Makale

Belki de Yetimlerin Elleri O Kadar Küçük Değildir

Belki de Yetimlerin Elleri O Kadar Küçük Değildir

Dr. Oğuzhan Tan

Aslında hepimiz biliriz ki, ölüm denen gerçek bize iki seçenekten başka bir şey bırakmıyor: Ya bir gün biz sevdiklerimizi terk edip öteki dünyaya gideceğiz ya da onlar bizi terk edip bizden önce oraya gidecekler. Ve gidenlerin yokluğunu bir ateş gibi hissedecektir yürekler. Ölüm mukadderdir şüphesiz. Ancak çocuk yaşta anne babayı kaybetmek çok daha zor olsa gerek. Çünkü çocuklar, sevmeye, sevilmeye, merhamete, bakıma, güvene, nasihate ve eğitilmeye daha çok muhtaçtırlar. Yetimler, anasızlığın, babasızlığın doğurduğu duygusal yoksunluğu, maddî yoksulluktan daha çok hissederler. Bu nedenle olsa gerek, yetimlik deyince, çoğu zaman yoksunluk gelir aklımıza yoksulluktan da önce… Bazen genç ölümlerin arkada bıraktığı bir çift kara göz anlatır bize yetimliği, bazen de içleri öpülmemiş, koklanmamış iki yumuk el... Annelerin, babaların iftihar edemediği karneler, göremediği mürüvvetler de mutlaka biraz yetimdir.

İnsan sürekli olarak sevdiklerini kaybetme korkusu yaşar. Ve belki de bu korkunun bir gün gerçeğe dönüşeceğini bildiğinden zaman zaman bu kaybedişin provasını yapar hayal dünyasında. Buna dayanıp dayanamayacağını anlamak ister. Hiç değilse çocukluğunda annesinin, babasının öldüğünü hayal etmeyenimiz ve bunu düşünürken derin bir hüzne kapılmayanımız yok gibidir. Bazen de çevremizden tanırız yetimliği. Annesi, babası vefat eden küçük çocukların bakışları, vefat olayının kendisinden bile daha acıklı, daha hüzünlü görünmüştür bize. Bu empati duygusu, eşine ender rastlanır bir duygudur. Evet, tok açın halinden anlamaz belki ama, herkes biraz olsun yetimin halinden anlar. Bu empati ise, insana şefkati, sevgiyi ve başkalarında kendini görebilmeyi öğretir. İnsanların ölüme olan yakınlığı, kendi aralarında da başka türden bir yakınlık meydana getirir.

Sevgili peygamberimizin anne karnındayken babasını kaybettiğini, onu hiç tanıyamadığını, altı yaşındayken akrabalarını görmüş ve kuzenleriyle ilk defa tanışmış olma sevinciyle Medine’den dönerken yolda annesini kaybettiğini, Medine’den mutlu çıkıp Mekke’ye mahzun girdiğini duyunca onu bir insan olarak daha çok anlayıp daha çok sevmiyor muyuz? Bu duygular Hz. Peygamber’de o kadar güçlüdür ki Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de sevgili peygamberimize yetimlere nasıl davranılması gerektiğini bildirirken öncelikle “Rabbin seni yetim bulup muhafaza etmedi mi?” (Duhâ, 6) diyerek onun da bir yetim olduğunu hatırlatmakta, daha sonra ise, “Öyleyse sakın yetimi ezme.” (Duhâ, 9) buyurmaktadır.

Yetimi gözetip kollamanın, ona şefkat göstermenin insanî erdemler içerisinde apayrı bir yeri vardır. Ayette vurgulanan da budur. Aslında hiç bir insan bir başkasını ezme, üzme, horlama ve azarlama hakkına sahip değildir. Fakat yetimin ezilmemesi özellikle emredildiğine göre, bu yetime karşı yapılan eziyetin normal bir kişiye yapılan eziyete göre daha çirkin ve daha büyük bir günah olduğunu gösterir.

