Makale

Dr. Nihal Kocabay ŞENER ile Söyleşi

SÖYLEŞİ

Dr. Nihal Kocabay ŞENER:
“Medya sunduğu din algısı ile toplumdaki din algısını da şekillendiriyor bir anlamda.”

Söyleşi: Dr. Lamia LEVENT

Diyanet İşleri Başkanlığının yaptırdığı Dinî Hayat Araştırması’nda çıkan sonuçlarda dinî bilgiye ulaşma kaynaklarının içinde medya yanılmıyorsam üçüncü sırada yer alıyor, bu çok büyük bir oran.

Medyanın dili ve üslubunun yaraladığı pek çok inanan var, pek çok örnek de sıralayabilirim. Fakat medya bunu isteyerek, incitmek için yapmıyor. Bilgisizliği sebebiyle bu şekilde bir sonuç ortaya çıkıyor. Aksini iddia etmek medyaya da haksızlık olur.

Hazretli filmler olarak adlandırılan filmlerin özellikle ramazan ayında yayınlanması, iftar ve sahur programları, kandillerde mevlitler… Dizilerde ise dinî temsillerin çok olduğunu söylemek mümkün değildi. Bazı dizilere ramazan uğrar, bazılarına uğramazdı.

Sosyal ağlar üzerinden edilen dua aslında bunu görenlere o kişinin aidiyetini gösteriyor, bireyler de bu aidiyeti göstermek amacıyla bu yolu seçiyor. Belki çok masum bir şey. Ancak sosyal ağlarda sadece tek tıkla paylaşılan duanın gerçeğinin yerini alabilirliği düşüncesi bence tehlikeli.

