Makale

Şefkat ve Merhamet Peygamberi

Prof. Dr. H. Kâmil Yılmaz
Marmara Üniv. İlahiyat Fak.

Şefkat ve Merhamet
Peygamberi

Kur’an’da 114 yerde tekrarlanan besmelede Allah’ın sürekli vurgu yapılan iki ismi vardır: Rahman ve Rahim. Varlık var düşütü L nu Rahman’ın eseri olan rahmet ve merhamete borçlu olduğu gibi, devamını da O’nun şefkatine borçludur. Kâinatın düzeni sevgiye dayanır. Sevginin temeli de şefkat ve merhamettir. Merhamet olmayan yerde sevgi, sevgi olmayan yerde şefkatten bahsedilemez. Bunlar birbirini bütünleyen şeylerdir. Bu yüzden Kur’an Yüce Peygamberimiz’i Rahman ve Rahim mazharı, rahmet ve şefkat peygamberi olarak takdim etmektedir. Nitekim ayetlerde şöyle buyurulur: "Habibim, biz seni âlemlere ancak rahmet olmak üzere gönderdik." (Enbiya, 107); "Size içinizden öyle bir peygamber geldi ki, hüsranınıza üzülür, saadetinizi ister; yüreği şefkat (raûf) ve merhametle (rahîm) çarpar!" (Tevbe, 128)
O şanlı nebî, âlemşümul rahmetin biricik temsilcisi olduğundan sadece bir bölgenin, bir yörenin, bir iklimin ve bir ırkın değil, topyekün insanlığın şefkat ve merhamet ocağıdır. Onun her şeye şâmil olan merhameti, âlemşümul rahmeti ve İnsanî şefkati en çok beşerî münasebetlerde ortaya çıkmakla birlikte cemâdâttan nebâtâta; yani cansız varlıklardan bitkilere ve hayvanlara varıncaya kadar bütün varlıkları kapsamaktadır. Onun İnsanî ilişkilerini incelediğimiz zaman şefkat ve merhametin en şâ- hika örneklerini görürüz. Çünkü o lânetçi değil, rahmet peygamberiydi. (Müslim, Fedâil, 126; Tirmizî, Deavât, 118)
Rahmet peygamberinin bu temel özelliğini Kur’an şu lâfızlarla takdim etmektedir: "Allah’ın rahmeti sayesinde ey Muhammedi Sen insanlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli olsaydın, şüphesiz insanlar etrafından dağılır giderlerdi. Onları bağışla, onlar için mağfiret dile, iş konusunda onlarla istişâre et. Bir kere karar verdin mi Allah’a tevekkül et! Allah kendisine dayanıp güvenenleri sever." (Âl-i Imrân, 159)
Bu ayette Allah Rasûlü’nün İnsanî ilişkilerinin zemininin rahmet ve şefkat olduğu belirtilmektedir. İnsanların yanlışlık ve taşkınlıklarına hoşgörü ile mukabele etmesi ve onlar için Allah’tan mağfiret dilemesi öngörülmektedir. Ayrıca yapılacak işlerde insanların görüşlerine başvurması tavsiye edilmekte, ancak karar aşamasına gelmiş işlerde ise, kararsızlık göstermeden Allah’a dayanarak işin sonuçlandırılması emredilmektedir.
Ayet ve hadislerin ışığında yapılan Islâm tariflerinde merhamet ve şefkat, özel bir biçimde yerini almıştır: "İslam, Allah’ın emrini tazim; yani O’na kul olmak, O’nun yaratıklarına şefkat ve merhamet" olarak tanımlanmıştır.
İslam’ın özünde bulunan Muhammedî şefkat ve merhamet umumîdir. Yaratılan her varlığı, Hakk’ın kudret tecellisine mazhar her şeyi kuşatmaktadır. Çünkü Allah, peygamberinin bu duyarlılıkta olmasını istemiştir. İnsanların bir dağ ve kaya parçası gibi gördüğü Uhud Dağı için söyledik-leri bu mânâda çok çarpıcıdır: "Biz Uhud’u severiz, Uhud da bizi sever." (Buhârî, Cihâd, 71; Müslim, Hac, 504) Cansız gördüğümüz bir dağın canlı gibi sevgi duygusunu anlayacak ve pozitif enerjisini kavrayacak, ancak Allah Rasû- lü’nün gönlü gibi yüce bir gönül olabilirdi.
Sevgili Peygamberimiz’in bütün varlıklara şâmil şefkat ve merhametinin bitkileri, ağaçları ve çiçekleri de kuşattığını görüyoruz. Nitekim o şöyle buyurur: "Kim bir sidre ağacını keserse, Allah onun başını cehenneme uzatır." (Ebû Dâvûd, Edeb, 158-159/5239) Onun anlayışında korunmaya muhtaç ve hayatın devamı için lüzumlu olan her şey şefkat ve merhametle korunmalıydı. Bu yüzden hayvanlarına eziyet eden insanları insaf ve şefkate davet ederdi. Nitekim Allah Rasûlü bir gün ensar- dan birinin bahçesine vardı. Orada bulunan deve inledi ve gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Allah Rasûlü hayvanın yanına gidip başını okşadı, devenin ağlaması durdu. Sonra Rasûlullah bahçe sahibini arayıp buldu ve adama buyurdu ki: "Şu hayvanı sana veren Allah’tan korkmuyor musun? ..." dedi. (Bkz. Ebû Dâvûd, Cihâd, 44/2549)
