Makale

Ailevî Sorunların Çözümüne Kur'an ve Hz. Peygamber'in Yaklaşımı

Doç. Dr. İsmail Karagöz
Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi

Ailevi Sorunların
Çözümüne Kur’an ve
Hz. Peygamber’in Yaklaşımı

Yüce Allah; yeryüzünün en değerli varlığı olan, akıl ve irade ile donatılan insanların, dünya ve ahiret mutluluğunu elde edebilmeleri için ilk insandan itibaren her topluma (Secde, 24) örneklik ve önderlik edecek bir peygamber göndermiş ve onlara kitaplar vermiştir. (bk. Hadîd, 25) Son örnek ve rehber Hz. Muhammed (s.a.s.)’dir. Peygamberin örneklik ve rehberliği namaz, oruç, hac gibi sadece formel ibadetlerde değil, hayatın her alanında söz konusudur.
Toplumun en küçük birimi ailedir. Bir toplumda aileler ne kadar mutlu ise fert ve toplum da o nispette mutludur. Mutlu, eğitimli, terbiyeli ve saygılı bireyleri yetiştiren de ailelerdir. Ailelerin mutlu ve huzurlu olmalarını sağlayan ise eşlerdir. Eşler arasında ne kadar sevgi ve merhamet, saygı ve sorumluluk bilinci varsa o aile o kadar mutludur, o ailede yetişen çocuklar da o kadar sağlıklı, saygılı, edepli ve terbiyelidir.
Yüce Allah, Ahzab suresinin 21. ayetinde: "Andolsun, Allah’ın Resulünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır" anlamındaki ayet ile Peygamberimizi bize örnek göstermektedir. İyi bir insan, iyi bir Müslüman, iyi bir eş, iyi bir baba olabilmek için onu örnek almamız gerekmektedir. Onu iyi örnek alabilmek için onu ve onun tebliğ ettiği Kur’an’ı ve onun sünnetini iyi anlamamız ve hayata geçirmemiz gerekir.
O yetim olarak büyüdü, sade bir hayat yaşadı. 25 yaşlarına geldiğinde ticarî işlerini yürüttüğü, Mekke’nin soylu ailelerinden birinin kızı olan 28 yaşlarındaki Hatice ile evlendi. Bu evlilikten ikisi oğlan, dördü kız altı çocukları oldu. Güzide eşi Hatice’yi çok seviyordu, mutlu bir ailesi vardı, çevresine örneklik ediyordu, iyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir insan idi. Kadınların efendisi Hz. Hatice ile 25 yıl evli kaldı. Sevgili eşi milâdın 620 yılında Mekke’de vefat etti. Efendimiz çok üzüldü. Bu yıl, "Hüzün Yılı" olarak anıldı. Yaklaşık iki buçuk yıl evlenmedi. Sonra Şevde binti Zem’a ile evlendi.
Bu yazımızda tahlil edeceğimiz ayetlerde Peygamberimizin aile hayatı, eşleri, peygamberlik ve kulluk konumu, eşler arası görev ve sorumluluklar, aile hayatının kendine özgü zorlukları anlatılmakta ve önemli mesajlar verilmektedir.
Eşler arasında geçim; sabır, hoşgörü ve fedakârlık ister. Peygamber de bir insan olduğuna göre elbette eşleri ile arasında birtakım problemler olmuştur, işte tahlil edeceğimiz ayetler böyle bir problemi dile getirmektedir.
