Makale

İslam Medeniyetinin COĞRAFYASI

DİN DÜŞÜNCE YORUM

İslam Medeniyetinin COĞRAFYASI

Dr. Gazi ERDEM
DİB Stratejik Planlama ve Yönetimi
Geliştirme Daire Başkanı

MEDENİYET en genel şekilde insanlığın maddi manevi tüm kazanımlarının toplamı olarak tarif edilmektedir. Medeniyetin şehirli olma ve şehirleşme ile irtibatlı olduğu, çöl ve orman gibi insan yerleşiminden uzak yerlerin bu ifadenin kapsamına girmediği söylenmektedir. İslam, o günkü medeniyet merkezlerinden uzak bir coğrafya olan Hicaz’da doğmuştur. Bölgede göçebe kabileler hâlinde yaşayan toplumlar, ticaret vesilesiyle bazı medeniyet merkezlerini görmüş olsalar da medeniyetin maddi unsurları bu bölgede gelişmemiştir.
Tevhit inancı ve üstün ahlak anlayışı, İslam kültür ve medeniyetinin dünyada çok hızlı bir şekilde yayılmasının esas sebebi olarak görülmektedir. İslam medeniyetinin manevi unsurları, Hz. Peygamber döneminde toplumda kısa zamanda yerleşmiş, Medine’de medeni bir toplum yetişmiştir. Yetişen çekirdek toplumun üyeleri, fethedilen coğrafyada İslam kültür ve medeniyetinin yerleşmesini sağlamışlardır.
Hicretten itibaren bir asır içerisinde Orta Asya’dan İspanya’ya kadar uzanan geniş coğrafya İslam dünyası hâline getirilmiştir. Bu genişlemenin bir sonucu olarak dili, dini, kültür ve tarihi birbirinden çok farklı insanlar, İslam devletinin vatandaşı olmuşlardır. Mısır, Suriye, Irak ve Mezopotamya’da bulunan ve dünyanın en önemli kültür ve medeniyet merkezleri olan İskenderiye, Edessa (Urfa), Nisibis (Nusaybin), Kinnesrin, Antakya, Cundişapur ve Harran İslam devletinin sınırları içerisinde kalmıştır.
İslam medeniyetinin zirveye ulaştığı h. III. asra gelindiğinde, İslam coğrafyası da tarihî olarak sahip olduğu sınırlara ulaşmıştı. Dolayısıyla İslam medeniyetinin hâkim medeniyet olarak yaşadığı coğrafya, iki asırlık bir dönemde oluşmuş ve bu dönemden itibaren dünya medeniyetine katkı sunmaya başlamıştır.
İslam medeniyetinin coğrafyasına fütuhatı da dikkate alarak bakıldığında belli havzalar öne çıkmaktadır. Bunlar Arap Yarımadası, Irak, Suriye, Kuzey Afrika, İspanya, Orta Asya, Anadolu ve Hint Yarımadası gibi havzalardır.
Arap Yarımadasında İslam medeniyeti
İslam’ın geldiği çağda Arap Yarımadasındaki Mekke, Yesrip ve Taif şehirleri, Şam, İskenderiye, İstanbul, Roma veya Medain gibi zamanın gelişmiş şehirleri gibi olmaktan oldukça uzaktı. Arap Yarımadası, baştan itibaren İslam medeniyetiyle birlikte gelişmiştir.
Hz. Peygamber’in hicretinden sonra Medinetü’r-Rasül ya da Medine adı verilen Yesrip şehri, Hz. Ali’nin Kûfe’yi başkent yapmasına kadar İslam devletinin başkenti olmuştur. Hz. Peygamber’in mescidi, Arap kabileleri ve Yahudiler arasında sağladığı anlaşma ve serbest ticaret alanı olarak kurduğu Medine çarşısı, İslam şehirciliğine model olmuştur. İslam ilimlerinin kaynağı sahabe olduğundan şehir, ilim hayatının merkezi, mescidin misyonu ve Ashab-ı Suffe’nin ders halkaları da İslam dünyasına örnek olmuştur.