Bir başka seferinde keseceği hayvanın gözü önünde bıçağını bileyen sahabiye: "Sen bu hayvanı kaç defa öldüreceksin?" (Hâkim, Müstedrek, IV, 257, 260/7570) diye Çl- kışmıştı. Mekke’nin fethi için Medine’den kalkan on bin kişilik ordusuyla Mekke yakınına gelen Allah Rasûlü’nün, yeni yavrulamış bir köpeği askerler tarafından ezilmesin diye, başına nöbetçi dikerek koruma altına almış olması (Bkz. vâkıdî, ıı, 804), Efendimiz’in yaratılanlara şefkatini gösteren çok önemli bir hadisedir.
Efendimiz’in şefkat ve merhameti bütün varlıklar için olduğu gibi, insanlık âlemi için de cihan- şümûl bir vasfa sahipti. O, bir gün buyurdu ki: "Nefsim kudret elinde bulunan Allah’a yemin ederim ki, birbirinize merhamet etmediğiniz müddetçe cennete giremezsiniz." Sahabiler dedi ki: "Ya Rasûlallâh! Hepimiz merhametliyiz." Allah Rasûlü şöyle buyurdu: "Benim kastettiğim merhamet, sizin anladığınız şekilde yalnızca birbirinize olan merhametiniz değil, bilâkis bütün yaratılanlara şâmil olan merhamettir." (Hâkim, Müstedrek, IV, 185/7310) işte bu nebevî özellik gönül dünyamızı aydınlatan tasavvuf muhitlerine Yunus diliyle şöyle yansımıştır:
Elif okuduk ötürü/Pazar eyledik götürü
Yaradılanı severiz/Yaradandan ötürü
Sadece kendi nefsî istek ve taleplerinin farkında olup onları putlaştıran kişi ve kimseler bu âlemi imara değil, belki vîran etmeye âmâde insanlardır. Oysa insanoğlu bu âleme önce kendi gönlünü imar etmeye, ardından gönüller imarına gelmiştir. Gönlünde şefkat ve merhamet bulunmayan kimsenin başka gönülleri imar etmesi mümkün değildir. Uyuyan, uyuyanı nasıl uyandırabilir ki? Uyandırmak derdinde olan insanın önce kendisi uyanmalıdır. Allah Rasûlü bu mânâda engin gönlüyle ve diri kalbiyle ashâbını ilmek ilmek, motif motif işlemiş, onları merhamet ve şefkat önderi, sevgi eri sevdalı insanlar hâline getirmiştir.
Muhammedi şefkat ve merhamette şikâyete ve dertlenmeye yer yoktur; çünkü şikâyet; acz ve enâniyet ürünüdür. Her şeyin kader plânında cereyan ettiğini bilen insan kimi kime şikâyet edebilir? Şefkatte hüzün vardır, gözyaşı vardır ama asla şikâyet ve dertlenme yoktur. Kendini eksik ve kusurlu görmesini bilen, başkasına kusur izafe etmekte acele etmez. Lütfa açık, ıstırap ve çileye kapalı bir gönül, hüznün erdirici hazzını asla tadamaz. Hüzündeki hazzı tadamayınca da mahzun gönüllerle bir şey paylaşamaz.
Muhammedi şefkat ve merhamet insana âlemdeki tecellîleri cemal ve celal boyutuyla kavrayıp kuşatmayı ve bunun sonucunda Allah’tan gelen acılardan burukluk duymamayı bahşeder. Nitekim bir sufî şâir bu gerçeği ne güzel ifâde eder:
Hoştur bana Senden gelen/ Ya gonca gül, yahud diken Ya hil’at ü yahud kefen/Lut- fun da hoş kahrın da hoş
İslâmî anlayış, Muhammedî rahmet ve şefkat ikliminde insanları sevmeyi, sevgi denizinde buluşmayı öğütlemektedir. Bugün Müslümanlarda ve Islâm âleminde bundan farklı bir görüntü varsa, bunun kusuru ya İslâm’ı tam olarak anlamamış olan Müslümanlardadır, ya da Müslümanlığın gücünden korkarak, Müslümanların ve Müslümanlığın güzel yüzünü sıvayıp onu uzlaşmasız, terörist göstermeye çalışanlardadır. Biz her zaman şu iki gerçeği birbirinden ayırmalıyız: "Müslümanlık başka, Müslümanlar başkadır." Müslümanlarda görülen pek çok hata ve kusuru hemen İslâm’a hamletmek, insaf ölçüleriyle bağdaşmaz. Üstelik önümüzde şefkat ve rahmet nebisi ve onun örnek hayatı varken.