Makale

FETİH VE FATİH

FETİH ve FÂTİH
Hüseyin Karaca
Vaiz-Haseki Eğitim Merkezi

Temmuz sıcağını, ikindi yağmurunun ahenkli çisiltileriyle arıtan bir Saraybosna gündüzünde, damla damla evlâd-ı Fâtihân kokan Gazi Hüsrev Bey Camii’nde erdim fetih ve Fâtih idrakine...

Savaş yıllarının izlerini ürkek bir ceylan edasıyla hâlâ üzerinde hisseden bu Osmanlı yadigârı caminin avlusunda ikindi namazı için beklerken, beyaz saçlar, gök mavisi gözler, Bosna yeşili tebessümlerle altmış beş yaşlarında bir adam bize doğru yaklaşarak, "Hojgeldiniz" dedi balkanlara ait bir söyleyişle...

"Hoş bulduk" dedik. Boşnakça olarak, "galiba İstanbul’dan geliyorsunuz" dedi... "Evet" manasına başımızı salladık... Sağ elini, sol göğsüne götürüp salâvat getirir bir saygı içinde "demek Fâtih Sultan hazretlerinin türbesinin olduğu yerden geldiniz. Safalar getirdiniz" dedi. Bu adam, ağzından çıkan cümlelerden ziyade, vakur hürmetiyle bizi şaşırtıyordu.

Bulutlar, Sarayevo sokaklarına ağırlığını döküyordu katre katre... İşte o an ruhumuza doğdu fetih güneşi.. Doyasıya ıslanan, Gazi Hüsrev Bey Camii’nin avlusu değil, gün ışığı fütûhat reşhası alamayıp da kuruyan benliğimizdi.

Boşnaklar, Bosna’yı fetheden Fâtih’e derin bir hayranlık duyuyorlar.
Okunan ikindi ezanı, şehadet ikrarı ruhumuza taht kurdu. İkinci Mehmed’in sırrının Muhammedî bir vefada gün yüzüne çıktığını farkettik.

O an, 29 Mayıs sabahı ne ifade eder, sur nedir, hisar nedir, fethin hatıraları bir bir uçuştu muhayyilemizde. Daha on beş gün önce uğradığımız hastanenin ismindeki çağrışımları, fetih serüvenini, Mayıs’ın yirmi dokuzunun neden 1453 sabahı kadar özge bir yerde durmadığını, baharın niçin en çok mayısların yirmi dokuzuna yakıştığını kilometrelerce ötede keşfettik.

Anadolu’da kundaktaki çocuğun kulağına Fetih suresi okuyup da, "Fâtih olursun inşallah" diyerek, çocuğuna Fâtih ismi koyan ana-babaların bir benzerini balkan ufuklarında görmek, bize, ümmet musikisinden gıdalanmanın feyyaz birleştiricilik vasfını öğretti.

İslâm tarihinde fetih denilince umumiyetle İslâm’ın inceliğini, güzelliğini o güzellikten mahrum belde halklarına ulaştırma düşüncesiyle başka belde ve ülkelerle yapılan mücadeleler anlaşılır. Bu mücadele, bazen hiç savaşa gerek kalmadan, İslâm’ın toptan benimsenmesi, kansız kılıçsız o yerlerin Müslüman hakimiyetine geçmesiyle sonuçlanırken, bazen sulhla yapılan davetlere karşı sert bir mukavemet de gösterilmiştir.

Fethin işgalden farkı, tamamen uhrevî bir niyet ve ülkü etrafında, şahıs ekseninde değil, şahsiyet ve ümmet ekseninde gerçekleşmesidir. O yüzden tarihte bazı önemli köşe taşı yerlerin fethedilmesine öncelik verilmiş, bu fütûhatın başarılı olması durumunda ırk, renk ve mezhep ayrımı olmaksızın herkes bu zaferleri ümmet bilinciyle sahiplenmiş, kendisi katılamasa da fatihlerini alkışlamıştır.

Hangi samimi mümin yoktur ki Mısır’ın, İspanya’nın, İstanbul’un fethedilmesi karşısında sevinmemiş olsun.

Aynı şekilde hiçbir inanmış gönül, Endülüs’ün sükutu, Endülüs’ün Avrupa’dan göz göre göre katliamlarla silinmesi hadisesini ta yürekten gelen bir ah, bir gözyaşı ile ruhunda hissetmemiş bulunsun.

