Makale

İslam'da Ekolojik Denge

Yrd. Doç. Dr. Hasan Yaşaroğlu
Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi

İSLAM’DA EKOLOJİK DENGE

Cenab-ı Hak, insanoğlunu halife olarak yaratmış ve dünyayı emrine vermiştir. Dünyayı imar ve ıslah etmek, doğayı korumak, ekolojik dengenin bozulmasına mani olmak, ölçüye ve ahenge riayet etmek, insanoğlunun en mühim vazifelerindendir. İnsan, kâinattaki dengeyi bozmadan, atmosferi kirletmeden ve doğayı tahrip etmeden yaşamayı, buna uygun bir hayat düzeni kurmayı başarmak zorundadır.
Ölçü, ahenk ve dengeye riayetsizlik sonucu ortaya çıkan olumsuzluklar, Kur’an tarafından ve Kur’an açısından fesat ve zulüm olarak ifadelendirilmiştir. Dengeyi bozacak, doğayı tahrip edecek iş ve faaliyetlerde bulunmak fesattır ve aynı zamanda bu zulümdür. Bu kâinatı mesken edinmiş olan, onun nimetlerinden istifade eden insanın, fesada ve zulme karşı etkili tedbirler geliştirmesi mutlak zorunluluk iken, insanın bizzat bu tür zararlı faaliyetler içerisine girmesi, dünyanın geleceği açısından kaygılara ve derin endişelere neden olmakta, bizzat insanın kendi eli ile kendi geleceğini karartması, çok çelişik bir durum ortaya çıkarmaktadır.
Kâinattaki ahenk ve dengeyi korumakla görevli insan, ne yazık ki bu görevini yerine getirmemekte ve bu doyumsuz insan, kâinatın dengesini bozacak yanlış faaliyetler içerisine girmektedir. Kâinatın, bu arada dünyanın, dengesini bozan bizzat insanın kendisidir. İnsanoğlu, doğal dengeyi, kendi kişisel çıkarları ve doymazlığı uğruna altüst etmiştir.
Cenab-ı Hakk’ın halife olarak yarattığı ve dünyayı emrine ve korumasına verdiği insanoğlu, yapmış olduğu işler neticesinde tabiatın düzeninin bozulmasına ve yerkürenin yaşanmaz hâle gelmesine sebebiyet vermektedir. Bu da bir manada meleklerin endişelerinde haklı çıktıklarını kanıtlamaktadır. Hani, Cenab-ı Hak, meleklere: “Ben yerkürede bir halife yaratacağım.” diye emr ü ferman buyurduğunda, melekler: “Yeryüzünde fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın.” (Bakara, 2/30.) şeklinde, endişelerini dile getirmişlerdi. Dünyanın ekolojik dengesinin bozulması, bu fesadın gerçekleşme şekillerinden biri olarak değerlendirilebilir.
Cenab-ı Hak tarafından halife olarak yaratılan insanoğlunun görevi dünyayı ıslah ve imardır. Fakat insanoğlu çıkarcılığı yüzünden bu görevini yerine getirmemektedir. Aksine fesat üretmektedir. Doymak bilmeyen, bozgunculuk peşinde koşan, enerji kaynaklarını ele geçirmek için kan akıtan yozlaşmış insan, hem doğayı alabildiğine tahrip etmekte, hem de dünya barışını altüst etmektedir. Hâlbuki onun görevi salah üretmek, ıslah etmektir. Dönem dönem insanlığa gelen uyarıcı Peygamberler, insana her daim bu görevini hatırlatmışlardır. Kur’an-ı Kerim’de, Hud suresinde ifade edildiğine göre, peygamberlerin insanlığa iletmiş oldukları mesaj, “Bizim ıslahtan başka, salah üretmekten başka, barıştan başka bir amacımız yoktur. Biz sadece ve sadece gücümüz oranında ıslah etmek istiyoruz.” (Hud, 11/88.) mesajıdır.
Tahrip edilmiş, yaşanmaz hâle getirilmiş doğa, bir anlamda cehennemi ifade etmektedir. Cennet ise bunun zıddıdır. Cennet müminin meskenidir. Cennet fesat için değil, salah için koşan insanın gideceği yerdir. Fesada direnen, yozlaşmaya karşı çıkan, görev ve sorumluluğunu bilinçli bir şekilde yerine getirmeye çalışan, ıslah ve imarı gaye edinen mümin, sonuçta cennete girmeye hak kazanacaktır. Cennet bir anlamda içerisinden nehirler akan yeşilliklerle kaplı doğadır. Cenneti de cehennemi de uzaklarda aramamak gerekir. İnsanın ihya ettiği doğa onun cenneti, tahrip ettiği, yaşanmaz hâle getirdiği doğa ise onun cehennemidir.
