Makale

Yitik Medeniyetlerimiz ve İslam Medeniyetinin Yeniden İhyası

BAŞMAKALE

Yitik Medeniyetlerimiz ve
İslam Medeniyetinin Yeniden İhyası

Prof. Dr. Mehmet Görmez
Diyanet İşleri Başkanı

KUR’AN-I Kerim’de yaratılış gayemizi anlatırken Yüce Rabbimiz, “Allah, sizi yerden var etti ve size orayı mamur hâle getirme görevi verdi.” (Hud, 11/61.) buyurmaktadır. Buna göre insanlığın yaratılış gayesinin başında yeryüzünü imar gelmektedir. Yine Kur’an’a göre bir diğer yaratılış gayemiz de ibadet ve kulluktur. (Zariyat, 51/56.) İbadet ve kulluk görevini ifa edeceğimiz mekân da imar etmekle yükümlü olduğumuz yeryüzüdür.
İnsanın yaratılış gayesini bildiren bu ayetlerden ilham alan İslam âlim ve mütefekkirleri özgün bir medeniyet tasavvuru ortaya koymuşlardır. Medeniyet konusu; varlık anlayışı, kâinat tasavvuru, insana bakış mevzularının yanı sıra aynı zamanda yeryüzünü imar ve inşa etme meselesidir. İnsanın yeryüzünü imar etmesi, umrana varması, medeniyet kurması öncelikle kendi gönül dünyasını imar etmesiyle başlamaktadır. Gönüller de ancak doğru bir inanç ile imar edilebilir. Hiç kuşkusuz din-i mübin-i İslam, inanç, ibadet ve ahlaki erdemler başta olmak üzere ferdi ve içtimai her alanda sahip olduğu değerler manzumesiyle tüm zamanlarda bütün insanların huzur ve mutluluğunu temin edecek vasıflara sahip, medeniyetler oluşturacak yegâne dindir. İslam medeniyeti, tabiatın dengesine zarar vermeden insanı insanca yaşatmayı gaye edinmiştir. Din-i mübin-i İslam’ın nasıl bir medeniyet kurduğuna, İslam sayesinde insanların bedeviyetten hadariyete nasıl yükseldiğine en büyük şahit, hiç şüphesiz tarihtir.
Hz. Peygamber (s.a.s.), Kur’an-ı Kerim’in ebedî rehberliğinde çok kısa bir zaman diliminde Yesrip köyünü Medine-i Münevvere’ye dönüştürerek İslam medeniyetinin ilk nüvesini oluşturmuş, ilahî vahyi hayatla buluşturmuş, buradan hareketle Müslümanlar tarih boyunca farklı coğrafyalarda pek çok medeniyet kurmuşlardır. Hicaz, Afrika, Endülüs, Maveraünnehir, Hint, Şam, Anadolu İslam medeniyetleri, Müslümanların kurduğu başlıca medeniyetlerdir. İslam medeniyet tarihinde Medine gibi medeniyet kuran şehirler yanında Şam, Bağdat, İsfahan, Semerkant gibi medeniyetlerin kurduğu şehirler, Kudüs ve İstanbul gibi İslam medeniyetinin dönüştürdüğü şehirler, Gırnata ve Toledo gibi İslam medeniyetinin dönüştürdüğü ancak bugün yitik olan mahzun şehirler vardır.
Müslümanlar, 8 asır boyunca hâkim oldukları Endülüs’te muhteşem bir medeniyet oluşturmuşlardır. İbn Rüşt, İbn Hazm, İbn Münkedir, İbn Haldun, Şatıbi, Ebu Hayyan, Kâdi İyaz ve bunlar gibi daha niceleri Endülüs’te yetişmiştir. Bir zamanlar Endülüs, dünyanın her tarafından insanların ilim tahsili için çocuklarını gönderme yarışına girdikleri coğrafya olmuştur. Endülüs, modern Batı uygarlığının oluşumuna da ciddi katkılar sunmuştur. Ancak Endülüs İslam medeniyeti, çok acıklı bir şekilde tarumar edilmiştir. Bugün Endülüs, acı hatıralarla doludur.