Yetimlere arka çıkmak, onlara anne babalarının eksikliğini hissettirmemeye çalışmak toplumun görevidir. Zira yetimler artık o toplumun çocuklarıdır. Peygamberimizin, hayatlarını tek başına kazanıncaya kadar yetimleri himaye edenlere büyük bir vaadi ve müjdesi vardır. Bu müjde ne yenilen içilen bir nimet ne de cennetin altın köşklerinde ikamet ile ilgilidir. Bu müjde, Hz. Peygamber’in hemen yanı başında olup onunla sohbet edebilme şerefine ermektir. “İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir.” (Rahman, 60) düsturu tecelli edecek ve terazinin bu dünyadaki gözüne yetime gösterdiği güzel muameleyi koyanlar terazinin öteki taraftaki gözünde sevgili peygamberimizin kendilerine göstereceği güzel muameleyi bulacaklardır.

Yetimi itip kakmak, onu ezmek ve onun ihtiyaçlarını karşılama konusunda karşılıklı destek ve teşvikte bulunmamak, dinî ve ahlâkî bir şuursuzluktur. Yetimler için yapılması gerekenler konusunda gayretsiz olanlar Kur’an-ı Kerim’deki bazı ayetlerde ve sevgili peygamberimizden gelen çeşitli rivayetlerde hep yergi ile anılmıştır. Şuursuzluğu daha da ileri boyuta vardıran bazı kimseler ise bu gayretsizliklerini, yetimlerin haklarını yeme konusundaki çirkin bir gayrete dönüştürürler. Kendilerine emanet edilen yetim mallarını yiyenler, bu dünyada ağızlarındaki haram lokmanın acılığını hissetmeseler de öteki dünyada midelerine doldurduklarının bir ateşten ibaret olduğunu mutlaka anlayacaklardır.

Bize bu gerçeği hatırlatan “haksız yere yetimlerin mallarını yiyenler sadece karınlarına ateş tıkınmış olurlar. Zaten onlar çılgın bir aleve atılacaklardır.” (Nisâ, 10) ayetinin inişi ile ilgili olarak tefsir kitaplarında ibret verici bir rivayet nakledilmektedir: Yetim malı yemenin vahametini bildiren bu ayet gelince himayelerinde yetim bulundurup, onların mallarını idare etmekte olan insanlar öyle endişelendiler ki himayelerindeki yetimlerin yiyeceğini içeceğini kendilerinkinden ayırdılar. Hatta yetimin yemeği artacak olsa, sadece o yiyebilsin diye artan kısma ellerini dahi sürmediler. Hem yetimleri himaye edip hem de bu kadar hassas davranabilmek gerçekten zordu. Durumu Hz. Peygamber’e aktardılar. Bunun üzerine “sana yetimler hakkında soru soruyorlar. De ki; onlara karışıp, onlarla birlikte yaşarsanız bunda bir sakınca yoktur. Onlar sizin kardeşlerinizdir. Zaten Allah, yaptığı işi bozmak için yapanla düzeltmek için yapanı birbirinden ayırır.” (Bakara, 220) ayeti nazil oldu. Böylece Müslümanlar bu konuda bir rahatlığa kavuşmuş oldular. Ancak Allah’ın iyi niyetli olanla olmayanı bir birinden ayırdığını da akıllarına yerleştirdiler.

Yetimler İçin Ne Yapmalı?
Duhâ suresindeki dört kısa cümleden oluşan o dört ayet üzerine biraz düşününce anlıyoruz ki; Yüce Allah, bize Hz. Peygamber yetim kaldığında onun için neler yapıldığını anlatmakta ve âdeta dikkatlerimizi aynı şeylerin bütün yetimler için de yapılması gerektiğine yönlendirmektedir. Bu dört ayeti, sadece Hz. Peygamberin çocukluğuyla ilgili çeşitli enstantaneler sunan ayetler olarak değil de aynı zamanda yetimler konusunda önümüzü aydınlatan kandiller olarak değerlendirmeliyiz.