Medya tüm dünyada kitleleri etkileyen büyük bir güce sahip. Bu gücünü göz önünde bulundurduğumuzda medyanın, din ve kutsal değerler gibi insanların en hassas oldukları konularda sorumlu hareket etmesi beklenir. Bu konularda sizce medya yeterince hassas ve sorumlu davranıyor mu?
Medyanın birçok konuda hassas ve sorumlu davranmasını bekliyoruz. Bekliyoruz ama medya bu beklentimizi ne kadar karşılıyor elbette tartışılır. Medya birçok konuda hassas ve sorumlu davranmıyor ne yazık ki. Medya savaş çığırtkanlığı yapıyor, insan haklarına saygılı olmasını beklerken bunu yerine getirmiyor, ayrımcı ve ayrıştırıcı bir dil kullanıyor. Tüm bunlar aslında medyanın yapmaması gerekenler. Sadece din ve dinî değerler konusunda değil, birçok konuda medya hassas değil. Elbette dinî değerler konusundaki hassasiyetsizlik ve sorumsuzluk toplumun daha büyük bir kesimini ilgilendiriyor ve ilgisini çekiyor. Bir kere insanlar kendilerine ait olan değerlerin ve yargıların temsillerini medyada görmek istiyorlar, bu çok doğal. Çünkü medyaya yansımayan şey yok sayılan şey anlamına geliyor. Medya tarafından baktığımızda ise şu karşımıza çıkıyor: Medya birçok işlevinin yanında aynı zamanda bir “modernizasyon” aracı olarak da işlev görüyor yani medyanın toplumu şekillendirmek gibi bir rolü de var. Medya sunduğu din algısı ile toplumdaki din algısını da şekillendiriyor bir anlamda. Diyanet İşleri Başkanlığının yaptırdığı Dinî Hayat Araştırması’nda çıkan sonuçlarda dinî bilgiye ulaşma kaynaklarının içinde medya yanılmıyorsam üçüncü sırada yer alıyor, bu çok büyük bir oran. Bu sonuçtan hareketle medyanın dine yer ayırdığını söylemek mümkün ama doğru bilgiyi verip vermediği konusu tartışmalı ya da doğru bilgiye sahip olup olmadığı. Mesela bir dizide bir köpeğe Hüseyin ismi verilmişti ve özellikle Alevilerin büyük tepkisine neden olmuştu bu olay. Bu olayın yaşanmasının nedeni sorumsuzluk ya da hassas davranmamak mı yoksa bilmemek mi? Ben bilmemekten dolayı kaynaklandığını düşünmeyi arzu ederim. Zira sorumsuz davranmak bilmeyi ama yine de yapmayı getirir, bu da bilinçli olarak insanlara saygısızlık etmek, aşağılamak demektir.
Medyanın din sunumunda en önemli hususlardan biri de kullanılan dil konusudur. Din gibi insanların inançlarının ve kutsallarının söz konusu olduğu alanda dilin önemi daha da artmaktadır. Bu konuda medyamızın özenli ve dikkatli bir dil ve üsluba sahip olduğunu söyleyebilir misiniz?
Ne yazık ki düşünmüyorum. Medyanın dili ve üslubunun yaraladığı pek çok inanan var, pek çok örnek de sıralayabilirim. Fakat medya bunu isteyerek, incitmek için yapmıyor. Bilgisizliği sebebiyle bu şekilde bir sonuç ortaya çıkıyor. Aksini iddia etmek medyaya da haksızlık olur. Çünkü o zaman hassasiyetlerin bilindiği ama özellikle yapıldığı sonucu ortaya çıkar, belki böyle bir durum da vardır ama çoğunluğu oluşturduğunu düşünmüyorum.
Dinî literatürün kullanımı konusunda da medyada zaman zaman vahim hatalara şahit oluyoruz. Bu durumun önüne geçebilmek için nasıl düzenlemeler yapılmalı?
Bu konuyla ilgili olarak hem hazırladığımız iki derleme kitap sürecinde hem de sempozyumda sunulan tebliğlerde çeşitli görüşler ortaya konuldu. Bunlar arasından ön plana çıkan iki öneriyi paylaşayım. Birincisi iletişim fakültelerine ve ilahiyat fakültelerine medya ve din konulu derslerin konulabileceği fikriydi. Medya ve din tartışmaları konusunda iletişim ve ilahiyat fakülteleri akademik paydaşlar. Bir diğer fikir ise medya organizasyonlarının dinî bilgiye sahip olan personel çalıştırması ve gerektiğinde onlardan görüş alması yönündeydi. Aslında ikincisinin uygulanabilirliği birincisinin yapılabilirliğine bağlı. İki öneri birbirini destekleyen ve tamamlayan görüşler. Ancak bu fikirler akşamdan sabaha uygulanabilecek şeyler değiller, süre gerekli. Kısa zamandaki çözüm için medya kuruluşlarının irtibatta bulunabileceği, görüş alabilecekleri, sadece yaptıkları haberlerde görüş almaları açısından söylemiyorum bunu yani danışabilecekleri