Makale

Beyt-i Makdis'in Kandilleri

Beyt-i Makdis’in Kandilleri

Hatice Kübra Görmez

Müminlerin annelerinden Hz. Meymune bir gün Rasûlullah (s.a.s.)’a şöyle der: Ya Rasûlallah! Bize Beyt-i Makdis hakkında biraz bilgi verir misin. Allah Rasûlü de “Orası mahşer ve menşer (yeniden diriliş) yeridir oraya gidin ve içinde namaz kılın, çünkü orada kılınan bir namaz başka yerdeki bin namaza bedeldir.” buyurur. Hz. Meymune:

“Peki oraya girmeye gücümüz yetmezse ne yapalım ya Rasûlallah” dediğinde “Kandillerini yakmak için zeytinyağı (yakıt) hediye gönderin. Kim bunu yaparsa oraya gitmiş ve namaz kılmış gibi olur.’’ cevabını alır Allah Rasûlünden.

Etrafımızda olup bitenler bizi kuşatırken zaman zaman Hz. Peygamber’in dünyasından bir şeyler okuduğumuzda anlamlar dünyamızı ve semboller alemimizi harekete geçiren muhteşem ifadelerle karşılaşıyoruz. Bu eşsiz ifadelerde nice mecazların hakikatleştiğine, nice hakikatlerin ise mecazlaştığına şahit oluyoruz.

Son Gazze saldırısında ve kuşatmasında binlerce ocağın sönüşünü ekranlarda canlı yayından izlerken bu hadis bize çok ama çok farklı anlamlar çağrıştırıyor. Ebû Dâvut ve İbn Mâce’ye sahih bir isnatla ulaşan bu haber, müminlerin annelerinden Hz. Meymune’den nakledilir.

Hz. Peygamber’in en son evlendiği eşi olan Hz. Meymune hicretten önce Mekke’de Müslüman olmuş, hicretin 7. yılında Allah Rasûlü ile evlenmiştir. Asıl ismi Berre olan Hz. Meymune peygamberimize sorduğu ilginç sorularla ve fetvalarla meşhur olmuştur. Hz. Peygamberden 76 hadis rivayet eden Hz. Meymune’nin Hz. İbn Abbas’ın teyzesi ve Hz. Peygamber’in 3 ay evli kaldıktan sora vefat eden eşi Zeynep b. Huzeyme’nin de kızkardeşi olduğu bilinmektedir.

İşgal ve soykırımın yaşandığı bu dönemde Gazze’ye atılan her acımasız mermi ve ölüm kusan tüm bombalar Beyt-i Makdis’in kandillerini bir bir söndürüyordu. Bombalar öylesine zâlimdiler ki ne cami, ne okul, ne hastane asla ayırt etmiyor, bilâkis bu yerleri öncelikle hedefliyordu. Ne yetişkin, ne kadın, ne ihtiyar, ne çocuk, fark etmiyordu onlar için; kimi eğitim için gittiği okulunda, kimi ibadet esnasında camide, kimi uluslar arası güvenliği tescillenen binalarda, kimi sığındığı sığınakta, kimi de mum ışığında ameliyat esnasında şehadet şerbetini içiyordu. İnsanlığın tükendiği yerde insanlığın onurunu kurtarmak için kocaman adamlar gibi Hakk’a kavuşuyordu minik bedenler. Kudüsün kandilleri, Gazze’nin ileride aydınlığa dönüşecek nur kıvılcımları bir bir sönüyordu tüm dünyanın gözleri önünde.

İşte bu anda Rasûlullah’ın mübarek tavsiyesi kulaklarımızda çınlıyor. “Gidip orada namaz kılın, eğer gidemez ve namaz kılamazsanız kandillerini yakmak için zeytinyağı gönderin...” Hz. Peygamber bu sözleri söylerken Beyt-i Makdis henüz Müslümanların himayesinde değildi. Ancak Hz. Ömer zamanında fethedilmişti. O günden sonra yüzyıllar boyunca kandilleri sönmemişti Beyt-i Makdis’in; ta ki 1099 I. Haçlı Seferleri’ne kadar. Bu döneme gelinceye kadar Kudüs Emevîler, Abbasiler, Tolunoğulları ve Fatimîlerin hakimiyetinde kalmış, yönetim ve idareciler farklı da olsa kandilleri hep ışık saçmıştı Kudüs’ün.

I. Haçlı Seferi’yle beraber bu kutsal mekân korkunç bir katliama şahit olmuştu. Hz. Ömer’in Kudüs’ü fethiyle tüm Hristiyanların mal ve can emniyetini sağlama konusunda söz vermesine ve bunu bir anlaşmayla uygulamasına karşılık haçlılar şehirde bulunan bütün Müslümanları hatta Yahudileri öldürerek eşi görülmemiş bir vahşet örneği sergilemişlerdi. Böylece 638 yılından beri ışıldayan Beyt-i Makdis’in kandilleri yaklaşık yüz yıl sönük kalmıştı. Bu kandilleri tekrar ışığa kavuşturmak 1187’de Selahattin Eyyûbî’ye nasip olmuş, yapılan zulüm ve vahşetin aksine hem Hristiyan ve hem de Yahudilere şehre yerleşme ve kalma izni verilmişti. Böylece Kudüs önce Eyyubîlerin sonra Memlüklerin ve daha sonra da Osmanlıların hakimiyetine geçmişti. Zaman zaman çeşitli badireler atlatsa da Kudüs’te ilim, irfan, kültür, sanat ve medeniyet kandilleri sürekli ışık saçmaya devam etmişti. Bir dönem Hürrem Sultan sırf bu kandiller sönmesin diye yakıt imal etmek için bir yağhane dahi kurdurmuştu. Ayrıca yaptırdığı külliye ile Kudüs’ün en önemli hayır kurumunu oluşturmuş ve buranın masraflarını karşılamak için bir vakıf kurarak yüzlerce, binlerce insana hizmet götürmüştü.

