Makale

Ülkemizde Mevlid Geleniği

Yakup Üstün

Ülkemizde
Mevlid Geleniği

Yurdumuzda, gerek mevlid gecelerinde gerekse diğer mübarek gün ve gecelerde ve çeşitli vesilelerle camilerde ve evlerde ibadet âdâbı içinde, Kur’an-ı Kerim, mevlid, kaside ve İlâhiler okunmaktadır. Dün olduğu gibi bugün de memleketimizin hemen her yerinde mevlid okunması söz konusu olduğu zaman, özellikle Süleyman Çele- bi’nin mevlidi anlaşılır ve o okunur. Halbuki çeşitli Arapça mevlidler yanında, Süleyman Çelebi’nin eseri dışında sayıları yüzleri aşan Türkçe mevlidlerin bulunduğu bir gerçektir. Yüzlerce Türkçe mevlid arasından Süleyman Çelebi’nin mevlidinin beğeniyle seçilmesinin, yaklaşık 600 yıldan beri okunarak gönüllerde taht kurmasının mutlaka bir sebebi olmalıdır
Vesiletü-n Necat (Kurtuluş Vesilesi) adıyla, sade bir dille, Türkçe olarak yazılan bu eser; edebî gücü, sadeliği sebebiyle eskilerin deyimiyle bir "Sehl-i Mümteni"dir. Bu deyim kolayca söyleniverilmiş gibi görüldüğü hâlde, söylenmesi ve taklit edilmesi çok güç söz, şiir ve eserler için kullanılır. Eserde fikir, bilgi ve duygular fevkalâde başarılı bir üslûpta anlatılmış. Ehl-i sünnet inancı doğrultusunda kaleme alınmıştır. Yer yer ayet ve hadislerden alıntılar yapılmış, tekrir, tenasub, cinas, tevriye ve teşbih gibi edebî sanatlarla desteklenmiştir.
Müellifin dizeleri, karşımıza, dinî heyecanı coşturan, döneminin çizgilerini aşan öğelerle süslü, duygu yüklü, miraç olayı gibi anlatılması güç konuları, edebî ve sanatkârane bir yetenekle, sade ve kolay bir şekilde anlatan apayrı bir üslûpla çıkıyor. Zira; Miraç olayı bir mucizedir. icaz, akılları (insanları) idrakte aciz bırakan bir olgudur. Orada olup bitenleri çıplak akılla, bildiğimiz, aşina olduğumuz vurgularla anlamamız ve anlatmamız mümkün değildir. Şairin dediği gibi:
"ldrak-ı mealî bu küçük akla gerekmez,
Zira bu terazi o kadar sikleti çekmez."
(Birtakım yüceliklerin anlaşılması bu küçük aklın işi değildir. Zira bu küçücük teraziyle tonlarca ağırlık tartılmaz.) O mekânlar bildiğimiz mekânlar, o zamanlar bizim anladığımız zamanlar değildir. Zaman kavramı, yer ve gök kavramı farklıdır. Allah ile konuşulması da bizim alışık olduğumuz harflerden, kelimelerden ibaret bir konuşma değildir. Orası apayrı bir âlemdir. Peygamberimizin bu İlâhî seyahati İtalyan şairi Dante’ye bile ilham kaynağı olmuş, ’’İlâhi Komedya" adlı yazdığı meşhur eserini Mirac’tan esinlenerek kaleme almıştır. Gerçekten Miraç, Peygamberimizin hayatındaki en önemli olaylardan biridir. Zira detaylarında görüş farklılıkları bulunsa da, vukuu ayetlerle katî olarak sabittir. O, inanç için bir ölçü, inananlar için bir sınavdır.
Süleyman Çelebi’nin Bur- sa’da 752 (1351) yılında doğduğu kabul edilir. Ahmet Pa- şa’nın oğlu, Orhan Gazi’nin silâh arkadaşı Şeyh Mahmud’un torunu olduğu, ilimle uğraşan kültürlü bir aileden geldiği anlaşılmaktadır. Vesiletü-n Necat adlı bu eser yüksek kültür ortamının ve İlmî seviyenin bir ürünü görünümündedir. Bir beyt- deki ifadeden mevlidi, 60 yaşlarında iken yazdığı sonucuna varılmıştır. Çelebi ünvanının ârif, zarif kişiliği sebebiyle kendisine lâyık görüldüğü ortaya çıkmaktadır. Süleyman Çelebi’nin dinî ilimlere vukufu, eserinde işlediği konulan ayet ve hadislerle desteklemesi, Isra ve Miraç gibi anlatılması son derece zor konuları maharetle işlemesinden de anlaşılmaktadır.
