Makale

Sevgi ve Sevgilinin Sembolü Gül

Mustafa Bektaşoğlu

Sevgi ve
Sevgili’nin
Sembolü
Gül

Çiçekler, inceliğin, güzelliğin ve zarafetin sembolü olduğu kadar, insanı insana yaklaştıran bir araçtır. İnsanın gün gelip yalnızlığını, sevinç ve kederini çiçeklerle paylaştığı, gün gelip güvenilir bir dost gibi onlarla dertleştiği olmuştur. Çiçeklerin işte böylesine duygulu, sessiz, gizemli ve anlamlı bir dili vardır. Bu yakın ve gizemli dostların renkleriyle, şekilleriyle ve kokularıyla sımsıcak bir yeri vardır içimizde. Kısacası çiçekler, insanoğlunun vazgeçilmez tutkularından biri olup çıkmıştır çağlar boyu...
Atalarımızın çiçek sevgisi, köklü geleneklerimizden günümüze kadar anlatıla geldiği ve yaşana geldiği hepimizce bilinmektedir. Tabiatın güzelliklerini görüp de onu hayatının ayrılmaz bir parçası hâline getirebilme ve bunu ince zevkiyle birleştirip sanat eserine dönüştürebilme Türk’e özgü bir olgudur.
Çiçeklerin sultanı, şairlerin ilham kaynağı olan gül, bütün dönemlerde gerek bahçelerimizde, gerekse sanatımızda klâsikleşen, çiçek denildiğinde ilk akla gelen türlerden biridir. Lâle devrinin ünlü şairi Nedim bile şiirlerinde gülden daha sık söz etmiştir. Sevgilinin teni, endamı ve hatta kendisi ile gül arasında benzerlikler kurmuştur. Hatta o kadar ileri gidilmiştir ki, lâle, sümbül gibi çiçeklerin bazı çeşitlerine bile gülle ilgili isimler verilmiştir.
Gülün ne kadar sevilen ve önemsenen bir çiçek olduğunu gösteren güzel bir örnek ise; Fatih Sultan Mehmed’in minyatür portresinde elinde bir gülle tasvir edilmesidir. Bunun yanı sıra pek çok figürde, örneğin Levni’nin tek kadın ve erkek minyatürlerinde de, elinde gül tutan birçok figür görülür.
Kullandıkları eşyayı en güzel biçimde süslemeyi gelenek hâline getiren Türkler, hamam tasından havlusuna, atının süsüne, halısından kilimine, camisinden türbesine, çeşmesinden çinisine, kervansarayından medresesine, kitap süslemesinden rahlesine, kamasına, kılıcına hep çiçeği işlemekle, âdeta tabiatın güzellikleriyle yarışa girmiştir. (Atanur Meriç, Türk Kültür ve Sanatında Çiçeğin Etkinliği, Kültür ve Sanat, 7/53, Eylül 1990)
Asırlardan beri bütün dünyada binlerce şair, edip ve sanatkâra ilham kaynağı olan gülün edebiyatımızda müstesna bir yeri ve önemi vardır. Türk hayatındaki yeri bakımından gül, yalnız edebiyatımızın değil, bir gönül medeniyetimizin sembolü olmaya lâyık değerdedir.
Gül, sevgilidir; kısa ömürlü oluşu nedeniyle gelip geçici olan dünyevî aşkı sembolize eder. Vefasızdır; âşıkına cefa (diken) etmekten hoşlanan nazlı bir güzeldir. Goncalığı ayrı, açılmış hâli ayrı teşbih unsurudur. Tasavvufta gül ile bülbül birlikte kullanılır; bülbül âşık, gül ise sevgiliyi temsil eder.
Halk şiirinde de sevgilinin sembolü olarak da, başka türlü benzetmelerle de gül çok kullanılır. Bir türküde; "Ben yarime gül demem, gülün ömrü az olur" diye geçerken, meşhur Karacaoğlan da Avrupa ülkelerini, "Gülleri var bizim güle benzemez" diye beğenmez. Kırmızı ve ak güllü birçok türkülerimiz vardır. Edebiyatımızda gül, en ince ve sevilen bir sembol olarak kullanıla gelmiştir. Seçme şiirleri toplayan antolojilere güldeste demişiz. Bütün eşya ve hayatımıza gül sembolü işlenmiş, gül rengi hakim olmuş ve gül kokusu sinmiştir.
Gül, dinî ve metafizik anlamları dolayısıyla sadece şiirde değil, bezeme sanatının her dalında sevilerek kullanılmıştır. Taş oymacılığında, çini, seramik ve duvar resimlerinde, kumaşlarda, kitap ciltleri ve tezhiplerinde stilize edilmiş sayısız güller vardır. Kur’an’daki hizib, secde ve aşır işaretlerine de gül adı verilir. (Beşir Ayvazoğlu, Güller Kitabı, 101, 5. Baskı, Ötüken Yay., lstanbul-1999)