Dünyanın en eski yerleşim birimi olan Mekke, Kâbe ve İslam ilimlerinin gelişmesinde oynadığı rol sebebiyle İslam medeniyeti açısından en önemli merkezdir. Burada yaptırılan eserler, İslam dünyasına örnek olmuştur. Tefsir ilmi Mekke’de Abdullah b. Abbas tarafından kurumsallaştırılırken pek çok Mekkeli âlim de İslami ilimlerin tedvinine katkı yapmıştır.
Aşağı Mezopotamya ve Irak’ta İslam medeniyeti
Aşağı Mezopotamya ve Irak havzası, Müslümanların oldukça erken dönemde ulaştıkları bölgelerdendir. Sasanilerin ulaştıkları medeniyet seviyesi, burada onlardan devralınmıştır. Özellikle sanat, dil ve edebiyat alanlarında bu medeniyetten etkilenildiği bilinmektedir. Müslümanlar Hint medeniyetine ait bazı eserlerle de bu bölgede karşılaşmışlar ve onları kendi hasılalarına katmışlardır.
Askerî garnizon olarak kurulan ve 20-30 yıl gibi kısa zamanda 200 bin civarında nüfusa ulaşan Basra ve Kûfe şehirleri, Bağdat kuruluncaya kadar bölgenin İslam medeniyeti açısından en önemli şehirleridir. Her ikisi de kültürel faaliyetlerin merkezi olmuştur. Şii siyasi düşüncesinin her yapı taşında adı ve izi bulunan Kûfe’nin Şiilik merkezi olma vasfı öne çıkarken, Basra Sünni karakteriyle dikkat çekmiştir. Tefsir, hadis, Arap dili, tarih, İslam hukuku ve kıraat ilimlerinde birçok âlimin yetiştiği şehirlerde, ilmî ekoller ve altın zincirler teşekkül etmiştir. Arapça gramerine dair ilk eserler buralarda yazılmış, Hanefi, Eşari ve Mutezile mezhepleri bu topraklarda doğmuştur.
Bağdat, hem İslam kültürünün hem de dünya kültür tarihinin de en parlak şehrindendir. İslam şehircilik anlayışını ve İslam medeniyetinin seviyesini gösterir. Şehir en parlak dönemi olan Memun döneminde, 1,5 - 2 milyon civarındaki nüfusuyla dünyanın en büyük şehri olmuştur. İslam dünyasındaki ilk ilimler akademisi olan Beytü’l-Hikme sayesinde tercümelerin evi ve kültür şehri olan Bağdat, Hanefi ve Hanbeli mezheplerinin de merkezidir.
İlk resmî medrese olarak Bağdat’ta kurulan Nizamiye Medresesi, sistem ve mimari olarak İslam dünyasındaki medreselere örnek olduğu gibi Batı’daki kolejlere de modellik yapmıştır. İslam âleminin ilk rasathanesi olan Şemmasiye Rasathanesi ve hastaneler de şehrin örnek ve önemli kurumlarıdır. VIII. yüzyılın sonlarında ilk kâğıt fabrikası da Bağdat’ta kurulmuştur.
Suriye’de İslam kültür ve medeniyeti
Müslümanların Bizans medeniyetiyle karşılaştıkları alan, bin yıldır Helenistik medeniyetin etkisi altıda kalan Suriye’dir. Mimari, şehircilik ve yönetim alanlarında Müslümanların en fazla etkilendikleri medeniyet, Batı medeniyetidir. Hz. Ömer’in divanları buradan öğrendiği, Şam valilerinin Bizans yönetimini aynen devam ettirdikleri, çalışanları görevlerinde bıraktıkları bilinmektedir. Şam, Suriye’de İslam medeniyetinin en gelişmiş şehridir.