Kaynaklar, onun Yıldırım Beyazıt devrinde bir süre Divan-ı Humayun imamlığı yaptığını, 1400’de inşaatı tamamlanan Bursa Ulu Camii imamlığına, Emir Buhari’nin tavsiyesiyle getirildiğini nakleder. Süleyman Çelebi’nin 1422 yılında vefat ettiği kabul edilir. Mezarı Bursa’da Çekirge yolunda Yoğurtçu Baba zaviyesi önündeki sırtta bulunmaktadır. Türbe yıllarca harap bir halde kalmış, nihayet 1952 yılında onarılarak, duvarı Vesile- tü-n Necat’tan beyitlerle süslenmiştir.
Başkaca bir eseri bilinmeyen müellifin, mevlidi kaleme almasına vesile olan yaygın rivayet şöyledir: Süleyman Çelebi’nin Ulu Camii’de imamlık yaptığı yıllarda, bir vaiz, Bakara suresinin 285. ayetini açıklarken, peygamberler arasında bir fark bulunmadığını, bu sebeple Hz. Muhammed’in, Hz. İsa’dan üstün olmadığını söylemiş, cemaatten bazıları buna karşı çıkınca, tartışmalar büyümüştür. Bu olaydan etkilenen Süleyman Çelebi, Hz. Peygamber’in büyüklüğünü, ona olan aşkını ve sevgisini terennüm eden beytler serd etmiş, halkın beğendiği bu üslûp, daha sonra Peygamberimizin hayatından bazı bölümler de ilâve edilerek daha geniş bir şekilde, Mevlid olarak tanzim ve tertip edilmiştir. Bugün için basit gibi görünen Ulu Camideki bu olay, aslında çok önemlidir. Batınî görüşlerden kaynaklanan babaî isyanları ile alt-üst olan Anadolu Türk Birliği, büyük mücadelelerle, Osmanlı’nın ortaya çıkışı ile kuruldu. Vaiz olayı, aynı fitneyi körükleme istidadı taşıyan batınî fikirlerin Osmanlı’nın kalbine kadar uzandığını gösteriyordu. Halkın kafası bu girişimlerle yeniden karıştırılmak suretiyle, birlik ve bütünlük tekrar bozulabilirdi.
Durumun vahamiyetini kavrayan Süleyman Çelebi, halkı ehl-i sünnet görüşünde tutmak, birliği, bütünlüğü korumak amacıyla, bu yanlış fikirlerin âdeta tümüne cevap mahiyetinde Vesiletü-n Necat adı ile mevlidini kaleme almıştır. Merhum Prof. Ahmet Ateş’in ifadesiyle bu eser, "ehl-i sünnet akidesinin şiire bürünmüş kudretli bir ifadesi ile müdafaanamesi"dir denilebilir. Kanaatimce Süleyman Çelebi böylece İmam Gazza- li’nin asırlar önce yaptığı hizmeti bir kere daha tekrarlamış oluyor.
Eserde yer yer dinî kavramların, farz ve vaciplerin beyan edildiği, İslâm tasavvufunun şer’î hükümlerle örtüşen yönlerinin yerli yerince işlendiği, Türk edebiyatına mâl olmuş tasavvufî remizlerin başarıyla kullanıldığı görülmektedir.
Sözünü ettiğimiz, elden ele dolaşan, gönülleri fetheden bu mevlid, 600 yıla yakın bir zamandan beri, asırlara meydan okuyarak, süzüle süzüle günümüze ulaşmıştır. Zaman içinde bazı bölümlerinin fazlaca revaç bulmadığı hatta hikâye şeklinde bazı ilâvelerin, yer yer bazı değişikliklerin yapıldığı bilinmekle beraber, Kur’an’dan sonra en çok okunan bir metin olarak, kültürümüzün temel taşlarından birisi olmuştur. Bu sebeple eser yazıldığı dönmeden itibaren Osmanlı coğrafyasının hemen her yerinde özellikle Hz. Peygamberin doğum günlerinde okunmuş, bestelenmiş İlâhilerle, kasidelerle süslenmiş, çeşitli dillere çevrilmiş ye yüzlerce nazire yazılmış, bir ibadet anlayışı içinde, mübarek gün ve geceler yanında, doğum, ölüm, sünnet, evlenme, askere gönderme gibi pek çok vesile ile okunmakta ve okutulmaktadır.
