Makale

İki Cihanın İmarı

Prof. Dr. İ. Hakkı Ünal
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

İki Cihanın
İmarı

Zeyd b. Hârise’nin hanımı Ümmü Mübeşşir’in naklettiğine göre sevgili Peygamberimiz şöyle buyurdular: “Kim bir ağaç diker veya ekin eker de ondan bir insan, bir hayvan ya da bir kuş yerse bu, o kişi için sadaka olur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 6/362)

İnsanoğlunun dünya ve ahiret mutluluğunu hedefleyen İslâm dini, müntesiplerinden her iki âlemi de mamur kılmalarını istemiş, ahiret yurdunun daha hayırlı olduğunu bildirmekle beraber (En’am, 32; Ankebut, 64; Duha, 4); bu dünyadaki nasiplerini de unutmadan (Kasas, 77); huzur ve mutluluk içinde bir hayat geçirmelerini amaçlamıştır. Dünyanın imarı, insanın, başta hemcinsleri olmak üzere diğer canlı ve cansız varlıklarla barış ve uyum içinde olacağı bir ortam, huzur ve sükun içinde yaşayabileceği bir çevre oluşturması ve bu yolda çaba sarf etmesidir. Allah’ın hiçbir nimetini israf ve ziyan etmeden, kötüye kullanmadan yerinde ve kararında kullanmasıdır. Yaşadığı fizikî ortamı ıslah edip temiz tutarak kendisi ve çevresindekilerin sağlık ve mutluluğuna katkı sağlamasıdır. Ahiretin imarı için gerekli olan şeyler ise, iman ve salih ameldir. Allah’ın rızasına ve insanların yararına uygun olan her türlü eylemi ifade eden salih amel kavramı içine dünyanın imarı da girdiği için, ahiretin imarı bir yönüyle dünyanın imarıyla da ilgilidir. O yüzden dünyasını imar edemeyenin, ahiretinin mamur olacağı da şüphelidir.

Dünyanın imarı için dünyaya gönül vermek, ona perestiş etmek gerekmez. Bunun için mutlaka zenginlik de şart değildir. Örneğin, yukarıda anlamını verdiğimiz hadisin gereğini yerine getirip bir fidan dikmek ya da ekin ekmek bu imarın bir parçasıdır. Fazla masrafa girmeden çevremizde yapacağımız bir düzenleme, doğal çevrenin korunmasına ve temizliğine göstereceğimiz özen de bu çerçeve içerisinde yer alır. Fıtratımızda mevcut olan güzellik ve estetik duygusunun işaret ettiği yönde göstereceğimiz bütün çabalar mamur bir dünyanın inşası için önemli adımlardır.

Sevgili Peygamberimiz dünyayı, ona tamamen sırtını dönmüş bir zahid gibi algılamadığı için, her şeye lâyık olduğu değeri vermiş, her şeyi yerli yerince ifa ederek, sadece ahiretin imarında değil bu dünyanın imarı konusunda da müminlere örnek olmuştur. Onun için, on beş asır öncesinden çevremizi ve doğayı koruma konusunda önemli uyarılarda bulunmuş, bu amaçla kendi döneminde, bir yandan yeni koruma alanları ilân ederken, diğer yandan insanları ağaç dikmeye teşvik etmiştir. Bilindiği gibi, Hz. İbrahim’den beri çevresi haram, yani saygın ve dokunulmaz kabul edilen ve bu yüzden ağaçlarının kesilmesi, bitkilerinin koparılması ve canlılarının öldürülmesi yasak kılınan Mekke bölgesinin yanı sıra; Hz. Peygamber, Medine bölgesini de bu statüye dahil etmiş ve buradaki hayvanların avlanmasını, ağaçlarının kesilmesini de yasaklamıştır. (Müslim, Hacc, 458) Taif halkının isteği üzerine Taif Vadisi’ni de koruma altına alarak bunu ihlâl edenlerin cezalandırılacağını bildirmiştir. (Muhammed Hamidullah, el-Vesaiku’s-Siyasiyye, s. 287, Beyrut-1987) Bir nevi günümüzün sit alanları uygulamasını hatırlatan bu tatbikat, insanların, yaşadıkları çevreye karşı nasıl saygılı ve duyarlı davranmaları gerektiğini gösteren bir modeldir. Ayrıca o, insanları, boş arazileri değerlendirmeye ve ağaçlandırmaya teşvik etmiş ve; “Kim ölü bir araziyi ihya ederse (canlandırırsa) bundan dolayı sevap kazanır ve buradan yenilen ürünler, onun için sadaka olur.” (Taberânî, el-Mu’cemü’l- Evsat, 5/97) buyurmuştur. Başka bir hadisinde de; “Kıyamet kopsa bile, elinde bir ağaç fidanı bulunan kimse onu dikmeye imkân bulursa diksin.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/183, 191) buyurarak, yararlanma imkânına bakmaksızın, bizatihi güzel bir işin ertelenmemesi konusunda insanlara mesaj vermiştir.