Daha sonra Osmanlının en zor dönemlerinde dahi Sultan Abdulhamit yağını eksik etmemişti Beyt-i Makdis’in kandillerinin. Allah Rasûlünün miracı ve Hz. Ömer’in yadigârıdır diye Filistin’i hiçbir bedel karşılığında asla pazarlık konusu da yapmamıştı.

1917 yılından günümüze kadar yine pek mahzun Kudüs, yine acılar çekmekte, yeniden badireler atlatmakta, kandillerinin ışığı yine söndürülmekte, çocukların gözlerinden yaşlar yine akmakta, rahmet damlaları gibi söndürülen kandilleri yeniden yakılmayı bekliyor. Hz. Peygamber’in tavsiyesine uyarak Kudüs’ün kandillerine zeytinyağı gönderme zamanı şimdi. Sönen ocakları tüttürme zamanı, yaralara merhem, acılara ortak olma zamanı, buruk ve mahzun kalplere yalnız olmadıklarını hatırlatma zamanı. Hz. Peygamber’in Filistinli Bişr’i bağrına bastığı gibi Filistinli çocuklara kucak açma zamanı.

Bişr b. Akrabe el-Filistini! Anlamlar ve semboller dünyamıza Hz. Peygamber’den bir hediye daha: Buhari’nin Tarihü’l-Kebir’i ve Beyhaki’nin Şuabü’l-İman’ında nakledildiğine göre Bişr’in babası Akrabe Filistin’den Medine’ye gelip Müslüman olmuş, Uhud savaşına katılmış ve orada şehit olmuştu. Savaştan sonra Akrabe’nin küçük oğlu Bişr’i babasının ölümünden dolayı kimse teskin edememişti. Çocukları özel ziyaretleri ile onurlandırmayı âdet haline getiren sevgililer sevgilisine bu durum iletildiğinde Bişr’in evine gidip onu ziyaret etmişti. Kucağına alıp teskin etmeye çalışmış, hâlâ ağladığını görünce dayanamayıp ona şöyle demişti: “Ey Bişr -ki Bişr daha sonra rical ve tabakat kitaplarında ismi Filistin ile özdeşleşecek bir isimdir- sana bir teklifte bulunayım mı? İster misin Muhammed baban olsun, Aişe de annen. Hasan ve Hüseyin de kardeşlerin olsun ister misin?” Bunun üzerine Bişr gözyaşlarını silerek büyük bir sevinçle ”elbette isterim” diye cevap vermişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.s.) Bişr’i alıp evine götürmüş, Hz. Aişe gözyaşlarını silerek onu müşfik bir anne gibi bağrına basmıştı.

Eğer bizler de bugün Hz. Peygamber’in tavsiyesine uymak istiyorsak, onun yaptığını kendimize örnek almak istiyorsak, Filistinli, Gazzeli öksüz ve yetim Bişr’lerin buruk kalplerine bir nebze de olsa sevinç, mutluluk ve ümit tohumları ekmek istiyorsak... dahası tüm dünyaya insanlığın tükenmediğini haykırmak istiyorsak… İşte Filistin, işte Gazze, işte sönen kandiller, işte yetim Bişr’ler işte bizlerin ışığını bekleyen, uzatacağımız elleri gözleyen, hiç olmazsa gönülden dualarımızı özleyen mazlum, mahzun belde. İşte o beldede çektikleri acı ve sıkıntılarla bir anda büyüyen kocaman yürekli büyük adamlar misali minik yetim Bişrler... Bişr’lere uzanan her müşfik el, Beyt-i Makdis’in kandillerine gönderilen yağdır, yakıttır. Kandillere gönderilen her yakıt damlası ise Filistinli Bişr’lerin ocağını aydınlatan ve umutlarını yeşerten birer çıngıdır, kıvılcımdır...


“Sönen ocakları tüttürme
zamanı, yaralara merhem, acılara ortak olma zamanı, buruk ve mahzun kalplere yalnız olmadıklarını hatırlatma zamanı.”


“Eğer bizler de bugün Hz. Peygamber’in tavsiyesine uymak istiyorsak, onun yaptığını kendimize örnek almak istiyorsak, Filistinli, Gazzeli öksüz ve yetim Bişr’lerin buruk kalplerine bir nebze de olsa sevinç, mutluluk ve ümit tohumları ekmek istiyorsak... dahası tüm dünyaya insanlığın tükenmediğini haykırmak istiyorsak… İşte Filistin, işte Gazze, işte sönen kandiller, işte yetim Bişr’ler işte bizlerin ışığını bekleyen, uzatacağımız elleri gözleyen, hiç olmazsa gönülden dualarımızı özleyen mazlum, mahzun belde. İşte o beldede çektikleri acı ve sıkıntılarla bir anda büyüyen kocaman yürekli büyük adamlar misali
minik yetim Bişrler...”