Makale

Şehri Kaybetmek

Şehri Kaybetmek

Mahmut Bıyıklı

Müslüman, insanlıktan mesul insan demektir. Bu çarpık yapılanmanın teşekkülünden Müslüman da sorumludur. Gerektiği gibi sağlam duramadığı, seher medeniyetleri kuramadığı için belki şu an modern Müslümanın şehirle ilişkisi pek sağlıklı görünmüyor.

Şehri kaybetmeye mahalleyi kaybetmekle başladık. Mahalle; şehirde toplumsal dayanışmanın, cem olmanın, cemaate durmanın, sorumluluk almanın ve sorumlu davranmanın adıydı.

“Ceddimiz inşa etmedi, ibadet etti” diyor Ahmet Hamdi Tanpınar. Maddeye nüfuz etmesini istedikleri bir ruh ve imanları vardı eskilerin. Duvarları, kubbeleri, çinileri düşünen ve dua eden şehirler imar etti ecdadımız.
Şehirler ruhumuzun aynası. Nasıl geçmişte inşa edilen şehirler o devrin insanının ruh hâlini, hayata bakışını, estetik anlayışını yansıtıyorsa bugünkü mimari yapılanmanın da dili var ve bize yine bir şeyler söylüyor. Ruh yorgunluğumuzu, kafa karışıklığımızı, gafletimizi, imanımızın eskisi gibi göğsümüzden taşmadığını anlatıyor. Bir yazarımız anlatmıştı: Süleymaniye’yi ziyaret eden bir Batılı lider ziyaretten sonra helikopterle İstanbul’u gökyüzünden seyrederken şöyle diyor: ‘Süleymaniye gibi şaheseri yapan mimarın torunları nasıl olur da böyle çarpık şehirler meydana getirmişler anlayamadım!’
Müslümanın modern şehirle ilişkisi Allah’ıyla ilişkisini yansıtıyor bir anlamda. Müslüman, insanlıktan mesul insan demektir. Bu çarpık yapılanmanın teşekkülünden Müslüman da sorumludur. Gerektiği gibi sağlam duramadığı, şehir medeniyetleri kuramadığı için belki şu an modern Müslümanın şehirle ilişkisi pek sağlıklı görünmüyor.
Ümmet olma coşkusu çekildi Müslümanın göğsünden. Teknoloji ise bir tufan. Araç olmaktan çıkmış çoktan. Amaçlaşmış. Ruhumuzu talan ediyor konforculuk. Ruhi açlığını gideremeyen insanın zihnî tembelliği arttıkça konforculuğun insan üzerindeki yıkımı da çoğalacak elbet. Oysaki şehirler canlıdır. İnsandaki vefa, sadakat, hayâ duygusu aynıyla yansır onlara. İnsan, ruhuna, dolayısıyla Yaratıcısına sırtını dönünce şehirlerin de ruhunu kaybetmesi tabii değil mi?
Mahallenin kaybı
Şehri kaybetmeye mahalleyi kaybetmekle başladık. Mahalle; şehirde toplumsal dayanışmanın, cem olmanın, cemaate durmanın, sorumluluk almanın ve sorumlu davranmanın adıydı. Bireyselleşmeye karşı bir sığınak insanın kendi yalnızlığında kıvranmasına karşı âdeta bir kaleydi. İnsanın insana şifa olduğu bu nefes alma alanı da yabancılaşma saldırılarının kendi medeniyet değerlerimize yabancılaştırma projelerinin doğrudan hedefi hâline geldi. Modern manada ilk telif tiyatro eserimiz olarak adlandırılan Şair Evlenmesi mahalleyi eleştiren edebî bir ürün olarak kötü bir öncülük üstlenmiştir. Şair Evlenmesi, mahallenin çürümüşlüğünü ima eden bilinçaltı yüklemelerde bulunur. Geleneğin en naif şekilde yaşatıldığı ve yansıtıldığı mahalle bir anlamda modernleşme çabalarının hedefi hâline gelmiştir. Mahallenin kaybı şehrin kaybolması demektir.
Tanzimatla başlayan imar hareketleri mahalle bütünlüğünü parçalamaya başlamıştır. Cumhuriyet, mahalleden kopuşun hızlandığı dönem olmuştur. Şehirlerin imar açısından dönüşümü geleneksel toplum anlayışına ters bir şekilde fıtrata aykırı bir tarzda ilerlemiş ve bugünkü sıkıntılı sürece gelinmiştir. Modernleşme çabalarındaki kafa karışıklığı şehirleşme çabalarına da aynı olumsuzlukta yansımış insanın toprakla olan bağı koparılmış yüksek katlarda betonlar arasında psikolojik ve fiziksel sıkıntılar yaşayan insanların arttığı bir döneme gelinmiştir. Yine ne hazindir ki mahallesini ve komşusunu kaybeden modern insan çekmek zorunda kaldığı ıstırapları paylaşacak ‘’Bu da geçer ya hu’’ diyecek dost sesine de hasret kalmıştır.
