Makale

MEDYA KRİTİK - Ölmeyi reddetmek!

Bahattin Akbaş
Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Ölmeyi reddetmek!

Doğan her insanın ölüm gerçeği ile karşı karşıya olduğu kuşkusuzdur. İnsanın dünyaya gelişi nasıl bir gerçekse, bir an gelip fani âlemden ebedî aleme göç etmesi de muhakkaktır.

Ölüm, bir canlı varlığın -bu insan, hayvan veya bitki olabilir- hayatî faaliyetlerinin kesin olarak sona ermesini ifade eder. Canlının ölümünden bahsedebilmek için, hayatî faaliyetlerin bir daha geri gelmemek üzere sona ermesi şarttır. Dinî açıdan ömrün süresi ecel kavramı ile ifade olunur. Ecel, insan hayatı ve diğer canlılar için belirlenmiş süreyi ve bu sürenin sonunu yani ölüm anını ifade eder. İnsanları dirilten, rızıklandıran ve öldüren Allah olduğundan, eceli belirleyen de O’dur. “Aranızda ölümü takdir eden biziz...” (Vâkıa, 60) buyrulmaktadır. Kur’an’a göre, ecel ne vaktinden önce gelebilir ne de geciktirilebilir: “Her ümmetin bir eceli vardır. Ecelleri gelince ne bir an geri kalırlar, ne de bir an ileri gidebilirler” (A’râf, 34; Yûnus, 49), “Allah eceli geldiğinde hiçbir kimse için erteleme yapmaz...” (Münâfikun, 11)

Hani halk arasında bir söz vardır; öldürmeyen Allah öldürmüyor diye. Bu sözün vakıaya tam olarak uyduğu bir durum yaşanır İngiltere-Surrey’de. Surrey şehrinde yaşayan üç yaşındaki Daniel Selden adlı bir çocuğun geçen aralık ayında bademciği iltihaplanır ve doktorlar tarafından antibiyotik tedavisi uygulanır. Bir sonuç alınamaz ve çocuk felç geçirir. Hastaneye kaldırılan çocuk iki kez daha felç geçirir, beyninde kan pıhtısı oluşur, vücut fonksiyonlarını yerine getiremediği için yaşam destek ünitesine bağlanır. Anneye çocuğun kurtulma şansının olmadığı söylenir. Anne daha önce de erken doğum nedeniyle yaşam destek ünitesine bağlanan ve kurtulma şansı kalmadığı söylenerek üniteden ayrılan bir oğlunu kaybetmiştir. Aynı akibetle ikinci çocuğunu da kaybedecek olması anneyi derinden üzmektedir. Sonunda beyin fonksiyonlarını kaybettiği gerekçesiyle Daniel’in yaşam destek ünitesinin fişinin çekilmesine karar verilir. İşin ilginç yanı da bundan itibaren başlar. Fiş çekilmesine rağmen çocuk nefes almaya başlar, 6 saat sonra sol elini kıpırdatır. Bir hafta sonra sol gözünü açar. Tüm gücü ile hayata tutunur ve herkesi şaşırtır. Doktorların hiç konuşamayacağını, yürüyemeyeceğini ve sağ gözünün göremeyeceğini söyledikleri Daniel anne-baba ve diğer basit kelimeleri söyleyebilmekte ve kimsenin yardımı olmadan üç-dört adım atmakta, sağ gözü de görmektedir. Anne ise çocuğunun daha iyi olacağına inandığını belirtmekte, hayatta kalmasına mucize gözüyle bakarken, onun azmiyle daha büyük bir mucize gerçekleştirdiğini söylemektedir. (Posta, 26.03.2007)