Peygamberimiz eşlerinden Hz. Ömer’in kızı Hafsa’ya bir sır söyler. Ama Hafsa bu sırrı saklayamaz, Peygamberin diğer eşi Hz. Ebu Bekir’in kızı Hz. Aişe’ye söyler. Peygamberimiz sırrın gizli tutulmamasından dolayı serzenişte bulunur. Hafsa ve Aişe birbirlerine arka çıkarlar ve bir takım isteklerde bulunurlar. Peygamberimiz de kendilerini denemek için eşleri ile beraber olmamaya yemin eder (îlâ) (bk. Bakara, 226) ve uzlete çekilir. Bu uzlet durumu 29 gün sürer, sonra uzlete son verir. Bunun üzerine Tahrîm suresinin ilk beş ayeti iner: "Ey Peygamber! Hanımlarına de ki, "Eğer dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size birtakım dünyalık (müt’a) vereyim ve sizi güzelce bırakayım. Eğer Allah’ı, Resulünü ve ahiret yurdunu istiyorsanız, bilin ki Allah içinizden iyi olanlara büyük bir mükâfat hazırlamıştır" (Ah- zâb, 28-29) anlamındaki ayet de bu sırada na- zii oiur. Veya Peygamberimiz eşi Zeynep’in yanında bal şerbeti içer. Hz. Aişe ve Hz. Haf- sa aralarında anlaşırlar. Hz. Peygamber, hangimizin yanına gelirse "Meğâfîr mi içtin, sende meğâfîr kokusu var diyelim" derler. Peygamberimiz Hz. Aişe’nin yanına gelir. Hz. Aişe Peygamberimize "meğâfîr mi içtin sen de meğâfîr kokuyor" der. Peygamberimiz, "Hayır, fakat Zeynep’in yanında bal şerbeti içtim, bir daha içmem der." Bir daha bal şerbeti içmeyeceğine yemin eder ve bunu kimseye söylememesini ister. Meğâfîr, Peygamberimizin kokusundan hoşlanmadığı meşe ağaçlarından sızan şıradır. Veya Peygamberimiz bal şerbetini Hafsa’nın yanında içer. Aişe, Sev- de’ye Peygamberimiz yanına geldiği zaman ona "Ey Allah’ın Elçisi! Meğâfîr mi içtin, sende meğâfîr kokusu var de" der. Şevde denile- ni yapar. Hz. Aişe’nin kendisi de yanına geldiği zaman aynı şeyleri söyler. Bu olaylar üzerine Tahrîm suresinin 1-5. ayetleri iner. Mü- fessir Kurtubî, bu rivayetlerin en sahih olanı Hz. Peygamberin eşi Zeynep’in yanında bal şerbeti içmesi, Aişe ile Hasa’nın dayanışıp yukarıdaki sözleri peygambere söyledikleri, Hz. Peygamberin de bal şerbeti içmemeye yemin ettiği ve bunu gizlediği rivayet olduğunu söylemiştir. (Kurtubî, XVIII, 177-179; bk. Yazır, VII, 5085- 5096)
Birinci ayette "Ey Peygamber! Allah’ın sana helâl kıldığını, eşlerini hoşnut etmek arzusuyla niçin kendine haram kılıyorsun? Bununla beraber Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir" buyrulmaktadır.
Bu ayette yüce Allah, "Ey Peygamber!" hitabıyla Peygamberimizi onurlandırmış ve onun Allah elçisi olduğuna vurgu yapmıştır. "Allah’ın helâl kıldığını niçin haram kılıyorsun" hitabıyla Allah’ın helâl kıldığını Peygamber de olsa haram kılamaya- cağını bildirmiştir. Peygamberin kendisine haram kıldığı şey, ayetin nüzul sebebiyle ilgili olarak yukarıda zikrettiğimiz eşleriyle beraber olmamak için veya bal şerbeti içmemek için yemin etmesidir. (Yazır, vıı,5106)
Tevbe suresinin 29. ayetinde peygamberin haram kılmasından söz edilmekte, A’râf suresinin 157. ayetinde ise iyi ve temiz şeyleri helâl, kötü ve pis şeyleri haram kıldığı bildirilmektedir. Ancak ayetlerdeki peygamberin haram kılması ancak vahiyledir. Peygamber bile kendiliğinden helâl-haram kılamadığına göre insanlar Allah’ın helâlini haram, haramını helâl kılamazlar. "Ey iman edenler! Allah’ın size helâl kıldığı iyi ve temiz nimetleri haram etmeyin ve Allah’ın sınırları aşmayın. Çünkü Allah haddi aşanları sevmez" (Mâide, 87); "Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, ’şu he- lâldir’, ’şu haramdır’ demeyin. Allah’a yalan uydurmuş olursunuz. Allah’a karşı yalan uyduranlar ise kurtuluşa eremezler" (Nahi, 116) anlamındaki ayetlerle insanların helâli haram, haramı helâl kılmaları yasaklanmış ve böyle bir şey yapmanın Allah’a iftira olacağı bildirilmiştir. Dolayısıyla hiçbir mümin, eşini veya bir başkasını razı etmek veya bir çıkar sağlamak için veya başka gerekçelerle helâlı haram, haramı helâl kılamaz, kılarsa Allah’a iftira etmiş ve büyük günah işlemiş olur.
