Makale

İlim, Marifet ve Hikmet İlişkisi

İlim, Marifet ve Hikmet İlişkisi

Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı

nsan hikmet ilişkisi, hikmeti aramakla başlar; hikmeti görmek ve bulmak şeklinde devam eder. Hikmeti bulan hikmet konuşmaya, hikmetle bakmaya ve hikmetle yaşamaya başlar. Hikmet müminin yitiğidir.

Eşyanın hikmet, sır ve inceliklerini kavramak insana basiret kazandırır ve insanı marifete erdirir. Ya da bir başka ifadeyle basiret nazarı, insan gönlünü hikmetle buluşturur. Bu yüzden ehlidil insanlar sürekli hikmet arayışı içerisinde olmuş ve marifete ermeyi gaye edinmişlerdir.

Bilgi ve bilim karşılığı olarak kullanılan “ilim”, bir şeyi akıl ve zekâ vasıtasıyla gerçek yönüyle kavramak, gerçekle örtüşen kesin inanç/itikat, bir nesnenin şeklinin zihinde oluşması, nesneyi olduğu gibi bilmek, eşyadaki gizliliğin ortadan kalkması gibi manalara gelir.
Bilmek, tanımak, tecrübe ile algılamak ve ikrar etmek anlamına gelen “marifet” ilimle eş anlamlı kullanılmakla birlikte aralarında farklar vardır. İlim, genel bilgileri, marifet ise özel ve ayrıntılı bilgileri ifade eder. İlmin mukabili cehldir; marifetin karşıtı ise inkârdır. Bu sebeple ilim kelimesi marifetin yerini tutmaz. Marifet bilgidir; ancak yaşanılan, his ve duygu ile sezilen irfani bilgi ve tanımayı ifade eder. İlim, daha geniş bir alanı, nazar ve istidlal yoluyla öğrenilerek elde edilen her türlü bilgiyi kapsar.
“Hikmet” ise varlık ve olaylarla ilgili olarak insana huzur ve mutluluk veren, deruni bir seziş ve idrakin adıdır. Hikmet, marifet gibi ilimden farklıdır. Hikmet olayların arka planını kavramak için sebepler üzerine kafa yormak, eşya ve olayları gönül gözüyle yorumlamaktır.
İnsan hikmet ilişkisi, hikmeti aramakla başlar; hikmeti görmek ve bulmak şeklinde devam eder. Hikmeti bulan hikmet konuşmaya, hikmetle bakmaya ve hikmetle yaşamaya başlar. Hikmet müminin yitiğidir. (Tirmizi, İlim, 19.) Nitekim ilim, marifet ve hikmetle elde edilecek hususiyetler şöyle anlatılır:
Gönül semâsına ilk doğan ışık, hikmet yıldızıdır
Daha sonra ilim ayı ve mârifet güneşi doğar
Hikmet yıldızının ışığı ile eşyânın hakîkati müşâhede edilir
İlim ayının zıyâsı ile mânâ âlemi müşâhede edilir
Mârifet güneşinin ışığı ile Hz. Mevlâ müşâhede edilir
Hikmeti bulamayan, aczini itiraf eder. Nitekim Türkçede kullandığımız: “Hikmetinden sual olunmaz” sözü, hikmet arayışında acze düştüğümüzde yapacağımız bir itiraftır. Çünkü insan olayların ve varlık âleminin gidişatındaki hikmetler konusunda verilecek cevap bulamazsa: “Hikmetinden sual olunmaz.” diyerek külli iradeye teslim olur ki bu da bir hikmettir.
Ârifler ilk dönemlerden itibaren âlimlerin ulaştıkları bilgilerden farklı ve kendilerine has bir bilgiye sahip olduklarına inanmışlar ve bu bilgiyi “hikmet”, “marifet”, “irfan”, “yakin” gibi yine kendilerine has terimlerle ifade etmişlerdir. Hikmet, marifet ve irfanın başlangıcı ilimdir. Nitekim ârifler, “ilimsiz marifet muhal, marifetsiz ilim vebaldir” demişlerdir. Ya da bir başka ifade ile: “İlimsiz marifet güdük, marifetsiz ilim kütüktür.”
İrfan ehli, “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet (kulluk) etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56.) mealindeki ayette geçen “ibadet etsinler” ifadesini, “beni tanısınlar” şeklinde yorumlayarak ilim ve kulluğun başlangıcını marifet olarak görür. Kulluğun başlangıcı marifet; yani Hakk’ı tanımak, sonra kendisini sayısız nimetlerle perverde kılan Rabb-ı müteâli sevmek; nihâyet O’na kullukta fani olmaktır. Çünkü kul, Allah’ı bildiği ve tanıdığı nispette sever, O’ndan korkar, O’na ümitle bağlanır, O’na tevekkül eder, O’na rücu eder, O’nun zikriyle meşgul olur, O’na kavuşmayı özler, O’ndan hayâ eder, O’na olan marifeti kadar O’nu tazim eder. Böylece insanın hilkat gayesini ifade eden ayetin manası, tahakkuk etmiş olur. Çünkü insanın bu dünyaya gelişinin gayesi ikbal ve makam beklentisi değil; Hakk’a kul olmaktır.