Hastalıklara karşı gerekli tıbbî tedavilere başvurmak dinimizin emridir. Böyle durumlarda tıbbî tedavilerle birlikte sevgiyi, azmin gücünü, her şeyden daha önemlisi bunları bağışlayan Yüce Allah’a inanmanın önemini, O’nun ilâhî inayetine ve takdirine sığınmanın vereceği moral ve manevî kuvveti hesaba katmak gerekir. Dinî zaviyeden bakılırsa mucize kelimesi ıstılahî bir kavram ifade eder. Annenin ifadesindeki çocuğun hayata azimle tutunmasını anlatırken kullandığı mucize tabiri ancak Allah’a izafe edilebilir. Zira mucize dinî ıstılahta insanların benzerini yapmaktan aciz kalacakları, peygamberlik iddiasında bulunan zattan tabiat kanunlarının aksine olarak zuhur eden harikulade olaydır. Mucizeye peygamber mucizesi denilmesi mecazidir. Mucize, gerçekte Allah’ın fiilidir. Etrafımızda Yüce Yaratıcı’yı anlatan O’nun eşsiz eseri hükmünde nice mucizeler mevcuttur. İnsanın ve hayatın kendisi, evren ve son tahlilde ilâhî kelâm da bir mucize değil mi?

BM, İslâm dinine hakareti yasakladı

BM İnsan Hakları Konseyi, İslâm dinine hakaretin tüm dünyada yasaklanması çağrısında bulunulan bir kararı kabul etti.

Konseyde, İslâm Konferansı Örgütü’nün (İKÖ) sunduğu, “İslâm’ı, terörizm, şiddet ve insan hakları ihlâlleriyle tanımlama girişimlerinden derin endişe duyulduğunun dile getirildiği” karar 14’e karşı 24 oyla kabul gördü. 47 üyeli konseyin 9 üyesinin çekimser kaldığı oylamada, Avrupa ülkeleriyle Müslüman olmayan diğer bazı ülkeler karşı oy kullandı.

Kararda, İslâm dışında başka dinler zikredilmedi; ancak “herhangi bir dine ya da dinin mensuplarına karşı hakaret, kin, husumet ve şiddet içeren ırkçı ve yabancı düşmanı düşüncelerin yayılmasının yasaklanması için kararlı adımlar atılması” çağrısında bulunuldu.

Diğer taraftan Avrupa Birliği, üye ülkelerin hükümet sözcülerinin ve diğer yetkililerin açıklamalarında İslâm ile terör arasında bağlantı kurmalarının önüne geçmek için özel bir kılavuz hazırladı. İngiliz Daily Telegraph gazetesinde yer alan habere göre, Brüksel’deki AB yetkilileri, terörle mücadele operasyonları duyurulurken kullanılacak ‘incitici olmayan’ tabirler teklifinde bulunan bir kitapçık hazırlandığını doğruladı. Bir Avrupa Birliği yetkilisi, gizli kitapçığın Müslüman inancının bozulmasını ve Avrupa’daki Müslümanların yabancılaşmasını önlemeyi hedeflediğini söyledi. Yasaklanan kelimeler arasında, ‘İslâmî terörizm’ ifadesinin yerine ‘eylemlerine İslâm’ı alet eden kötü niyetli teröristler’ tabirinin kullanılması tavsiye ediliyor. (Zaman, 31.03.2007)

İslâm’ı, terörizm, şiddet ve insan hakları ihlâlleriyle tanımlama girişimlerinden derin endişe duyulduğunun dile getirildiği kararın oy birliğiyle alınması elbette daha güzel olurdu. Bu gelişme Dünya Müslümanları adına sevindirici ve ümitlendirici bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Diğer yandan böyle bir karara bile çekimser kalmanın hatta karşı oy kullanmanın ne ile izah edileceği de merak konusudur. Ümit edilir ki; BM’nin aldığı bu karar sözde kalmaz; uygulanan, hassasiyet gösterilen bir karar haline gelir ve özellikle Batı’da gelişen, Müslümanları potansiyel olarak suçlu görme algısının bertaraf edilmesine hizmet eder.