlış yönelişler ortaya çıkabilmektedir. İnsanın kendi kendini olumlu anlamda geliştirmesinin önündeki engellerin başında, bu yanlış yöneliş vardır. İnsanı felâketlere ve azgınlığa sürükleyen, onu zalim yapan ve haksızlıklara iten tutum ve davranışların ortaya çıkmasında da bu anlayışın büyük payı vardır.
Kur’an-ı Kerim’de bu hususa şöyle yer verilmektedir:
"Hayır, insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder." (Alak, 6,7)
Kişi kendi kendini yeterli görmekle, artık hiçbir şeye ihtiyacı kalmadığı, her istediğini yapabileceği, dilediği her amaca ulaşabileceği gibi yanlış bir anlayışa sürüklenerek azar. Bu nedenle insanın kendini her bakımdan müstağni gören bir anlayışa sürüklenmesi, İslâmî bir yaklaşım değildir.
Mealini verdiğimiz yukarıdaki ayetlerin Kur’an-ı Kerim’de, okumayı emreden ilk ayetlerden sonra yer alması, dikkat çekicidir. Çünkü ilim öğrenme ve bunun araçları konumundaki okuma, öğrenme, tecrübe ve bilgi edinme gibi vasıtalar, kişinin gelişimini sağlayan en önemli faaliyetlerdir.
İslâm’a göre ilim öğrenme süreci, beşikten mezara kadar devam eder. Buradan, kişinin kendini yeterli görmeye başlayarak ilme ve bunun vasıtası olan okuma, öğrenme ve bilgiye ihtiyacı kalmadığı şeklinde bir anlayışa yönelmesinin, onu azgınlığa sürükleme riski taşıdığı sonucuna varabiliriz. Demek ki, kişiyi zulme, tuğyana ve azgınlığa sürükleyen tutum ve davranışlarda, insanın kendini yeterli görmesinin önemli bir payı bulunmaktadır.
Her insan, az veya çok muhtaçtır. Muhtaç olmayan insan düşünülemez. Bu yüzden insanın zenginliği mecazî anlamda ve sınırlı bir zenginliktir. Mal zengini olmak fakir olmamak anlamına gelmez. Mal zengini olanların fakir kabul edilmemesi, yalnızca hukukî bir tanımlamadır, genel bir tanımlama değildir.
Dünyada maddî olarak istedikleri her şeyi elde edebilmiş bulunan insanların, başkalarına ihtiyacının olmadığını veya ellerindeki maddî imkânlarla her şeyi elde edebileceklerini söylemek mümkün müdür? Nice zenginler vardır ki, birçok yönden fakr-u zaruret çerisin- dedirler. Bu zenginler, mesela mal yönünden fakir olan birçok kişinin sahip olduğu zenginliklere sahip değillerdir. Bu da gerçek zenginliğin ne olduğu tartışmasını beraberinde getirmektedir. Onun için kültürümüzde gönül zenginliği, en büyük zenginlik olarak kabul edilmektedir.
Muhtaç oluş, insan olmanın ayrılmaz bir vasfıdır. Sözgelimi insan, bütün maddî ihtiyaçlarını en güzel şekilde karşılayabilecek imkanlara sahip bulunsa bile, bunun dışında daha pek çok şeye muhtaçtır, insan duygu sahibidir. Duygu sahibi bir varlık olarak en başta sevmek ve sevilmek ihtiyacındadır. Sevgi ile verileni maddî kalıplara sığdırmak mümkün müdür?
Hiç uzağa gitmeden ifade edelim ki, sevmek ve sevilmek ihtiyacında olan, muhtaçtır. İnsanın böyle bir ihtiyaçla yaratılmış olması, onun için bir eksiklik değildir. Tam tersine onun yaratılışını anlamlı hâle getiren bir özelliktir. insan olmanın bir gereğidir. Yaratılışı gereği bir eşe ihtiyacı vardır. Annelik, babalık, çocukluk, kardeşlik ve yakınlık duygularını yaşamak ihtiyacı içerisindedir. Bu duyguları sınırlandırmak pek mümkün olmaz. İnsanın tek başına mutlu olabilmesi mümkün değildir. İnsan ancak başka insanlarla beraber yaşayarak mutlu olabilir. Çünkü o, hem biyolojik , hem duygusal, hem de ruh yapısı itibariyle her bakımdan kendi kendine yeterli olabilecek bir donanımla yaratılmış değildir, işte bunun için kendi kendini yeterli görme gibi yanlış bir yönelişe kapılan kişiler, insan fıtratıyla bağdaşmayan yanlış bir anlayışa meyletmiş olmaktadırlar.
Muhtaç olmayan, yalnızca varlığı kendinden olan ve varlığının devamı için de bir başkasına ihtiyacı olmayan Allah’tır. Kendi kendine yeterli olan yalnızca O’dur. O, ’Gani’dir. Her bakımdan kendi kendine yeterlidir. ’el- Gani’ ismi, bunu anlatır. Onun dışındakilerin gınâsı (zenginliği ve yeterliliği) izafidir. Demek ki, Allah’tan başka herkes ve her şey muhtaçtır. Muhtaç olan ise daima kendini geliştirme ihtiyacındadır. Allah’tan başka herkes, muhtaçtır, ihtiyacın boyutları ve türü değişik olabilir; ama hiçbir insan muhtaç olmaktan kurtulamaz. Bu bakımdan başkalarına muhtaç olmak, insan için bir eksiklik değildir. Önemli olan başkasının elinde olana tamah etmemek ve insanların elindeki mala, mülke karşı müstağni davranabilmektir, insanların elindeki mala mülke karşı müstağni davranabilmek, dinen övülen bir davranıştır.
Fakir kelimesi Arapça’da ’fakr’ maddesinden türemiştir. Fakr, ihtiyaç demektir. (Teha- nevî, Keşşafu Istılahati’l-Fünûn, 11/1118) Onun için bazı felsefeciler fakiri, varlığı veya olgunlaşması başkasına bağlı olan, şeklinde tanımlamaktadırlar. Bunun zıddı olarak da zengin (gani) de varlığı (zatı) veya kemali başkasına bağlı olmayan demektir.(Tehanevî, II/1118) Bu anlamda insan fakirdir. Yani her bakımdan kendi kendine yeterli değildir. Allah ise ganidir. Yani her bakımdan kendi kendine yeterlidir. Fakir olan da gelişme ihtiyacındadır. Kendi kendini yeterli görmek, bu ihtiyacı göz ardı ettiği için, gelişimin önünde bir engeldir.
Mutlak zengin, bir yönüyle değil, her yönden ve her bakımdan zengin olandır. Bu da gerek varlığı, gerek varlığının devamı ve gerek herhangi bakımdan kemali için başkasına asla muhtaç olmayandır. (Bak. Tehanevi, 11/1119) Bu anlamda mutlak zengin, ancak Allah’tır.
Hasılı asıl zenginlik, varlığı zorunlu ve kendinden olana aittir. Fakirlik ise, varlığı zorunlu ve kendinden olmayanla alakalıdır. (Tehanevî 11/1119) Varlığı kendinden olan değişmez. O kâmildir. Onda eksiklik söz konusu değildir. Gelişime ihtiyacı yoktur. Çünkü daha ilerisi düşünülemeyecek derecede kemal sahibidir. Ama varlığı kendinden olmayan ve başkasına bağlı olan, gelişime ihtiyaç duyar. Gelişimin de sınırı yoktur. Bu yüzden insan, daima gelişimini sürdürmek durumundadır, insanın gelişiminin önündeki en büyük engellerden biri ise, kendini yeterli görmeye başlamasıdır.