Ayetin sonunda Allah’ın çok bağışlayan ve çok merhamet eden olduğunun bildirilmesi Allah’ın işlenen kusurları affedebileceğini beyan etmek ve peygamberin teessürünü gidermek içindir.
İkinci ayette "Allah size yeminlerinizi çözmeyi meşru kılmıştır. Allah sizin yardımcınızda; O bilendir, hikmet sahibidir" buyrulmak- tadır.
"Yeminlerinizi koruyun" (Mâide, 87) emri gereğince yeminlerin korunması gerekmekle birlikte hayırlı ve iyi bir şeyi yapmama veya "îlâ" gibi konularda yapılan yeminlerde ısrar edilmemesi, yeminin bozulup kefaret ödenmesi gerekir. İkinci ayet bunu ifade etmektedir. Peygamberimiz (s.a.s.), "Her kim yemin eder sonra ondan hayırlısını görürse yeminini bozup kefaret vesin ve o hayırlı şeyi yapsın" buyurmuştur. (Ebû Dâvûd, Ey- man, 15)
Yemin kefareti Mâide suresinin 89. ayetinde şöyle beyan edilmektedir: "Allah, boş bulunarak ettiğiniz yeminlerle sizi sorumlu tutmaz. Ama bilerek yaptığınız yeminlerle sizi sorumlu tutar. Bu durumda yeminin kefareti ailenize yedirdiğinizin orta hallisinden on yoksulu doyurmak yahut onları giydirmek ya da bir köle azat etmektir. Kim (bu imkânı) bulamazsa onun kefareti üç gün oruç tutmaktır. İşte yemin ettiğiniz vakit yeminlerinizin kefareti budur. Yeminlerinizi koruyun. Allah size ayetlerini işte böyle açıklıyor ki şükredesiniz."
İkinci ayetin sonunda Allah’ın müminlerin velisi olduğunun bildirilmesi, müminlerin kendi arzularına göre değil Allah’ın emrine göre hareket etmeleri gerektiğini ifade eder. "Alîm" ve "hakîm" isimlerinin zikredilmesi ise Allah’ın emir ve yasakları, insanların menfaatlerini bilerek ve hikmet ile verdiğini beyan içindir. Biz bilemesek ve idrak edemesek de Allah’ın her emir ve yasağında nice hikmetler vardır.
Üçüncü ayette; "Hani peygamber eşlerinden birine gizli bir şey söylemişti. Eşi bunu başkalarına aktarıp Allah da durumu peygambere açıklayınca peygamber bunun bir kısmını anlattı, bir kısmından vazgeçti. Eşine bunu anlatınca o, "Bunu sana kim haber verdi?" diye sordu. "Her şeyi bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana bildirdi" diye cevap verdi" buyrulmaktadır.