Vesiletü-n Necat’da Allah’ın varlığı ve birliği, âlemin yaratılma sebebi, Hz. Peygamber’in ruhunun yaratılması ve ruhun kendisine ulaşması, Hz. Muhammed’in vücudunun yarıtıl- ması, doğumu, bu ve bundan önce ve sonra ortaya çıkan fevkalâde olayları, Peygamberin methi, mucizelerinin, miracının beyanı, hicretinin ve bazı özelliklerinin anlatılması, nasihat, kötü fiillerden uzak durma, risaletin tebliği ve Peygamberin vefatı gibi konular, belâgatla, veciz bir şekilde anlatılmaktadır.
Süleyman Çelebi’nin bu eseri hazırlarken bazı kaynaklardan yararlandığı anlaşılmaktadır. Arapça kaynaklarla beraber, özellikle Erzurumlu Mustafa Da- rirî ve Âşık Paşa’dan yararlandığı kanaati yaygındır. Bu konuda Prof. Ahmet Ateş, Prof. Faruk K. Timurtaş ve Necla Pekolcay ciddî çalışmalar yapmışlar, son yıllarda bulunan yeni yazmalar da gözden geçirilerek yeniden yayınlanmıştır.
Mevlid; Türk dinî musikisi yönünden üzerinde ciddiyetle durulmuş, bir nakkaş titizliği ile dinî türlerin hiç birinde görülmeyen bir zenginlik kazandırılmıştır. Özellikle Anadolu ve Balkanlarda, önemli bir Ügi görçn Vesiletü-n Necat’ın, besteye uygun veya kendine has üslûplarla okunması hâlâ yaygın bir hâldedir. Anılan eserin daha ilk yıllarda bestelendiği rivayet edilmekle beraber, Bursalı Sekban tarafından 1 7. yy. da bestelendiği bilinmektedir. El yazması bazı mevlid nüshalarında, mısraların yanına o mısralarda, takip edilmesi gereken makam isimleri, makam seyirleri bulunan besteli mevlidlere ait, günümüze ulaşan örnekler bulunmaktadır.
Mevlid son dönem musikişinaslarından Kemal Batanay tarafından yeniden bestelenmiş, bu beste Kâni Karaca tarafından okunmuşsa da yaygınlaşamamıştır. Ayrıca Bestekâr Hafız Sadettin Kaynak’a ait bir mevlid bestesinin bulunduğu söylenmektedir.
Makam sıralaması takip edilerek gerçekleştirilen mevlid icrasında, önce saba, daha sonra çarigâh, hicaz, eviç, rast, mahur, hüzzam gibi makamlar ön plâna çıkar. Mevlidhanlar, musiki bilgi yetenek ve seslerine göre bazen belirli bir makamda, bazen serbest bir şekilde okuyarak mevlidi dinlettirme gayreti gösterirler.
Türk musikisinde Cumhuriyet öncesinde olduğu gibi, daha sonra da bu alanda örnekler sunan, mevlidhanlıkla şöhret bulmuş, pek çok musikişinas yetişmiştir.
Başta Hafız Sami olmak üzere, Hafız Kemal, Hafız Burhan, Mecit Sesigür, Esat Gerede, Hafız Ali Üsküdarlı, Sebilci Hüseyin, Kâni Karaca gibi mevlidhanlar yanında, günümüzde de Hafız H. İbrahim Çanakkaleli, Aziz Bahriyeli, Fevzi Mısır, Zeki Al- tun, Emin Işık, İsmail Coşar gibi mevlidhanlar, bu geleneği dirayetle devam ettirmektedirler.
Gerek resmî gerekse özel olarak yapılan mevlid kutlamaları, sosyal ve kültürel hayatımızın bir parçası hâline gelmiştir. Diğer taraftan bu faaliyet bilgilendirme fonksiyonu yanında, birlikteliğin meydana getirdiği atmosferle (cemaat ruhu) duyguların, heyecanların, vech hâlinin ve birlikte yenen yemeklerin bir paylaşma aracı olarak, değerler sistemimizin güçlenmesine, fertlerin o değerler etrafında kenetlenmesine vesile olmaktadır.
Bu vesile ile iki noktanın gözden uzak tutulmaması gereğini hatırlatmakta yarar görüyorum.
Birincisi; mevlid merasimlerini amacından, uzaklaştırmadan, yozlaştırmadan israf ve gösterişten uzak, yüce dinimizin esaslarına uygun bir şekilde icra etmeliyiz.
İkincisi; anlamadan, dinleme alışkanlığını terkederek sade bir Türkçe ile yazılan Mevlidi, anlayarak dinlemeye, onun zevkine varmaya, manevî hazzını ve heyecanını tatmaya çalışmalıyız. Herşeyin başı eğitim olduğuna göre, sadece mevlidle ilgili kurslar açarak, okuyucuların yetişmelerini sağlamalıyız.