Dünyanın en eski şehirlerinden birisi olan ve Hz. Âdem’den Hz. İsa’ya kadar peygamberlere ait birçok hatırayı barındıran Şam, Emeviler döneminde başkent olmuş ve bir asır İslam medeniyetine merkezlik etmiştir. İslam âleminin ilk kütüphanesi ve ilk hastanesine sahip olma gibi ilklerle anılan şehrin en önemli merkezlerinden birisi, tarih boyunca önemli bir eğitim yeri olarak da hizmet veren Ümeyye Camii’dir. Şam, kendine has medreseleri ile eğitim şehri olarak asırlarca hizmet etmiştir.
Kuzey Afrika’da İslam kültür ve medeniyeti
Kuzey Afrika da, Müslümanların erken dönemde karşılaştıkları medeniyet merkezlerindendir. Mısır en gelişmiş kadim medeniyetlerden birsinin evidir. Mısır medeniyetinden katkı almış olan Bizans medeniyeti, buraların fethedildiği dönemde bölgede canlı olarak yaşanmaktaydı. Bizans medeniyet merkezlerinden birisi olan ve gelişmişliği ile dikkat çeken İskenderiye, ticari fonksiyonu, mimari ve şehirciliği ile İslam kültürüne katkı sunmuştur. İskenderiye’nin Müslümanlara en önemli katkısı, deniz kuvvetlerinin kurulmasına örneklik etmesidir. Kahire de İslam medeniyetinin tarih boyunca yaşandığı bölgenin önemli bir merkezidir. Dünyanın bilinen en eski ikinci üniversitesi olan Ezher Üniversitesi, hâlen bu coğrafyada İslam medeniyetine hizmet etmektedir.
İspanya’da İslam kültür ve medeniyeti
Müslümanlar Kuzey Afrika fethinden sonra Akdeniz’i geçerek kısa sürede (711-732) Pirene Dağlarına kadar Avrupa içlerine ulaştılar. Kurdukları refah seviyesi yüksek ve güçlü devletle geliştirdikleri medeniyeti bu coğrafyada Avrupa’ya aktardılar. İspanya Müslümanlarının kültür seviyelerinin Avrupa milletleriyle kıyaslanamayacak kadar iyi olduğu, buradaki okullaşma ve okur-yazarlık seviyesinin İslam dünyasının diğer kısımlarından daha ileri olduğu söylenmiştir.
Avrupalı talebeler Endülüs medreselerinde Arapça öğrendiler ve ilmî eserleri kendi dillerine aktardılar. Bölgede bir taraftan İslam medeniyetinin en parlak sayfaları yazılırken bir taraftan da bu hamule Avrupa’ya aktarılmış, Rönesans’ın öncülüğü yapılmıştır. Batı medeniyeti, İslam medeniyetinin bir çocuğu olarak burada doğmuştur. Ancak İslam devletlerinin hâkimiyeti sona erince bu coğrafyadaki Müslümanlar din değiştirme veya göçten birisini kabul etmeye zorlandılar. Dinini yaşamaya çalışanlara işkence yapıldı, yakalananlar veya şikâyet edilenler idam edildi. Camiler, kiliseye çevrildi ya da yıkıldı. Burada yaşananlar İslam ve Batı anlayışlarının karşılaştırılmasına imkân vermektedir. Yapılanlar, Avrupa’da İslam kültürünün yayılmasına karşı tepkinin ne kadar amansız olduğunu göstermektedir.