Ayette sır verme konusunda titiz davranıl- ması gerektiği, sır saklama konumunda bulunanların ağır sorumluluk altında bulundukları ifade edilmektedir. Sır saklama; ya bir kimsenin kişisel sırlarını gizli tutup başkalarına söylememek ile veya kendisine güvenilerek sır verilen kimsenin bu sırrı, sır sahibi açıklamaya izin vermediği sürece, kendi sırrı gibi gizli tutması ile gerçekleşir. Sır bir emanettir, onu başkalarına duyurmak ise emanete hıyanettir. Saklanmayan sırlar yüzünden nice kavgalar ve huzursuzluklar meydana gelmiş, plânlar bozulmuş, hedefler sapmıştır. Sır saklamak hayatın en önemli başarı sebeplerinden biridir. Sır, insanın esiridir, insan sırrını açıklarsa onun esiri olur. Sır saklamanın küçüğü de büyüğü de aynıdır. Küçüğünü saklamayan büyüğünü de saklayamaz.
Ayette sözü edilen sır, Hz. Peygamberin bal şerbeti içmeyeceğine veya "îlâ" yemini veya kendisinden sonra Ebu Bekir, sonra Hz. Ömer’in devlet başkanı olacağını eşi Hz. Haf- sa’ya bildirmiş olmasıdır. Hz. Peygamber bu sırrın saklanması istemiş ancak Hz. Hafsa bu sırrı Hz. Aişe’ye söylemiştir. (Yazır, vıı, sı 11-5113) Allah bunu peygamberine bildirmiş, Hz. Peygamber de Hafsa’ya "ben sana bunu kimseye söyleme dememiş miydim" diyerek kızmış ama onu kırmamış, rencide etmemiştir. Bu tür konular bütün aileler arasında olabilir. Aile sırları saklanmalı ifşa edilmemelidir. Eşler arasında bir kusur olduğu zaman da bu durum yuvaya zarar vermeyecek şekilde çözülmeli, sınır aşılmamalı, sözlü ve fiilî şiddet kullanılmamalıdır.
Diğer taraftan bu ayet, Hz. Peygamber’in Kur’an ayetlerinin dışında da vahiy aldığını ifade eder. Peygamberimiz (s.a.s.), gaybı kendiliğinden bilemeyeceğine göre, eşinin sırrı ifşa etmesini Allah’tan aldığı Kur’an dışı bilgi ile öğrenmiştir.
Dördüncü ayette; "ikiniz de Allah’a tövbe ederseniz (çok iyi olur), çünkü kalpleriniz eğ- rilmişti. Ama peygambere karşı bir dayanışma içine girecek olursanız bilin ki herkesten önce Allah onun dostu ve koruyucusudur, sonra Cebrail ve iyi müminler, melekler de bunların ardından onun yardımcısıdır" buyrulmaktadır.
Ayette tövbe etmeleri istenen eşler Hafsa ile Aişe’dir. (Kurtubî, xvııı, 188) Her ikisi iş birliği yapıp peygambere tavır almışlardı. Yüce Allah her ikisinin kalplerinin haktan meylettiğini bildirerek yaptıklarının tövbeyi gerektirecek bir davranış olduğunu bildirmektedir. Aişe ve Hafsa, tavırlarıyla Hz. Peygamberin sevdiklerinden uzak kalmalarına sebep olmuşlardı. Hâlbuki onların peygamberin sevdiğini sevmeleri ve onu hoşnut edecek bir tavır içinde olmaları, şaka da onu üzecek söz ve tavırlardan uzak durmaları gerekirdi. Peygamber eşi olmak bir şeref ve ayrıcalık olduğu gibi sorumluluğu da fazladır, (bk. Ahzâb, 28-34) Bu tavırlarından vazgeçmedikleri takdirde Allah’ın peygamberinin dostu olduğunu ve onu koruyacağını, vahiy meleği, diğer melekler ve salih müminlerin de ona yardımcı olacaklarını bildirmektedir.
Yüce Allah hayatı boyu peygamberine yardım etmiş, onu kutlu görevinde başarılı kılmıştır. Çağımızda müminlerin Hz. Peygamberin tebliğ ettiği dini yaşayarak ona yardımcı olmaları temel görevleridir. Bu takdirde Allah müminlere her alanda yardımcı olacak ve onları başarılı kılacaktır. Ona tavır almak, tebliğ ettiği dinin ilkelerini hayatına yansıtmamak büyük günahtır, tövbeyi gerektirir.