Endülüs’te inşa edilen bu medeniyetin bir benzeri Maveraünnehir’de kurulmuştur. İlk Müslümanlar Amuderya’yı, Siriderya’yı aşarak Fergana Vadisi’ne İslam’ın rahmet mesajlarını ulaştırmışlar ve burada muhteşem bir medeniyet inşa etmişlerdir. Maveraünnehir’de İbn Sina, Uluğ Bey, İmam Maturidi, İmam Serahsi, Buhari, Müslim, Ebu Davut, Ahmet Yesevi, Şah-ı Nakşibendi ve İslam medeniyetinin yüz akı daha nice büyük şahsiyetler yetişmiştir. Bugün Maveraünnehir, yeniden ayağa kalkmayı beklemektedir.
Aynı şekilde tasavvuf yoluyla İslamiyet’in yayıldığı Afrika Kıtası’nda da Müslümanlar, büyük bir medeniyet kurmuş, Mısır, Sudan, Libya, Cezayir, Fas, Tunus, Etiyopya (Habeşistan), Somali, Tinbüktü başta olmak üzere Afrika Kıtasında nice medeniyet merkezleri inşa etmişlerdir. Ancak maalesef Afrika İslam medeniyeti, son 2-3 asırdır devam eden sömürgeleştirme faaliyetleri neticesinde yok olmakla karşı karşıya gelmiştir.
Tarih boyunca İmam-ı Rabbani, Şah Veliyyullah Dihlevi, Süleyman Nedvi, Şemsülhak Âzimabadi, Abdurrahman Mübarekpuri, Abdülhay el-Leknevi, Şibli Numani gibi pek çok büyük şahsiyet yetiştirmiş olan Hint İslam medeniyeti de son iki-üç asırdır, büyük kriz ve sorunlarla yüz yüze gelmiştir.
Üzülerek ifade edelim ki, dünyanın farklı coğrafyalarında çok büyük medeniyetler kuran Müslümanlar, bugün tarihin en zorlu süreçlerinden birini yaşamakta, İslam’ın genleriyle ve Müslüman coğrafyanın fay hatlarıyla oynanmak istenmektedir.
Tarihin pek çok döneminde olduğu gibi son birkaç asırdır en büyük acılar yine İslam coğrafyasında yaşanmaktadır. Bunda Müslümanların cehalet ve tefrika hastalığına müptela olmaları yanında, İslam medeniyetinin tarih sahnesine yeniden çıkmasını engelleme teşebbüslerinin payı da asla unutulmamalıdır.
Günümüzde Ortadoğu’da tırmandırılan mezhep çatışmaları, halkların meşru taleplerinin kabul görmemesi neticesinde yaşanan şiddet, kaos ve savaş ortamı, özellikle Bilad-ı Şam ve Bilad-ı Bağdat’a mührünü vurmuş olan İslam medeniyetini yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getirmiştir.
İnancımız ve umudumuz odur ki, Müslümanlar tarihte olduğu gibi bugün de bu büyük krizleri aşacaklar, İslam medeniyetini yeniden ihya edeceklerdir. Yeter ki İslam medeniyetinin geri kalmasına sebep olan unsurları doğru bir şekilde tahlil edip özeleştiri yapabilsinler. Yitik medeniyetlerimizi yeniden keşfedebilsinler. Âlem tasavvuru ve değerler sistemi ile ilgili bütüncül bir medeniyet tasavvurunda ortak bir mutabakata varabilsinler. Ortak mutabakatı güçlü bir iradeye dönüştürebilsinler. En önemlisi taklit hastalığına kapılmadan, ana yapıyı bozmadan, günümüz şartlarını iyi okuyarak, sabiteleri ve değişkenleri dikkate alarak, İslam medeniyetini tüm dünyaya yeniden takdim edip gösterebilsinler. Bunu yaparken de ihlas ve samimiyeti, din gününde hesap verileceği bilincini asla göz ardı etmesinler.