Makale

Yaşamak Bir Umuttur

Yaşamak Bir Umuttur

Mustafa Uçurum

Kalbimize döneceğiz yeniden. Döndükçe renk gelecek herkesin yüzüne. Sustukça nehirler çağlamayacak, kuşlar göç etmeyi unutacak, bir baba evine dönmeyecek, bir tank gelecek ve dağıtacak çocukların oyununu.

Geçmişe özlem duymak, geçmişten günümüze uzanan çizgide hassas noktaları gözeterek geleceğe uzanmak, sağlam kuşanılacak bir ömrün sarsılmaz temelini oluşturmaktadır. İnsan kendine yaklaştıkça değerlerinin takipçisi olur, kendiyle olan bağını kuvvetlendirdikçe yıkılmaz bir iradenin mimarı hâline gelir. İnsan önce kendini bilmeli. Her şey kendini tanımakla başlar. Aynaya bakar gibi ezberlemektir içinin kuytularını.
Ne olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini bilmeyen kişi önce kendinin sonra da herkesin yabancısı olur. Eğreti olur hayata karşı. Sosyal bir figür gibi yaşamın çetrefilli sokaklarında bir pervane gibi döner durur. Menzilini bulmak için, önce kendinin kâşifi olmalı insan. Kendini tanımayanın ya da kendini tanımlamayanın bir başkasına yol göstermesi kara mizahın ötesine geçemez. İnsan, bütün parçalarıyla geçmişinden geleceğine kadar her ayrıntıyı çok iyi kavrayarak geleceğe uzanabilecektir.
Hızlı bir dönüşümün tam içindeyiz. Dönüyoruz ve döndükçe yiten yanlarımız için ağıt yakacak vakit bile bulamıyoruz. Bugün yaşadığımız yarına “eski” yaftasını alıyor boynuna. O kadar büyük bir hızla yenileniyoruz ki birkaç yıllık geçmişimiz bile nostaljik unsur olarak köşe başlarındaki yerini alıyor. Bir Hayat Bilgisi kitabındaki fotoğraflara imrenerek bakıyoruz. Mutlu aileler, bir dedenin etrafına toplanmış torunlar ve onun ağzından çıkacak her cümleyi merakla bekleyen herkes.
Geçmiş zaman öyle bir hâl aldı ki onu yâd etmek artık günümüzü kurtarmaya yetmiyor. “Biz eskiden” diyerek başlayan her cümlenin masal anlatıcıları zamanının girizgâhı olmaktan öteye gidemiyor. Ne yazık ki günümüzde artık ne masallar ne de o masalları anlatacak masalcılar kaldı. “Geçmiş”, elimizdeki en büyük hazinedir. Oradan devşirebileceğimiz her hassas nokta bizim için bir ışık niteliğindedir. Başarıların yanında yenilgiler de, atılacak adımlar da ne kadar hassas davranılması gerektiğini gösteren ipuçları olmaktadır.
Sağlam damarları bulup onlar üzerinden yeni bir gelecek inşa etmek, içinde kaygı taşıyan herkesin meselesi olmalı. “Kök” önemlidir. Nerede olursa olsun hangi alanda karşımıza çıkarsa çıksın kök demek asıl demektir. Köklere sımsıkı tutunmak gerek. Geçmişi görmezden gelerek, sadece yeni olanın ardına düşmek yarı yolda kalacak bir hareketin ilk işaretçisidir. Kiminle yola çıktığına dikkat ederek, kiminle yarıştığının farkında olarak yeni bir dünya düzeninin içine girmek gerekir.
Rakibini doğru belirleyerek, hasmının ayak oyunlarını iyi tahmin ederek ve yol arkadaşını doğru seçerek yola revan olmak sağlam atılmış bir temel demektir. “Biz kimiz ve kiminleyiz?” sorusunun cevabı bütün eksiklerimizi tamamlayacak bir bulmacanın son taşı gibidir. O taş yerine konduğu zaman ilerledikçe bütün eksiler artı, bütün karalar beyaz olacaktır. Yol arkadaşı ile aynı dertle dertlenmeyenin bir yanı boşta kalır. Yeni bir nesli inşa etmek için kendimizden başlayıp en yakınımızda olanlarla birlikte bir kurtuluş meşalesi yakmak gerekir. Biz, iyi huylulardan olalım ve dört bir yanımızı da kendimize benzetelim ki dünya iyiye doğru gidişine bizden başlasın.