din görevlilerinin olması olabilir. Bazen çok küçük ama incitici hatalar yapılabiliyor. Bir ibadet için tören denebiliyor örneğin, doğru bir kullanım olduğunu hiç düşünmüyorum, orada bir ibadet gerçekleştiriliyor, seyirlik bir nesne değil. Diğer yandan medyanın toplumun karşısına çıkardığı kişilere de dikkat etmesi gerekiyor yani seçici davranmalı. Şunu kabul etmeliyiz: Medyanın birinci önceliği çok kişiye ulaşmaktır. Çok kişiye ulaşmadaki sihirli formülü ise eline geçenleri ciddiyetsizleştirmekte bulur. Böylece daha çok izlenir, daha çok takip edilir hale gelir. Ancak bu koşullarda din gibi ciddiyeti olan ve pek çok kişiyi ilgilendiren bir konu seviyesiz konuşmalarla tartışılır durur. Medya hem içinde bulunan çalışanlarını, en azından bazılarını bu konuda eğitmeli ya da eğitilmiş olanı istihdam etmeliyken aynı zamanda dışarıdan aldığı konuklarına da dikkat etmelidir.
Türkiye’de dinin medya organlarında ele alınışı konusunda iyi bir sınav verildiğini söylemek mümkün değil. Geçmişten bugüne baktığımızda olumlu yönde birtakım gelişmeler yaşanıyor. Medya ve din ilişkisi konusunda bugün hangi durumdayız/neredeyiz?
Aslında geçmiş diye başlatabileceğimiz dönem çok da eski değildir, özellikle televizyon üzerinden düşünürsek. Çünkü öncesi TRT dönemi ve yaklaşımı belli. Özel televizyonların yayına başlamasıyla birlikte bazı farklılaşmalar olduğunu söylemek mümkün. Hazretli filmler olarak adlandırılan filmlerin özellikle ramazan ayında yayınlanması, iftar ve sahur programları, kandillerde mevlitler… Dizilerde ise dinî temsillerin çok olduğunu söylemek mümkün değildi. Bazı dizilere ramazan uğrar, bazılarına uğramazdı. Bir dizi karakterinin dindar oluşu ya çok saf olmasıyla ya da çok kurnaz olmasıyla temsil edilirdi. Ne gariptir ki ikisinin ortası olan bir temsil anımsamak kolay değil. Bunlar sadece benim hafızamda olanlar, herhangi bir akademik bilgiye değil, anılarımdan yola çıkarak aktarıyorum. Peki, şimdi gelişme dediğimiz nedir? Dizilerin bazılarında temsilin yükselmiş olduğunu söyleyebiliriz, başörtülü haber spikerleri bu temsilde önemli bir noktadır bence. Bir dönemin inkâr edilmiş olan kadınları varlıklarını televizyon ekranlarında gösteriyorlar, dinsel açıdan önemli ama kadın temsiliyeti açısından da son derece önemli. Dinî içerikli programlar daha yaygın hâle gelmiş durumdalar. Ayrıca kadın programı olarak tanımladığımız programlar içinde de dinsel tartışmalar zaman zaman yapılıyor. Ama hemen şunu düşünmek gerekiyor; artan program sayısı niteliği arttırır mı? Kadın programlarında bazı dinî tartışmalar yapılıyor, oraya konuk olan bir kişi soruları yanıtlıyor ama ardından bir bakıyoruz ki bir şarkıcı şarkısını söylüyor. İşte bu televizyonun doğası... Aynı savaş haberi veren bir spikerin bu haberin ardından hayvanat bahçesindeki yavru fil haberini tebessümle sunması gibi… Benim önemsediğim bir diğer nokta ise tartışmanın sadece İslamiyet üzerinden yapılmaması gerekliliği, akademik alan çerçevesinde anladığım medya ve din tartışması da bu yönde. Türkiye’de medya ve din üzerinde konuşunca çoğu zaman tartışma İslam’ın medyada temsili üzerine kayıyor. Oysa başka dinlere mensup olan insanlar var, onları yine tartışmayı atlıyoruz. Onların medyada temsil edilip edilmediği konusu tartışma dışı kalıyor. Çok ütopik bir söylem olarak gelebilir ama mesela bir Noel ayini Türkiye’de televizyonlardan canlı olarak yayınlandığı gün medya ve din sorunsalının hafiflemiş olacağını düşünebiliriz. Sadece Müslümanların değil Hristiyanların da Musevilerin de medyada temsili sorunlu çünkü...
Din ve medya ilişkileri konusunda medyanın sorumluluğu olduğu kadar, dinî oluşumların ve kuruluşların da mesajlarını doğru verme noktasında sorumluluğu vardır elbette. Bu hususta dinî oluşumlara ne gibi görevler düşmektedir?