Bu ayet bize aynı zamanda kusur işleyen, hata yapan, görev ve sorumluluğunu yerine getirmeyen eşlerin özür dilemeleri gerektiğini de ifade eder. Böyle yapılabilirse yuvanın sarsılması ve huzursuzluk önlenebilir. Hatadan dönebilmek, özür dileyebilmek ve hatasına tövbe edebilmek bir meziyettir, Allah’a itaattir ve sevap bir davranıştır.
Beşinci ayette; "(Ey Müminlerin hanımları!) Eğer Peygamber sizi boşayacak olursa Rabbi ona, sizin yerinize sizden daha iyi olan, Allah’a teslimiyet gösteren, yürekten inanan, içtenlikle itaat eden, tövbe eden, kulluk eden, dünyada yolcu gibi yaşayan, dul ve bakire eşler verebilir" buyrulmaktadır.
Peygamberimiz eşlerinden hiçbirini boşamamıştır. Çünkü boşama son çaredir, başka bir ifade ile yuvayı devam ettirememek çaresizliktir. Yuvalar hayatın sonuna kadar devam etmek üzere kurulur. İslâm çaresizlik f durumunda evlilik akdinin sona erdirilmesini helâl saymıştır. Ancak Peygamberimizin beyanı ile "Helâllerin Allah’a en sevimsiz olanı evliliğin sona erdirilme- sidir/boşanmadır." (Ebû Dâvûd, Talak, 3)
Beşinci ayette Allah’ın övdüğü eşlerin 6 özelliği sayılmıştır: Allah ve peygamberin emrine teslim olmak, Allah ve peygamberin emir ve yasaklarını tasdik etmek, Allah ve peygambere itaat etmek, hatalara özür dilemek, Allah’a ibadet etmek ve oruç tutmak.
Sonuç olarak; Tahrîm suresinin ilk beş ayeti önemli ilkeler içermektedir. Hz. Peygamber Allah’ın helâl kıldığını kendisine haram kıldığı için, hanımları Peygambere saygıda kusur ettikleri, verilen sırrı saklamadıkları için ikaz edilmiştir. Diğer ilkeleri şöyle maddeleştirebiliriz:
1. Allah’ın helâl kıldığı şeyler, hiçbir gerekçe ile haram kılınamaz.
2. Hayır ve iyi işleri yapmamak için yapılan yeminler bozulmalı ve kefaret ödenmelidir.
3. Verilen sırlar korunmalı, kimseye ifşa edilmemelidir.
4. Eşlerde aşırı kıskançlık, aileyi olumsuz yönde etkiler.
5. Eşler arasında bir kısım problemler olabilir. Bu problemler büyütülmeden çözülmeli, olumsuz söz ve davranışlara karşı şiddet uygulanmamalı, hatalı tutum ve davranışlardan dolayı özür dilenmeli ve Allah’a tövbe edilmelidir.
6. Eşler her konuda anlayışlı ve saygılı olmalı, mecbur kalınmadıkça evliliğe son verilmemelidir.
7. Mümin-Müslüman, Allah’a ibadet eden ve itaat eden, saygılı olan ve yaptığı hatadan özür dileyebilen insanlar ancak iyi eş olabilirler.
8. Hz. Peygamber, Kur’an dışı vahiy almış, bu vasıta ile Allah kendisine birtakım gerçekleri bildirmiştir.
9. Allah, müminlerin mevlâsı, dostu ve yardımcısıdır. O, çok merhametli, çok bağışlayan, her şeyi bilen, her işinde hikmet bulunan ve her şeyden haberdar olandır.
10. Müminler peygambere ve onun tebliğ ettiği dine sahip çıkmalı ve yardımcı olmalıdırlar.