Marifet ve hikmeti kavramak için tezkiye ve manevi arınmaya ihtiyaç vardır. Allah Teala Kur’an-ı Kerim’de sevgili Peygamberimiz’i takdim ederken şöyle buyurur: “Size kendi içinizden ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran/tezkiye, size kitabı ve hikmeti talim ederek bilmediklerinizi öğreten bir peygamber gönderdik.” (Bakara, 2/151.) Bu ayette ince manalar saklıdır. Ayetteki hikmet sözde ve özde isabetli davranmaktır. Bu vasfı taşıyan kimse hakîm olarak isimlendirilir.
İnsanda fıtri olan hikmet arayışı, varlık ve olayları sorgulamayı gerekli kılmaktadır. Nitekim yukarıdaki ayet, hikmet arayışının yolunu şöyle öğretmektedir:
1- Önce kevnî ayetleri okumak için insanın kendinden başlayarak topyekûn kâinat kitabını ibretle incelemesi; bakmaktan çok görmeye ve anlamaya çalışması,
2- Sonra kendini okuyup zaaf ve kusurlarını gördükçe arınma çabası içinde olması ve başkalarıyla iletişimde farkındalık bilincine ermesi,
3- İbretle okunan kâinat ayetlerinin ardından tezkiye duygusuna ererek ilâhî kitabı okuması,
4- Hem kevnî kitabı, hem ilahî kelamı kitabı okurken hikmeti yakalamaya çalışması.
Eşyanın hikmet, sır ve inceliklerini kavramak insana basiret kazandırır ve insanı marifete erdirir. Ya da bir başka ifadeyle basiret nazarı, insan gönlünü hikmetle buluşturur. Bu yüzden ehlidil insanlar sürekli hikmet arayışı içerisinde olmuş ve marifete ermeyi gaye edinmişlerdir.
Hikmet ve marifetin başı Allah korkusudur. Nefsani duygulardan sıyrılamayan, kendini aşamayan, öfkesini kontrol edemeyen, duygularını yenemeyen insandan hikmet ummak ve marifete ermesini beklemek tekeden süt çıkmasını beklemek gibidir. Hikmete ermek ve marifete ulaşmak nefsin arındırılmasına bağlıdır.
Bilmek, bulmak ve olmak anlamına gelen ilme’l-yakîn, ayne’l-yakîn ve hakka’l-yakîn irfan geleneğinde önemli menzillerdir. İlme’l-yakîn, ölçüleri içerisinde Hakk’ı, hakikati, varlığı ve varlığın sahibini tanımaktır. Bu menzil sonuçları itibariyle motivasyon tesiri olmayan, bununla birlikte kalbî irfana açılan bir pencere niteliğindedir. Bu ayne’l-yakîn penceresinden gelen ışık, insana aradığını bulma imkânı sunar.
Ayne’l-yakîn sayesinde açılan basiret gözü ibadet ve taatlardaki manevi haz, ruhanî aşk ve şevk ile hakka’l-yakîn sayesinde olmayı ve kemale ermeyi gerçekleştirir. Böylece Allah yolunun yolcusu, gerçek tevhit ile sonuçlanacak marifet, irfan ve aşk yolculuğunda ilme’l-yakîn/bilmek, ayne’l-yakîn/bulmak ve hakka’l-yakîn/olmak menzillerinden geçmiş olur.
Hikmet, marifet ve irfan, dille anlatılan ve öğretilen bir şey olmaktan çok, sükût, idrak ve derin bir kavrayış ile anlaşılan ve öğrenilen husustur. Önemli olan sadece dilin değil, nefsin ve zihnin de susmasıdır. Hak’tan başkasıyla meşgul olmamasıdır. Sükût, tefekkürü temin ettiği ölçüde marifet tahsil etmenin aracıdır.
Dilin söylediği sözleri kulak anlar, ama gönülden çıkan hikmet ve marifet sözlerini ise ancak aklı aşmış; gönül sermestliğine ulaşmış aşk ve coşkusu yüksek olan ehlihikmet ve ehliirfan anlar.
İnsanın manevi hayatı, içine iman, ibadet ve ahlak tohumunun ekildiği bir tarla gibidir. Bu tarlanın mutlaka ilim, hikmet ve marifet çapası ile çapalanması; ibadet ve taat suyu ile sulanması gerekir. İlim, hikmet ve irfan çapası ile çapalanmayan manevi hayatın, kısa zamanda yoz ayrık otlarıyla bozulacağından şüphe yoktur. Yoz otların kendini göstermeye başladığı bir tarlanın nasıl bütün fidanlarıyla sökülmesi gerekmiyor; aksine görülen yabani ve yoz otların temizlenmesi yeterli oluyorsa manevi hayatımız da böyledir. Önce masiva denilen yoz ayrık otlardan temizlenmelidir ki hikmet ve marifet çimeni yeşersin, kalp hikmet pınarı hâline gelsin.