“Her şeyi bir ölçüye göre yarattığını” (Kamer, 49) bildiren Cenab-ı Hak, bu ölçülerin korunması görevini, “emaneti yüklenen” (Ahzab, 72) insanoğluna vermiştir. Bu görevi gereği gibi yerine getiremeyen insanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde nasıl bir bozulmanın ortaya çıktığını da yine O haber vermektedir. (Rum, 41) Dolayısıyla, Cenab-ı Hakk’ın bir ölçü ve denge içinde yarattığı kâinatı ve içinde yaşadığımız dünyayı şenlendirmek de harabeye çevirmek de bizim elimizdedir. Nitekim, nükleer silâhlara maruz kalan Japon şehirlerinin nasıl bir harabeye döndüğünü yakın tarihimizden biliyoruz. Geniş çaplı bir savaşta, bu silâhların topyekün kullanımı halinde dünyamızın sadece bizler için değil, diğer bütün canlı varlıklar için de nasıl yaşanılmaz hale gelebileceğini kestirmek güç değildir. Küresel ısınmanın tehlikeli bir boyuta geldiğini ve acil önlemler alınmazsa bütün canlılar için telâfisi güç zararlar doğacağını söyleyen günümüz bilim insanları, bu felâketin müsebbibi olarak modern insanın doymak bilmeyen iştiha ve ihtirasını, maddeten gelişmiş ülkelerin de bu iştihaya çanak tutan kazanma hırsını göstermektedirler. Ayetin de işaret ettiği gibi bozulma insan eliyle geçekleşmektedir.

Çözüm, eşya ve tabiata, bu evreni yaratan ve kurallarını koyan yüce yaratıcının ve O’nun mesajlarını bize ileten sevgili elçilerinin öğretilerini dikkate alarak yaklaşmak ve bu doğrultuda hareket etmekle mümkündür. Onun için, gökte ve yerdeki bütün canlı ve cansız varlıkların Allah’ı tesbih ettiği gerçeğini Kur’an’dan öğrenen (İsra, 44; Hacc, 18; Nur, 41) Müslüman, tabiata zarar verecek her davranışın günah olduğu bilinciyle hareket edecektir. Kendi ihtiyacı dışındaki gereksiz kullanımların israf kapsamına girdiğini ve bunun da haram olduğunun farkında olacaktır. “İhtiyaçların sınırsız olduğu” fikrinin kapitalist ekonomilerin uydurduğu bir safsata olduğunu, sınırsız olanın ve önüne geçilmediği zaman büyük tehlikeler doğuracak olan şeyin insanın ihtirası olduğunu idrak edecektir. Bu dünyanın, kendisinden sonra yaşayacak milyarlarca insana ve diğer canlılara da mesken olacağını düşünerek onlara iyi bir miras bırakmanın sorumluluğunu vicdanında hissedecektir. Bu âlemin fani olduğunu bildiği için, “orada bir yolcu gibi davranacak” (Buharî, Rikak, 3) fakat bu yolculuğun rahat geçmesi için gerekli tedbirleri alıp maddî azığını temin ettiği gibi, varacağı menzilde kendisine lâzım olacak manevî azığını da ihmal etmeyecektir. Velhasıl Müslüman, dünya ve ahiretini, bunları birbirine feda etmeden fakat her birine lâyık olduğu değeri vererek imar etmeye çalışacaktır.