Gül; rengi, şekli ve kokusu bakımından da çeşitli benzetmelere konu teşkil etmiştir. Bunların başında onun her yönüyle Hz. Peygambere ben- zetilişi gelmektedir. Yunus Emre’nin, "Çiçek eydür ey derviş Muham- med teridir" mısraında ifade ettiği gibi, gülün kokusunu Resûl-i Ekrem’in terinden aldığına inanılır. Gül koklandığında, gül yağı veya gül suyu ikram edildiğinde salât ü selâm getirilmesi, bu inanışın Müslüman- lar arasında köklü bir geleneğe sahip olduğunu gösterir. Mevlit törenlerinde gül suyu serpmek, bunun için yapılmış sanat eseri niteliği taşıyan gülâbdanların ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Tasavvufî sembolizmde gül İlâhî güzelliği ifade ettiği gibi, Allah’ın Resûlü Hz. Muhammed’i de temsil eder. Bundan dolayı "verd-i Muhammedi" veya "gül-i Muhammedi" adı verilen gül şeklinde hilye-i şerifler yapılmıştır.
Gül, Osmanlılar’dan başlayarak günümüze kadar Türklerin günlük hayatlarında önemli bir yer tutar. Erkek ve özellikle kadın kıyafetlerine ve ziynet eşyasında yaygın bir motif olarak kullanılmıştır. Türk mutfağında özel gül reçeli ve gül şurubundan başka, parfümeri sanayiinde de gül suyu ve esansı eskiden beri bilinmektedir. Türkçe eserlere ad verme geleneğine bağlı olarak gül kelimesiyle başlayan birçok mesnevî, tarih, tezkire ve teracim-i ahval kitabı bulunmaktadır. Kız çocuklarına gül ve içinde bu kelimenin yer aldığı çeşitli adlar verilmesi de günümüze kadar gelen yaygın bir gelenektir. (DİA, 14/220-222)
Asırlardan beri bütün dünyada binlerce şair, edip ve sanatkâra ilham kaynağı olan gülün, Şark ve Türk edebiyatında müstesna bir yeri vardır.
Iran ve Hint edebiyatında da bu sembol çok işlenmiş, çok kullanılmıştır.
Türk Divan Edebiyatı’nda gülün kullanılan remizlerin, mazmunların başına gelmesi dolayısıyla bu edebiyata gül-bülbül edebiyatı denmiştir.
Gül; fidanı, çiçeği, şekilleri, yaprağı, dikeni, rengi, kokusu, ömrü, taraveti, zarafeti ile ayrı ayrı değerlendirilmiş, teşbih ve mecaz unsuru olarak kullanılmıştır.
Başkaları gülü bir çiçek sever gibi sever belki de... Ama biz, gülü gül olduğu için severiz. Bizim için; gül sevgilidir, gül güzelliktir, gül coşkudur. Gül, esmanın eşyaya tecellisinin esrarıdır. Gül aşktır, gül sevinçtir, gül bahar muştusudur. Gül, ezelle ebed arasındaki bütün zamanların en güzelinden yansımalar taşıdığı için güzeldir. Ve katmer gül; rengini şehit kanından, kokusunu Efendimiz (s.a.s.)’in mübarek teninden aldığı için çiçekler sultanıdır. Bu sebeple olsa gerek, gülün kokusuyla kendimizden geçer, gideriz başka âleme... Gülü tarife ne hacet; gül, sevdâyı Muhammedî’dir... Bizler, gönlü gülşen olan insanlara meftun oluruz,
"Kâinatın Solmayan Gülü"nün aşkıyla...
O, aşkımızın mihrabındaki gül... O, âlemlere rahmet olarak gönderilen bir resûl... O, çöl sıcağındaki bir kevser şelâlesi... O, teşrifiyle kâinatı aydınlatan ve ışık bahşeden sonsuz bir nur şûlesi... Gündüzleri dünyayı ışıtan güneş ve geceleri gökyüzünde çiçek çiçek açan yıldızlar, onun sönmeyen ışığının en mütevâzı kandilleridir... Onun sünneti bir hidâyet, onun sûreti gönüllere ülfet ve nîmet veren bir âb-ı hayat... Ruhumuz ona âşık... O, gül mushaflı sevdâmızın sembolü... O, on sekiz bin âlemin emsali olmayan gülü... (Mehmet Güneş)
"Ezel bezminde bir dinmez figândım Yâ Resülallâh,
Cemâlinle ferah-nâk et ki yandım Yâ Resülallâh..."
diyerek Yaman Dede’nin dizeleriyle hâlimizi arz ediyoruz...