“Seni yetim bulup, muhafaza etmedi mi?” (Duhâ, 6)
Görüldüğü üzere burada ilk olarak belirtilen husus yetimin muhafaza edilmesidir. Çünkü anne babasını kaybeden bir yavrunun karşı karşıya kalacağı ilk sorun onun barınması ve yiyeceğinin, içeceğinin karşılanmasıdır. Bu açıdan yapılacak ilk iş, yetimin ortada bırakılmaması ve gereken her türlü bakımın sağlanmasıdır.

“Seni doğru yoldan sapanların içerisinde bulup, sana doğru yolu göstermedi mi?” (Duhâ, 7)
Yetimlerin barınma ihtiyacı karşılandıktan sonraki en önemli ihtiyaçları onların eğitilmesi, iyiliğe, güzelliğe ve doğruluğa yönlendirilmesidir. Birinci aşamada maddî bir destekten bahsedilirken ikinci aşamada çocuğun geçirdiği bu duygusal sarsıntının etkisiyle dünya ve ahiret namına kötü sayılabilecek bir hayata sürüklenmemesi için ona yardım etmek, onu eğitmek ve onu sevmekten bahsedilmektedir. Bu aşamadaki yardım ise manevî bir yardımdır.

“Seni muhtaç bulup muhtaçlıktan kurtarmadı mı?” (Duhâ, 8)
Yetim ile ilgilenmek demek, ramazanda ya da bayramlarda onun cebine para sıkıştırmaktan ibaret değildir. Yetimle ilgilenmek demek, ayakları üstünde duruncaya kadar ona olan maddî ve manevî desteği sürdürmek demektir. Başka bir deyişle yetimlere edilen yardım, sürekli ve hedefli bir yardımdır. Burada, işte bu hedef vurgulanmaktadır.

“Öyleyse sakın yetimi ezme.” (Duhâ, 9)
Bu ayet ise yetimin toplumsal ve insanî haklarına özen gösterilmesi gerektiğine işaret etmektedir. “Yetimi ezme” tabirinden “yetimi ezdirme ve onun eziklik hissetmesine izin verme” anlamını çıkarmak da pekâla mümkündür. Bir kimsenin annesiz babasız olması, gerek çocukluğunda gerekse yetişkinliğinde himayesiz olması ne şekilde olursa olsun onun sosyal hayatta ezilmesine kapı aralamamalıdır.

Hepimiz kazandığımız paraları öncelikle kendi ihtiyaçlarımız için harcarız. Daha sonra ailemizin ya da yakınlarımızın çeşitli giderlerini karşılarız. Kur’an-ı Kerim, aile ve yakınlardan sonra paramızı yetimler, fakirler ve yolda kalmış olanlar için harcamamızı tavsiye eder. Çünkü akrabamız, mensubu olduğumuz küçük ailenin fertlerini oluştur. Yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar ise adına toplum denilen büyük ailemizin fertleridir. Kur’an-ı Kerim’de yetimler infak edilecek kimseler içerisinde fakirlerden ve yolda kalmışlardan daha önce zikredilmektedir. Çünkü yetim, hem fakirdir hem de yolda kalmıştır. Fakirdir, çünkü muhtaçtır. Yolda kalmıştır. Çünkü hayat denilen bu yolculukta, kimsesiz ve kılavuzsuz kalmıştır.

Kim bilir, belki de bizler hayat yolculuğunda yetimin o küçücük ellerinden tutarken, o da kulluk denilen o sarp yokuşta bizim ellerimizden tutuverir.
Kim bilir, belki de yetimlerin elleri o kadar küçük değildir.


“Kim bilir, belki de bizler hayat yolculuğunda yetimin o küçücük ellerinden tutarken, o da kulluk denilen o sarp yokuşta bizim ellerimizden tutuverir. Kim bilir, belki de yetimlerin elleri o kadar küçük değildir.”