İnsana emanet olarak verilen doğa, sadece ve sadece insanın yararlanması için yaratılmamıştır. Dünyanın insanın emrine verilmiş olması sadece ona tahsis edildiği anlamına gelmez. Doğada başkalarının da hakkı vardır. İnsan doğayı hem, canlı cansız tüm varlık âlemi ile paylaşmalı hem de doğayı, onların yaşamasına uygun ve elverişli hâle getirmelidir. Doğaya ihtimam göstermelidir. Emanetin anlamı budur. Emanete ihanet, onun elden gitmesine sebep olmaktadır.
İnsanoğlunun doğaya ve tabiata acımasız davranmasına karşın, tabiat ona şefkatli davranmaktadır. Tabiat, çoğu yerde “tabiat ana” şeklinde ifade edilmiştir. Tabiatın ana diye ifade edilmesi bir şefkat hissinin dile getirilmesidir. Ana, şefkat demektir. Tabiat, ana şefkatini temsil etmektedir. Tabiat ana, insanoğlunun tüm azgınlığına, doymazlığına rağmen ona yine de şefkatle muamele etmektedir. İnsan ise bu şefkate acımasızlık ve nankörlükle cevap vermektedir.
Canlılar içerisinde şefkati ana, bitkiler içerisinde ise orman ve ağaç temsil etmektedir. Orman ve ağaç tıpkı bir anne gibi şefkatle kucaklar insanı ve gölgesinde serinletir onu. Fakat ne yazık ki kendisini bedava serinleten o masum ağaç, doymaz, çıkarcı ve menfaatperest insan tarafından acımasızca katledilmektedir. Çıkarcılığın, menfaatperestliğin, doymazlığın günümüzdeki ifadesi ise vahşi kapitalizmdir. Vahşi kapitalizm ne yazık ki gölgesini satamadığı ağacı kesmektedir.
Peygamberimiz ağaç kesmeyi yasaklamıştır. Ağaç kesmeyi yasakladığı gibi çıkarcılık ve menfaatperestliği de hoş görmemiştir. Esas olan yardımlaşmaktır. Komşun aç iken sen tok yatamazsın, menfaatin uğruna doğayı tahrip edemezsin, ağacı kesemezsin, kanaat etmek, yetinmek zorundasın.
Peygamberimiz’in Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde, Medinelilere vermiş olduğu ilk emir, ilk talimat, selamlaşmak ve yardımlaşmaktır. Mekke’de hurma bahçelerinin etrafında duvar yoktu. Peygamberimiz Medine’ye göç ettiğinde bir baktı ki hurma bahçeleri duvarlarla çevrilmiş, sebebini sorduğunda, dediler ki:
- Ya Rasulallah, bu duvarlar hurmaları başkalarından korumak için yapılmıştır. Herkes hurmasını topladıktan, kendisine bir yıl yetecek miktarda hurmasını alıp evine götürdükten sonra geri kalan hurmalar ne olacak, herkes yıllık ihtiyacını alsın geri kalanı ise fakir fukaraya kalsın. Dolayısı ile fakir fukara kendine yetecek miktarda yıllık hurma ihtiyacını rahatça alabilsin…
Bu kısa açıklamanın ardından Kâinatın Efendisi ilk talimatını verdi.
“Yıkın bu duvarları…”
Bu gerçekler genel itibarıyla dünya çevre eksenini yansıtmaktadır. Dünya genel ekseninden Türkiye özel eksenine döndüğümüzde, çok yoğun bir doğa tahribi ile karşı karşıya kalmamız kaçınılmazdır. Türkiye’de doğa tahribinin adı betonlaşma ve düzensiz kentleşmedir. Bizim bu işi, bu yapılaşma ve düzgün kentleşme işini başaramadığımız ayan beyan ortadadır. Yapılaşma ihtiyacı ile doğayı koruma gerçeğini bir arada yürütemedik. Bizde yapılaşma, doğa tahribi demektir. Düzgün kentleşme ve yapılaşmayı, doğayı tahrip etmeden başarmış ülkeler var. Uçaktan aşağıya baktığımızda, bazı ülkelerde yemyeşil bir doğa ile bazı ülkeler de ise, mesela Türkiye’de, düzensiz kentleşme ile beton ile yüz yüze gelme bahtsızlığını yaşamamız, bizim açımızdan, çok ama çok üzücü ve ülkemiz adını doğrusu çok düşündürücüdür.