Fetih, aynı zamanda Kur’an’daki bir surenin adıdır. İçinde İslâm’ın elde edeceği fetih, başarı ve zaferden bahsedildiği için Fetih adını alan bu sûre, hicretin altıncı yılında, zahiren Müslümanların aleyhine gibi görülen, hakikatte ise büyük bir başarı olan Hudeybiye antlaşması dönüşünde Mekke ile Medine arasında inmiştir.

Bütün fetihlerin Hudeybiye ile, bütün fâtihlerin, varoluş kitabının fâtihası olan Efendimizle bir gönül bağı bulunur.

Fetih suresi, bir bütün olarak, bu hazırlıkları göstermesi bakımından, halis bir tevhidin, her şeye hükmeden bir kudretin varlığını fısıldar bize... İnsanoğlunun eliyle elde edilen zaferlerin, aslında Kadîr olan Allah’ın imkân vermesiyle gerçekleştiğini, aksi düşüncenin hakikat karşısında sergilenen bir tür şımarıklık olacağı vurgulanmaktadır. "Bir şaha kul oldum ki cihan ana gedâdur." (Fatih Sultan Mehmed) beyitlerini söyleyebilmek için de zaten sure-i Feth’in derunundan icazet almak lâzımdır.

Fetih için birinci hazırlık, evvelâ niyetlerde tevhidi yakalamak. Kalbi, yakinin muhkem surlarıyla tahkim etmek. Pâk gönlü masivadan arındırmak, yani varlık gayesinde hakk’alyakîne demir atmak.

Fetihlerin, müjdeleyicisi olmalıdır. Fâtihler, evvelâ Kur’an’dan, sonra fetih yolunun sultanı Nebî’den alır ışığını. "Andolsun Zikir’den sonra Zebur’da da: ‘Yeryüzüne iyi kullarım vâris olacaktır’ diye yazmıştık." (Enbiya, 105) Hamle hâlinde durmadan yürüyen, başka ülke başka iklimlere de Hakkın mesajını götürmeye sevdalanmışların baş ucu virdidir bu ayet. Her bir fâtih, bu ayetin mirasından hasenat kapma yarışına girendir. Fütuhat geleneği, ebede yatırım yapmanın en kestirme yollarından biridir. "Bizim uğrumuzda mücahede edenlere gelince, elbette Biz onlara yollarımızı gösteririz ve şüphesiz ki Allah her halde muhsinlerle (ihsana erdirilmişlerle) beraberdir." (Ankebut, 69)
Fetih suresi Müslümanın ümit referansıdır. Ayet ayet bu surede hayata iyimser bakmak, olumsuzlukların üzerine gitmek, her şeyin idaresi anahtarı elinde olan Yaratıcıya güvenmek bu aidiyetle yaşamanın izzetini tatmak tattırmaktır.

Fetih, geçmişin şefkatli kollarında yeni fetihlere özlemdir:
"Rodopların ak başları yaslıdır/Serdengeçti gönül, artık usludur/Rüzgârları bile matem seslidir,
Fetheyledik deryaları, çölleri/Biz neyledik o koskoca elleri?"
Fetih, demek Hudeybiye’dir. Fetih demek, Mekke’nin fethedilmesi, gönül dünyaları çoktan selâmete aşina olmuş bir şehir ahalisinin, zahiren de bir ordu tarafından hakimiyet altına alınması demek.

Fetih suresi, doğumdan ecel kapısından cennete, oradan da rıza huzuruna uzanan yolculukta, insanoğlunu tercüme eder. Rıza kapısının nasıl açılacağını öğretir bize.. O anahtar Peygamberimiz’dir.

Fetih düşüncesi Peygamber Efendimiz’in bir hediyesidir insanoğluna. Tarih bir tekerrürdür. İkballer de idbarlar da kaynağından üsare taşırlar... Ve Fâtihler, Mekke Fâtihi’nin kâinatın fethi varlık âhenginin zuhura çıkmasına vesile, o ilk nur son zuhurun zamanlara taksim edilmiş feyizleridir.

Mekke şehirlerin, Efendimiz Fâtihlerin rüyasıdır. Mekke’nin fethi İstanbul’un fethine bir aynadır.
Sadece asr-ı saadet değil, kıyamete kadar beşeriyetin maruf anahtarının açtığı her kapı onun bereketi...

