Makale

Editörden...

Editörden...

Yüksel Salman

İslâm’ın sevgi, hoşgörü ve rahmet iklimi her dönem kendi güzelliği içerisinde meyvelerini vermiş ve bu iklimin yetiştirdiği rahmet temsilcileri sadece yaşadıkları zaman diliminde değil, yüzyıllar sonrasında da insanlık için bir meş’ale ve mutluluk kaynağı olmuşlardır. İşte bu medeniyetin mümessillerinden biri de 13. Y.Y.’da yaşamış olan Mevlânâ’dır.

Geçmişten günümüze hemen herkes tarafından kabul edilen evrensel bir değer olan Mevlânâ’nın fikirleri ve felsefesi, dünya genelinde pek çok kişi tarafından kabul görmektedir. Kimilerine göre şair, kimilerine göre büyük mutasavvıf, büyük hümanist ve kimilerine göre filozof… Herkes kendi zaviyesinden görüyor Mevlânâ’yı. Ancak o, bütün bunları kapsayan, değerlerinin kaynağında Kur’an ve sünnet olan, rahmet ikliminin bütün verilerini yansıtan bir İslâm mütefekkiri ve gönül eridir. O, asırlar geçmiş olmasına rağmen hâlâ gönüllerde fikirleriyle, sevgisiyle yaşamakta, insanlık adına güzel cümleler kurulmaya çalışıldığı her an o akla gelmekte ve ondan iktibaslar yapılmaktadır.

O, hayatın merkezine, madde ve mana bütünlüğü içerisinde varlığın en üstünü olarak gördüğü insanı koymuş, gönül merkezli bir fikir sistemi geliştirmiştir. Her cümlesinden aşk ve muhabbetten katreler dökülmüştür.

O, insanların anlayacağı en etkili dil olan gönül dilini, tebliğ dili olarak seçmiş, bunu fiiliyatta da göstererek, bütün gayretini insanları Yüce Allah’ın yoluna ve insanî erdemlere davete hasretmiştir. Mevlânâ, davetini bütün insanlığa yapmıştır. Çünkü ona göre insanın temel hedefi, hakikate ulaşarak sonsuz mutluluğa ulaşmaktır.

Mevlânâ’nın açtığı sevgi ve hoşgörü havzası, günümüz insanının da en çok ihtiyaç duyduğu erdemler değil midir? Özellikle şiddet ve terörün bitmediği, kan ve göz yaşının dinmediği dünyamızda buna ne kadar çok ihtiyaç var. Bugün insanlığın asıl probleminin sevgisizlik olduğu da düşünülecek olursa, UNESCO’nun 2007 yılını Mevlânâ’yı anma yılı olarak kabul etmesi daha özel bir anlam kazanmaktadır.

İşte bu duygu ve düşüncelerden yola çıkarak hazırladığımız Mevlânâ gündemiyle, siz kıymetli okuyucularımızla sevgi, hoşgörü ve rahmet ikliminde buluşmak istedik.

Doç. Dr. Fikret Karaman, “Mevlânâ’nın Tebliği, İrşad ve İletişim Dili” başlıklı yazısında, Mevlânâ’nın bir tebliğci olarak kullandığı iletişim dili ve özelliklerine vurgu yapmaktadır. Dr. Sâfi Arpaguş, “Din Hizmetinde Mevlânâ Yaklaşımı: Gönül Dili” başlığıyla kaleme aldığı yazısında, din hizmetlerinde oldukça başarılı bir rehber olan Mevlânâ’nın tebliğ metodunda, “Gönül Dili” üzerinde durmaktadır. Doç. Dr. Halil Altuntaş, günümüzde yapılan Mevlânâ tanımlamalarındaki parçacı yaklaşımın doğurduğu yanlışlıklara, “Mevlânâ’yı Tanımlamak” başlıklı yazısıyla dikkati çekerken; Dr. İhsan Kara da, “Mevlânâ’nın Bakış Açısıyla Hayat ve İnsan” başlıklı yazısında, Mevlânâ’nın insan ve hayat anlayışı üzerinde durmaktadır. Şükrü Özbuğday, “Mevlânâ’ya Göre Hayatın Anlamı” başlıklı makalesiyle, Mevlânâ’ya göre hayatın anlamını kavrayabilmek için hakkın ve hakikatin kavranılması gerektiğine vurgu yapmakta; Dr. Ömer Yılmaz ise Mevlânâ’yı magazin ve popüler kültürün bir unsuru hâline getirmenin sakıncalarını, “Mevlânâ ve Magazinleştirilmesi Problemi” başlıklı yazısıyla ele almaktadır. Prof. Dr. Ramazan Altuntaş’ın, Mevlânâ’nın etkisiyle gerçekleşen bir ihtida öyküsünü ele aldığı, “Eva’dan Havva’ya” adlı yazıyı da ilgiyle okuyacağınızı düşünüyoruz.

Erdemlerin kaynağı olan sevginin, gönüllerinizden hiç eksik olmamasını ve bir sonraki sayımızda yeniden buluşmayı diliyoruz.