Makale

Güneş Adası RODOS

Gezgin Dr. Mehmet Sılay

GÜNEŞ ADASI RODOS

Vizesiz ve harçsız, sadece on milyon liralık deniz otobüsü biletiyle, kırk beş dakika içinde Marmaris limanından Rodos adasına ulaşıyoruz.
Hisar burçlarının üzerinden gülümseyen kubbeler, minareler ve saray bacalarıyla Rodos’a değil sanki Üsküdar’a yaklaşıyorduk. Rodos’ta bir zamanlar bizim olan Osmanlı profili tüm belgeselleriyle yaşıyor.
Rodos diğer adıyla Güneş adasındaydık.
Yaz mevsiminin en uzun gününde saatlerce sahilleri, sokakları, yamaçları, camileri, Osmanlı vakıf çarşılarını, müzeleri, mezarlarımızı görüyor ve sonunda da kısa bir nezaket ziyareti için Rodos’taki T.C. Konsolosluğunda yani kendi evimizde bir çay içimi konaklıyoruz.
Genç yaşlı herkes için, Rodos’un mutlaka görülmesi gerek. Coğrafya ve tarih derslerinde ortaöğretim gençliğine Rodos nasıl öğretiliyordu? Hatırlamaya çalışalım lütfen... Rodos; On iki Adaların en büyüğüydü... Ege Adalarından biriydi... Hatta Yunan adalarından biri… Rodos’u görüp gezdikten sonra yüreğimizden bir nida kopuyor... ‘’El insaf!’’ Rodos bize o kadar yakın ve o kadar bizden ki… Ev ve kahve sohbetleriyle kurulan insan ilişkileriyle, okul ve köyleri de gezdikten sonra bu kanımız pekişiyor.
Ege denizindeki adalar jeolojik bakımdan kesinlikle Asya kıtasına ait idi ve hepsi de Anadolu karasının uzantılarıydı. Hele haritalarda, Rodos, Anadolu’ya iri bir nazar boncuğu, bir çiçek, bir meyve gibi asılı durmaz mı? Midilli ve İstanköy horoz sesleri duyulacak kadar bize yakın, Rodos Anadolu kıyılarına sadece 12 kilometre... Ve tam dört yüz yıl uçsuz bucaksız Lindos ve Farilaki çayırları Batı Anadolu hayvancılığının kışlağı olmuş. Keçi sürülerini taşıyan mavnalar, Kumburnu sahillerine asırlar boyu her kış gelir demir atarmış...
Kışın Rodos yaylaları Anadolu’dan yaylım için gelen koyun ve keçi sürüleriyle şenlenirmiş... Ancak Lozan bozgunuyla Rodos Adası elimizden çıkınca, çoğumuzun zihninde Moğolistan kadar uzaklaşmış! Oysa Marmaris’ten bindiğimiz deniz otobüsü bizi üç çeyrek saatte Rodos’a ulaştırıvermişti. Sadece kırk beş dakikada Rodos’taydık. Ada görünürken hayretler içinde kalıyorduk. Limana girerken şaşkınlığınız bir kat daha artıyor. Surların üzerinden gülümseyen kubbeler ve minareler bizleri kahır ve hasretle selamlıyordu.
Rodos’ta, üç adet Türklere ait vakıf, içinde 900 cilt el yazması kaynak kitabın bulunduğu bir kütüphane, üç adet hamam, on iki adet abidevi Osmanlı çeşmesi, bir Kadiri tekkesi ve çoğu Sultanların namaz kıldığı 28 (yirmi sekiz) adet cami olduğunu biliyor muydunuz? Dört asır önce, denizleri haraca bağlayan tapınak şövalyelerinden, ağır bedel ödeyerek ve kırk beş bin şehit vererek aldığımız adada bugün, evlad-ı fatihandan iki bin beş yüz kişinin hangi sosyal şartlar içinde yaşamaya çalıştıklarını biliyor muydunuz? Buyurun, Cem Sultan’ın defalarca yokuş yukarı yürüdüğü taş döşeli Şövalyeler caddesinden ve ahşap minareli Bedesten Mescidi’nden geçip, Fethi Paşa Kütüphanesine doğru çıkalım. Tarihiyle, coğrafyasıyla, sevinciyle, hüznüyle bizi hatırlatan Rodos’u birlikte gezelim.
Narçiçeği fesinin püskülü yana yatmış, barut kokan bir Osmanlı paşası; Ahmet Fethi Paşa. Duvardaki resminden fırlayıp çakıl mozaik döşeli avluya inecek. Muhteşem mazimizle, aydınlık geleceğimiz arasına nisyan duvarı örmüşüz. Unutmamızı istemişler, unutmuşuz... Bizans’ın üzerine yürüyüp, İstanbul’u kuşatan sahabe orduları Rodos’u tam 63 yıl ellerinde tuttular. Şimdi onlardan geriye, dış surlar üzerinde küçük bir hatıra kaldı; Arap Kulesi. Cem Sultan’ın 12 yıllık sürgünü bu adada başladı. Fatih’in sevgili oğlu şair Şehzade, Napoli’de Papa’nın eliyle zehirlenerek şehit edildi... Cem Sultan, Osmanlı tarihinde ayrı bir dram, ayrı bir ağıt ve hüzündür... Perçinli demir parmaklıklar arasından onun gezindiği avluya ibretle bakıyoruz. Kanuni’nin komutanı Çoban Mustafa Paşa, 40 bin şehit verip, adayı fethediyor. Tam dört yüz yıl Rodos, devlet-i ebet müddetin kültür ve ticaret köprüsü oluyor. Bu huzur adası, şöhretli sürgünlere de ev sahipliği yapıyor.
1912 Balkan badiresi İtalyanların işgal dönemidir. Fakat Rodos için asıl millî felaket l923 Lozan Antlaşmasında on iki ada üzerindeki tüm egemenlik haklarımızdan vazgeçtiğimizi kabul etmekle başlıyor. Lozan’ın sorumlularınca Batum gibi, Halep, Kerkük-Musul gibi Rodos da Misak-ı Millinin dışına düşüyor, yabana terk ediliyor. 1947’de, sahipsiz kalan adada Müslüman Türkler Fethi Paşa Kulesinde Türk bayrağı çekiyor ve günlerce Anadolu’dan gelecek bir manga Türk askerini bekliyorlar. Gerçek sahipleri gelsin de adayı alsın diye. Bakışları ufuklara asılı kalıyor…