Medyada yer alabilmek oldukça güç bir iş aslına bakarsanız. Her kişinin, kurumun ya da kuruluşun medyada yer alabilmesi mümkün olmuyor. Çünkü medyanın bir doğası var ve bu doğaya uygun iseniz orada yer almaya hakkınız var. Hem medyanın yapısına uygun olmanız hem de izleyicinin ilgisini çekebilmeniz gerekir medyada yer alabilmek için, aksi pek mümkün değil. O nedenle dinî oluşumların medyada yer alma istekleri bu açıdan düşünülmeli öncelikle. Yani bir dinî oluşum medyada ne kadar yer almak isterse istesin medya ona izin vermediği sürece orada bulunamaz. Medyada eşik bekçiliği dediğimiz bir mekanizma var, eşikten nelerin ya da kimlerin geçeceğine yani nelerin medyada yer alıp nelerin almayacağına karar veren bir mekanizma bu. Bu mekanizmadan süzülenler medyada yer alabiliyorlar, dinî oluşumlar da aynı mekanizmaya tabiler. Ancak din herkesin ilgisini çekebilen bir şey, medya bu konulara yer vermeyi ama genellikle magazinel olarak, içi boşaltılmış olarak yer vermeyi seviyor.Dinî oluşumlar bu koşullarda yani içi boşaltılmış olarak, illa da ana akım medyada yer almak için belki çaba sarf etmemeliler. Yeni medya birçok imkân sunabiliyor, bunları kullanmaları belki daha doğru. Çünkü dinî bir bilgi geri bildirim süreci sınırlı olan geleneksel medyada yanlış anlaşılabilir, oysa etkileşimli olan yeni medyada dinî bilginin doğru olarak aktarılabilmesi daha mümkün. Bir de dinî oluşumların kurmuş olduğu geleneksel medya organları var. Eğer maddi gücü el verebiliyorsa bunlardan da faydalanmak doğru mesaj verme sorumluluğunu yerine getirebilecek yapılar.
Eskiye oranla günümüzde dinî oluşumlar medyayı daha aktif olarak kullanıyorlar. Dinin farklı kanallar yoluyla mesajlarını iletmesi avantaj mı dezavantaj mı?
Din yayılabilmek ve yaygınlaşabilmek için tebliğ edilmesine yani bir anlamda mesajların iletilebilmesine ihtiyaç duyar. Bu bakımdan ele aldığımızda olumlu bir yön sunuyor. Çünkü medya, daha yaygın bir şekilde mesajların iletilebilmesini sağlayan bir alan zaten. Ancak sorun mesajların ne kadar doğru ne kadar yanlış iletildiği sorusu olmasının dışında aynı zamanda ne kadar doğru ne kadar yanlış anlaşıldığı sorusu. Ben konuyu iletişim açısından değerlendirmeye çalışıyorum. Bir kişiye bir mesajı, dinsel ya da başka içerikli, yüz yüze olarak ilettiğinizde ne anladığını anlayabilirsiniz. Eğer yanlış bir anlaşılma varsa buna müdahale edebilir ve doğru bir şeklide mesajınızı aktarmaya çalışabilirsiniz. Yüz yüze iletişimin dışına çıktığınız zaman ise artık alıcı ya da hedef ne anladıysa anlar, bunu kontrol etme imkânınız elinizden kaçar gider. Sizin gönderdiğiniz mesaj artık onun anladığı hâle dönüşür, dönüşmüştür. Buna müdahale edebilme ihtimaliniz artık çok zayıftır, tıpkı kulaktan kulağa yayılır gibi. Yolladığınız mesaj artık sizin değildir, alıcının anladığı mesajdır o. Dolayısıyla din gibi hassas bir konu için medyanın aracılığına başvurmak yayılması için olumlu iken mesajın algılanışı için bir dezavantaj oluşturabilir.
“Dijitalleşen Din” şeklinde kavramsallaştırmalar yapılıyor. Bu konuyu biraz açar mısınız, din nasıl dijitalleştirildi?
Çok iddialı bir laf etmeyi arzu etmem ama sanıyorum ki “dijitalleşen din” tanımlamasını Medya ve Din derlememizin ikincisi olan kitabımızın ana başlığında editöryal kurul olarak biz kullandık, en azından Türkiye’de. Değerli hocam Prof. Dr. Mete Çamdereli, bu çalışmanın önsözünde “Din dijitalleşir mi yoksa dijital olan bizzat din olabilir mi, dijital olan din bildik dinin yerine geçebilir mi, dinin dijitalleşmesi ya da dijitalin dinleşmesi diye bir şey var mı, her şey dijitalleşirken dinin dijitalleşmemesi mümkün mü, dijital dinden ya da dijital müminlerden söz etmek mümkün mü, dijitalleşmenin büyüsü dinî olguları olumlu/olumsuz etkiler, dönüştürür mü, sosyal medyada, sosyal ağlarda, sosyal paylaşımlarda din de sosyalleşir mi, din ve dinsellik mobil araçlarla mobilize olur mu?” sorularını gündeme getirmişti. Esasında baktığımızda bu çalışma farklı makalelerle bu soruların yanıtlarını aramaya çalıştı. Dolayısıyla “dijitalleşen din” kavramsallaştırması aslında bir ihtiyaçtan doğdu. Hayatımızın her alanına ve içine derinden işlemiş olan dijital