Geçmiş iyidir ve içinde bin bir çeşit cevher saklar. İbretler sayfasıdır tarihin her anı. Önümüzü aydınlatan en güçlü ışık, atacağımız adımlara ahenk katan en görkemli bakıştır geçmiş. Üzerini toz kaplamış geçmişimizi gün ışığına çıkardıkça, geçmişin şatafatı yerine kırılma noktalarını gün yüzüne çıkarıp hayatımızın en önemli noktalarına yerleştirdikçe bugün için ileriye dair duvara koyacağımız her taş, sıkı bir duruşun temeli olacaktır.
Uzaklarda aramamak gerek kurtuluşu. Batı’nın çeldirici oyunlarına yüz vermemeli. Biz ne zaman elimizi, kolumuzu, zihnimizi Batı’ya teslim ettik, o zaman durmaya başladı heybetli yürüyüşümüz. Ne zaman kendimiz olmayı bırakıp “başkası gibi” olduk, o zaman ayağımız sendeledi. Şimdi bir kez daha kendimize dönelim yüzümüzü. İçimiz dışımız bir olsun. Bizden olan ne varsa baş tacı ederek; kurtuluşun, yükselişin, yeniden doğuşun bayramını kendimizle kutlayalım. “Dost dost diye” önce kendimize sarılalım. Kendiyle barışık insan, geçmişiyle de barışık olur. İleriyi daha doğru görür, engelleri daha kolay aşar.
Kaybetmek nedir bilmeden, üstümüzdeki kumları savurarak ne kadar sur varsa bir bir aşarak üstünden, kelimelerin gölgesini alarak üstümüze acil bir şiir gibi sözleri sıralayacağız sevmek nedir bilmeyenlerin yüzüne. Şiir bazen şifa olur dertlere. Binlerce cümlenin tercümanı gibi dökülür dillerden.
Uzaktan seyretmek, bazı şeyleri doğru görmemizi zorlaştırır. Olayların içinde olmak, olaylara dâhil olmak, dünya yeniden yapılanırken bütün gelişmelerin seyircisi değil yön vereni olmak insanın elinde olan bir iradedir. Bir başkasını beklemek, başkalarından medet ummak sonunda çıkılmaz yollara girilecek bir sonu hazırlayabilir. Bizim meselelerimize bizim kadar kimsenin sahip çıkmayacağını unutmamak gerek.
“Hüzünlü zamanlardan geliyorum dostlar” diye başlayan bir ezgiyi içimizde çoğaltarak başlayalım yürüyüşe. En güzel sesimiz hüznümüz olsun. İçindeki acıları unutmayan insanlar geleceğe daha sağlam bakarlar. Aliya İzzetbegoviç’in halkına sürekli tekrarladığı bir telkini vardı: “Size yapılanları ve size bunları yapanları asla unutmayın.” İnsan, gayesi olan bir varlıktır. Yaşamak ve yaşatmak için bir gayesi olandır insan. Kendinden başlayıp insanlığı kuşatan bir gaye…
Ne çok kül var şehirde üstümüze yağan. Yangın yürüyor bir tufan gibi. Biz döndükçe kumlar saçılıyor şehrin üstüne. Biz döndükçe çöl, gül oluyor. En tatlı rüzgârlar esiyor bir saadet şehrinden. Birden meydanlara çıkıyor sesimiz, birden şehrin üstünde yankılanıyor. Neşeli insanların yüzünden geçip, “mutlu olmak zorunda değiliz” diyenlerin yüzlerine bir tebessüm bırakarak, ey güzel insanlar ne de hazin bakıyorsunuz öyle diyerek çiçeklerin arasından geçerek yerini bulma telaşını üzerimizden atıp bulduğumuz her kalbe yerleşmeyi bir tenhalık sayarak çoğaltmalıyız sesimizi.
Yoksul kentleri, yıkılmış şehirleri, annelerin gözyaşını, çocukların sevincini, sevmeyi, umut etmeyi, vefayı, cennet bahçelerinden bir bahçeyi, üstümüzü gölgeleyen ağaçları ve bir şifa olsun diye büyüttüğümüz umutlarımızı yanımızdan hiç ayırmıyoruz.
Kalbimize döneceğiz yeniden. Döndükçe renk gelecek herkesin yüzüne. Sustukça nehirler çağlamayacak, kuşlar göç etmeyi unutacak, bir baba evine dönmeyecek, bir tank gelecek ve dağıtacak çocukların oyununu. Bir yordam vermek için şehrin karanlık sokaklarına, aydınlık yüzleri güneşe çevirmek için, en güzel yola düşenler için ne büyük müjdeler var sonsuz bir sesten diyeceğiz umudumuzu masmavi göklere salarak.