Orta Asya’da İslam kültür ve medeniyeti
Orta Asya, eski adıyla Maveraünnehir Müslümanlarla İspanya ile aynı dönemlerde karşılaşmıştır. Bölge, Müslümanlar gelinceye kadar bir medeniyete ev sahipliği yapamamıştır. Göçebelik tercih edildiğinden yoğun bir şehirleşme de olmamıştır. Bölgenin fethinden birkaç asır sonra, buralarda yoğun bir İslam kültürü yaşandığı ve eserler bırakıldığı görülmektedir. Müslümanlar kâğıt yapımını Çinlilerden bu bölgede öğrendiler ve dünyaya tanıttılar. Sadece bu bile bölgenin ilime katkısı bakımından zikre değer bir hadisedir. Bölge insanının İslam’ın koruyucu gücü hâline gelmesi, İslam’ı başka milletlere ulaştırmadaki gayretleri, bölgede yetişen Buhari, İbn Sina, İmam Maturidi vb. önemli âlimlerin İslam medeniyetine katkıları da hatırlanması gereken hususlardır.
Anadolu’da İslam kültür ve medeniyeti
Anadolu coğrafyasında Erzurum ve Diyarbakır başta olmak üzere birçok şehir, henüz Hulefa-i Raşidin döneminde fethedilmiş, İstanbul’a ulaşılmaya çalışılmıştır. Selçukluların Anadolu’ya gelişlerinden itibaren Diyarbakır, Erzurum, Sivas, Kayseri ve Konya gibi şehirler ulu camileri, medreseleri, hastaneleri, ticaret merkezleri, han ve hamamlarıyla parlak birer medeniyet merkezi olmuşlardır. Hâlen ayakta duran bu şaheserler, yaşanan medeniyetin parlaklığını göstermektedir. Osmanlı medeniyetinin eserleri ise, daha çok Bursa, Edirne, İstanbul ve Balkanlarda ortaya çıkmıştır.
İstanbul’un fethedildiği dönemde 50-60 bin civarında olan nüfusu, bir asırda 700.000’e çıkarak Avrupa’nın en büyük şehrinin iki katına ulaşmıştır. Bu dönemde çoğu sanat eseri olan eserlerle şehir yeniden inşa edilmiştir. İslam kültür ve medeniyetinin eserleri olan külliyelerle İstanbul başta ülkenin tüm şehirleri donatılmıştır.
Hint Yarımadasında İslam kültür ve medeniyeti
Müslümanların Hindistan’a girişleri Endülüs’e girişleriyle eş zamanlıdır. Ancak İslam’ın buralarda kalıcı olarak varlığı, Gazneliler ile (1001-1187) başlamış ve Babürler Devletinin (1526-1858) hâkimiyeti İngilizlere bırakmasına kadar devam etmiştir. Hindistan asırlar boyunca İslam medeniyetinin yaşandığı merkezlerden birisi olmuş, Tac Mahal gibi önemli bazı eserler ortaya çıkmıştır.
İslam Hindistan’da sadece medeniyetin maddi unsurlarına ve kültüre etki etmekle kalmamış dinî yapıyı da büyük oranda etkilemiştir. İslam’ın tek tanrı ve eşit toplum anlayışı, çok tanrılı ve kast sistemine dayanan Hinduizm’i sarsmış, bir Allah inancı onları cezbetmiş, eşitlik ve takva anlayışı kabul görmüş ve İslamlaşma yaygınlaşmıştır. Nanak, Hinduizm’in bazı adetlerini kaldırıp İslam’ın bazı unsurlarını alarak Sih dinini kurmuştur. İslam’ın Hindistan’daki etkisi bakımından Sih dininin kurulması bile oldukça önemli gözükmektedir.
İslam medeniyetinin yaşandığı coğrafya, bugün içler acısı bir durumdadır. Özellikle Suriye ve Irak’ta yıkım söz konusudur. Gelişmişlik seviyesiyle dünyaya örnek olan bölge, bugün insanların gidip gezmeyi bırakın, televizyondan bile seyretmeye korktuğu bir vahşete sahnelik yapmaktadır. Dileğimiz, İslam âleminde medeniyetin yeniden, bir kez daha parlaması ve tüm dünyayı aydınlatacak hâle gelmesidir.