Onun fethi sadece harplerde değildir elbette.
“Günde yetmiş defa istiğfar ediyorum" sözüyle, hayatlarını israf eden, nefsinin cinayetlerinden farkında olmadan yaşayanları uyaran.

Harpten dönerken, "mücahedenin küçüğünden büyüğüne dönüyoruz" diyebilen.
"İstanbul mutlaka fetholunacaktır. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir." (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 325) muştusunu gerçekleştirmek için, tarihte pek çok bahadır bu şehre seferler düzenlemiştir. Hedefin büyüklüğü oranında meşakkat de büyüktür. Ama hazırlıklar hem fethe sevdalı komutan tarafından, hem de onu izleyenler tarafından aralıksız icra edilmelidir.

Fâtiha’sız namaz olmaz, nasipsiz fetih... Nasibe konanlar da, "Nasr ve Nâs’a vuslatı, Fâtiha’dan itibaren ayet ayet, cüz cüz, yüz on dört durağın her birinin hakkını verme şartına bağlayanlardır.

Fâtih, murad-ı ilâhiyyeye hassas bir Murad-ı saninin terbiyesinde yetişen... İradesini, "faalün lima yürid" olan Rabbinin rızasına göre akord eden demek.

Bütün ırmaklar Konstantıniyye’ye akar milâdî bin dörtyüz elli üçe kadar..
O tarihte, bir hayır çeşmesinin başına geçen hükümdar, bu ırmakların bitiş noktasında da kanmaz, daha fazla tecelli daha çok feth arzular. Durmaz yerinde... İstanbul, başkalarına göre nehirlerin bittiği son durak, bir deniz olabilir ama, Nebî beşaretinden nişan almış bir Fatih için, bu boğaz şehri sadece bir başlangıçtır.

Fetih sonrası yapılan eğitim ve imar yatırımları ile İstanbul bir medeniyet merkezi olmuştur.
Fâtihlerin, verdiği sözle rıza makamına dikey olarak terfi eden elleri olmalı. Yolda olmayı hedefte istirahatle denk gören...

Ebubekirleri de bulunmalı Fâtihlerin... Metanet ve sekinete kabiliyetli... Miraçtan dönüşte herkesin hayret ettiği noktada, "o söylüyorsa doğrudur" sözüyle sıddık olan; Hudeybiye’de zahiri anlamda aleyhte gibi görünen şartlara tahammül edemeyenlere verdiği, "o dediyse gerçekleşir" teslimiyetiyle, Efendimize verdiği destekle İstanbul fethi esnasında herkesin yavaş yavaş umutsuzluk homurdanmaları karşısında, "sana feth müyesser olacaktır" diye sürekli genç hünkârı zafere kılavuzlayan Akşemseddin ne kadar da birbirine benzer fethi özümseme tevekkülleriyle...

Fâtih biraz da Ebubekir tasdikine liyakatli muhitiyle fâtihtir.
Bundandır İstanbul’un defalarca kuşatılıp da fethinin Fâtih Sultan Mehmed’e nasip oluşu...
Sadece ilmî mahfillerde okunulası bir metin olarak değil, bir cihanşumul kapının açılması durumunda "Düşmanlarınız için elinizden geldiği, gücünüzün yettiği kadar kuvvet hazırlayınız. Dikkat ediniz! Kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır; kuvvet atmaktır." (Müslim, İmâre, 167) hadis-i şerifine daha önce kimsenin veremediği bir yorum getirmek; devrinin tekniğiyle dalga geçercesine yeni hücum manevraları tatbik etmek...

Sadece nutuk atmak değil, atılacak şeyi doğru zamanda doğru açıdan kullanmak. Attığını vurduktan, muhataplarını boyun eğdirdikten sonra da, "Attığın zaman sen atmadın, onu Allah attı." (Enfal, 17) hakikatine sırtını dönmemek... "Göklerin ve yerin orduları Allah’ındır. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Feth, 7) tenbihinden gafil olmamak...

"Allah’ın insanlar için açacağı rahmet kapısını kimse kapatamaz. O’nun kapattığını da kimse açamaz. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Fatır, 2) ayet-i kerîmesini, kaç müfessir, İstanbul’u fethe azm ü cezm ü kast eylemiş Fâtih’in "Bir şeye Allah’ın irâdesi taalluk edicek, bütün kâinat aksine çalışsa geri döndürmez." şeklindeki cümleleri kadar güzel anlayabilmiştir?