Şehirler ve nesiller
İnsanın en büyük erdemi şehir kurmak erdemidir diyor Eflatun. Şehir kurmak sadece inşa faaliyeti değildir. Şehir kurmak bir anlamda bir nesli bir medeniyeti bir geleceği inşa etme gayretidir. Batılı tarzda mimarinin hâkim olduğu bir şehirden yerli duyarlı bir nesil yetiştirme ideali epey zorluklar barındırıyor. Kültürel kodlarımıza uygun olmayan şehirleşme nedeniyle toplumsal depresyonların yaşanması kaçınılmaz hâle gelir.
Ömrü boyunca bizi şehri düşünmeye şehri dert edinmeye çağıran Turgut Cansever merhuma göre İslam Mimarisinde Allah’ı vurgulamadan, onun büyüklüğünü ifade etmeden hiçbir yapı inşa edilemez. Maalesef çağın insanı bu ufuk insanın medeniyet bilgesinin çağrısına hep kulak tıkadı.
Cansever, Türk mimarisini inşa ederken Batı kültürünü değil, kendi inanç değerlerimizi yansıtmamız gerektiğini söyler. Yine İslam şehrinde evlerin insanın fıtratına uygun bir şekilde inşa edilmesini anlatan Cansever, evlerin mimarisinin Müslüman için ne kadar önemli olduğunu anlatır. Ev için Osmanlı evlerinin örnek alınması gerektiğini, hatta şehir ve mahalle inşası için tek örneğin Osmanlı olduğunu her imkânda vurgular. İslam mimarisi tezini yine tevhit anlayışı üzerinden şekillendiren Cansever, İslam’da aslolanın hayatın merkezine Allah’ı yerleştirmek olduğunu anlatır. Yine Bilge mimara göre İslam mimarisindeki her zaman mutluluk, ümitvar ve neşeli olma hâli İslam’ın bütün sanatlarında ortak bir özellik olarak görünür. Batı’nın ya da Hristiyanlığın mimarisine baktığımızda ise bir karamsarlık, keskinlik, insana ıstırap veren hâller, ihtişamı gözler önüne sermeye çalışsalar bile daima kendisini hissettirir.
Neyi kaybettiğimizi bilmek
Bugün geldiğimiz noktada; özünden koparılmış, kendi medeniyetine yabancılaştırılmış, ufku daraltılmış, bakış açısı köreltilmiş zihinler tarafından dünyanın sonunu beklemek için en iyi yer denilen Roma gibi alkol vurgunu, sıkıntılı ve bunalımlı Batı şehirleriyle harem-i ismetimiz masum ve temiz şehirlerimiz arasındaki derin fark gittikçe kapatıldı. Kimliksiz şehirler inşa ettik.
Fetihten bu yana sürekli çoğalan alçakgönüllü ve masum aydınlığıyla eski İstanbul’dan nelere sahip çıktık ne kadarını koruyabildik düşünmemiz gerekiyor. Pascal’dan Kopernik’ten bahsederken, İbni Heysem’den, Harezmi’den, Biruni’den, mikrobiyolojiyi Pasteur’den önce kuran Akşemseddin’den habersiz yeni kuşakların zihninde neyi nasıl kaybettiğimizin bir soru olarak belirmesi gerekiyor. Ve en fazla da medeniyetimizin esaslı dinamiklerine dönmeden öncü bir millet olamayacağımızı hatırlatmak gerekiyor.
Geleceği kurmak
Ancak düştüğümüz yerden ayağa kalkacağımıza, yeni bir ruh aşısıyla bunu başaracağımıza olan inancımızı da her şeye rağmen korumak gerekiyor. Mimar Sinan’dan Turgut Cansever’e uzanan ufuk çizgisini yeniden yakalayarak ve yaşayarak kaybettiğimiz ya da yeniden kuracağımız şehirler üzerine kafa yormamızın şart olduğu zamanlara erdik. Kaybımız büyük ama bir o kadar da birikimimiz var. Yeter ki neyi kaybettiğimizin farkına varalım. Düştüğümüz yeri görelim ki yeniden ayağa kalkmak için nereden kalkacağımızı bilelim.