medya araçları ister istemez dinî pratikleri de etkiliyor, daha doğru bir söyleyişle dijital medyadan etkilenen bireyler dinî pratikleri de etkiliyor. Dönüştüren dijital medya etkisinden ziyade bireylerin ya da inananların davranışları. Hiçbir dijital medya dualarımızı kendi üzerinden yapmamızı dayatmaz, bu yolu tercih edenler bireylerdir. Özellikle sosyal ağlarda sıklıkla rastlanan bir tablo sözünü ettiğim dua ritüeli. Oysa dua, inananın Allah’a ya da Tanrı’ya yakarışıdır ve bir aracıya hele ki dijital ortama hiç ihtiyacı yoktur. O zaman şunu sormak gerekiyor: Bireyler neden buna ihtiyaç duyuyor? Sosyal ağlarda başka paylaşımlar yapmaya neden ihtiyaç duyuyorsa bu nedenle ihtiyaç duyuyor yani kendini var etmeye çalışıyor. Gerçek dünyada çizmeye çalıştığı ama çoğu zaman çizemediği profilini dijital dünyada, özellikle sosyal ağlarda baştan inşa etmeye çabalıyor. Sosyal ağlar üzerinden edilen dua aslında bunu görenlere o kişinin aidiyetini gösteriyor, bireyler de bu aidiyeti göstermek amacıyla bu yolu seçiyor. Belki çok masum bir şey. Ancak sosyal ağlarda sadece tek tıkla paylaşılan duanın gerçeğinin yerini alabilirliği düşüncesi bence tehlikeli. Tehlikeli olarak değerlendirdiğim nokta dinî vecibe açısından değil, gerçeklik ve sanal gerçeklik açısından. Paylaşılan dualar ile yani tek tıkla yapılan dualar ile gerçekten dua etmenin aynı olduğu algısı toplumda oluşmaya başlıyorsa bu sorunlu. Çünkü o zaman dinin uygulanışında yaşanan bir dönüşümden ve dolayısıyla toplumsal bir dönüşmeden söz etmek mümkün hâle gelir. Sözünü ettiğim dua örneği sıkça uygulanan bir şey, bu da toplumdaki bireylerin en azından bazılarının bunu kabullendiğini gösterir. Din nasıl dijitalleştirildi sorusunun yanıtı aslında burada, din kendi kendine dijitalleşmiyor. Onu bu hâle getiren yani dijitalleştirenler inananlar. Bireyler medyayı doğru ya da yanlış olarak kendi ihtiyaçları doğrultusunda kullanırlar. Geleneksel medyanın kullanıcılara çizdiği ve çok da esnek olmayan sınırları var, oysa dijital medyanın ya da yeni medyanın sınırları çok esnek. Kullanıcıya sunulan bir mecra var ama bu mecranın içeriğini şekillendirmek kullanıcının ürettiği içeriklerle mümkün. Demek ki bireyler buna ihtiyaç duyuyorlar. Eğer ihtiyaç duymasalardı tek tıkla dua sürdürülebilir bir hâl almazdı, kabullenilmezdi. Modern toplumun getirmiş olduğu hız çağı ibadeti ya da dinle bağlantılı pratikleri bile hızlı olmaya zorluyor. “Amin” demek yerine “beğen” tuşuna basmak kabullenilebilir bir hâl alıyor.
Yakın zamanda Medya ve Din konulu bir sempozyum düzenlediniz Ticaret Üniversitesi olarak. Medya ve din ilişkileri açısından baktığımızda sempozyumun sonuçlarını bize değerlendirir misiniz?
2-3 Nisan’da Medya ve Din Sempozyumu’nu gerçekleştirdik ve 10 farklı oturumda konuyu olabildiğince kapsamlı bir biçimde ele almaya çalıştık. Tüm bu konuşmalar ışığında 20 maddeden oluşan bir sonuç bildirgesi yayınladık. Bunların bir kısmı medyaya yöneltilen eleştirilerdi, bir kısmı dinî oluşum ve kurumlara, bazıları da işin akademi kısmına. Çıkan sonuçların bazılarını şöyle özetlemek mümkün: Medyada yer alan din temsillerinin ve dine ilişkin bilgilerin doğru verilmesinin sağlanabilmesi için konu ile ilgili uzmanların istihdam edilmesi; dinî oluşumların ve kuruluşların mesajlarını daha doğru bir şekilde aktarabilmesinin yollarının aranması; medyada din istismarı yapılmaması, propagandist bir dilden uzak durulması, kullandığı dil ve üslup ile dini ve dinî bilgiyi hafifletmemesi; dinî inançlara saygı gösterilmesi, hiç kimsenin inancından dolayı ötekileştirilmeye, hedef gösterilmeye, aşağılanmaya maruz bırakılmaması; yapılan yayın ve programlarda tek bir dinin eksen alınmaması, toplumu oluşturan tüm yurttaşların dinî inançlarının temel değer olarak alınması. Ayrıca akademik alanda medya ve din araştırmalarının çoğalmasına yönelik olarak bir merkez kurulması ve akademik yayınların arttırılması konuları da sempozyumun sonuç bildirgesinde ortaya konuldu.