"Eğer ol kalenin benim elimle fetholması mukadder olmuş ise, burç ve barutu taştan topraktan değil de demirden olmuş olsa, mum gibi eritip yumuşak eylerim." (Mahrûse-i İstanbul’dan naklen, Ayverdi, S, Türk Tarihinde Osmanlı Asırları, s.222) sözleriyle de, "Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (O’na dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever." (Âl-i İmran, 159) ilâhî buyruğu ile, "Sen’in verdiğine mâni’ olabilecek hiç kimse yok; vermediğini verebilecek kimse de yok! (Buhari, Deavât, 26) hadis-i şerifini tüm dünyaya icraatıyla haykıran kaç insan vardır?

Fethi anlamak, Fâtih’e kadar asr-ı saadetten beri fütuhat muştusuna gönül bağlayan yiğitlere vefalı olmak demektir. Eyüp Sultan’ı hatırlamadan, Emevî, Abbasî, Selçukî kahramanları devre dışı bırakarak fethi yâd etmek ne anlam taşır? "İstanbul’u aç gülzâr yap" diyen Osman Gazi’den başlayıp Fâtih’e kadar uzanan, Ertuğrul ocağını, Bursa’yı, Edirne’yi hesaba katmadan, fethi ve Fâtih’i şerhetmek ne mümkün?

Gönderde rüzgârla şakalaşan ay yıldızlı bayrağı her gün görüp de, o bayrakta Ulubatlı’nın cesur bileğini, Çanakkale’de Fâtih hatırası Peygamber muştusu kutlu şehri, kirli ayaklara çiğnetmemek için varını yoğunu harcayan Mehmetçiği düşünmemek olmaz. Millet olmak süreklilik ister. Bugün, okulunda tahsilin hakkını vermek için didinen, sınır boylarında vatanı bekleyen genç yiğitlerin alınterinde, Bizansın kibrini, şarkın hasedini kıran Fâtih’in, yirmi bir yaş hayalini okumamak bize yakışmaz.

Bir medeniyet şehrini, kullandığımız lisanın hecelerinde, kelimelerinde yaşatmak durumundayız. Fethi anlatan billur dilli tarih kitaplarını okumak da görevimiz. Sadece kronoloji değil, madde ile manayı kol kola tarih şuurunda eriterek. Fethe, şairlerin patikasından varmak, şiirlerin kılavuzluğunda ulaşmak da önemli. Her alanda fethi güncellemek... İlimde fetih, sanatta fetih, sosyal hayatta fetih, merhamette, adalette fetih.

Dünyayı kana bulayanlara merhamet öğretmede fetih.
Efendimizin kucaklayıcı mesajına aç kitlelere onu ulaştırmada fetih. Kapımızı çalan Halidlere afv sunabilmede fetih.

Şairin ifadesiyle, "Fâtih’ten bir merhabadır gençliğe fetih yıldönümü; bir Fâtih hutbesidir ufkumuza yayılan..."

Mukaddesatımızla, birlik ve beraberliğimizi temin eden ortak paydalarımızla, kardeşliğin ve inanmışlığın şiirini yazabiliriz. Ve dünyanın bu şiirden alacağı mutluluğu düşünerek, fethin evvelâ kendini fethedenlerin, sonra âleme talkın verenlerin kârı olduğunu anlayabiliriz.

Minarelerden okunan, bulutlarla yarışan ezanları, bir de fetih hatırası olarak dinleyelim. Belki Bilâl’in Medine’de kalmayıp uzak illere giden ordularla, fütûhat serüveninde fethettiği topraklarda okuduğu yanık sesi bulabiliriz.


“Minarelerden okunan, bulutlarla yarışan ezanları, bir de fetih hatırası olarak dinleyelim. Belki Bilâl’in Medine’de kalmayıp uzak illere giden ordularla, fütûhat serüveninde fethettiği topraklarda okuduğu yanık sesi bulabiliriz.”

“Anadolu’da kundaktaki çocuğun
kulağına Fetih suresi okuyup da,
"Fâtih olursun inşallah" diyerek,
çocuğuna Fâtih ismi koyan
ana-babaların bir benzerini balkan
ufuklarında görmek, bize, ümmet
musikisinden gıdalanmanın
feyyaz birleştiricilik
vasfını öğretti.”