Makale

Yaralara Merhem Olmak

Yaralara merhem olmak
Gülay Sormageç

Öğrencilerim teneffüse çıkmıştı. Ben de sınıftan odama geçtim, bilgisayardan müzik dinliyordum. Hem dinliyor hem de dinleniyordum. Bir taraftan derse girdiğimde neler yapmam gerektiğini bir kez daha gözden geçiriyordum. Öyle dalmışım ki kapı zilinin çalmasıyla irkildim. Odamdan kapıya bakmak için çıktım ve kapıda genç bir çift ile karşılaştım:

- Hoş geldiniz, buyurun.
İkisi de biraz tedirgindi. Yüzlerine yayılan hoş bir tebessümle aynı anda:
- Hoş bulduk. Hoca hanım siz misiniz?
- Evet benim, size nasıl yardımcı olabilirim?
Hanımefendi ve eşi:
- Biz müftülükten geliyoruz. Müftü efendi size yönlendirdi dediler.
- Lütfen içeri buyurun.
Misafirleri odama aldım.
Ben kendimi tanıttım misafirlerim de kendilerini tanıttılar.
- Hocam biz bazı problemlerimizi sizinle paylaşmak istiyoruz. Bizi dinler misiniz?
- Elbette dinlerim. Bundan hoşnut olurum. Çünkü biz sizin için varız.
Önce hanımefendi:
- Hocam ben lise mezunuyum 6 yıllık evliyiz. Şimdiye kadar kendi içimde ikilemler yaşadım. Dinimi nasıl yaşamam gerektiğine dair zaman zaman kendimi sorguluyorum. Dinimi sevmem hayatıma ne katıyor? Namazımı kılmalıyım diyorum, bazen devam ediyorum bazen bırakıyorum. Bu durum da beni rahatsız ediyor. Bir arayış içindeyim.

Apartmanda komşularım Kur’an okumak ve dinî sohbet için toplanıyorlarmış beni de çağırdılar, ben de belki sorularıma cevap bulabilirim diye katıldım. Sorularıma cevap bulamadığım gibi kendimle ciddi çelişkiye düştüm. Çok günahkâr olduğumu düşünmeye başladım. Eşimi de bu konuda rahatsız ediyorum ona da sıkıntı veriyorum. Çıkış yolu arıyoruz ne yapalım?

- Hanımefendi, insanlar günah işler. Bu yüzden Mevla’nın bize tövbe kapısı diye bir kapı açtığını biliyoruz değil mi?
- Evet biliyorum da şimdiye kadar yapamadığım, yerine getiremediğim sorumluluklarım ne olacak diye düşünüyorum.
- Biliyor musunuz; insanlar Allah Rasulü efendimize de gelmişler, sıkıntılarını dile getirmişler onunla paylaşmışlar. Hz. Peygamber onlara hiçbir zaman her şeyin sonunun geldiğini söylememiş. Hep umudu, müjde ve samimiyeti görüyoruz onda. Zaten bir hadisinde de şöyle buyurur:

‘Korkutmayınız, müjdeleyiniz. Nefret ettirmeyiniz sevdiriniz.’
Bizim çıkış noktamız bu olmalı. Sevgi, umut, barış, müjde. Sizler bizim için önemlisiniz ve bizim için değerlisiniz.
- Hoca hanım yüreğime su serptin. Sevgi, umut, barış, müjde... Hımm!.. diyerek gülerek başını salladı.
- Üstelik kardeşliği ‘din kardeşliğini’ öğütleyen bir dinin mensubuyuz. Din insanın mutluluğu için vardır. İç huzuru için vardır. Ahlaki erdemler için vardır. Bu çerçevede inşallah kafanızdaki sorular zaman içinde cevabını bulacaktır dedi.
Sonra beyefendi konuştu:
- Hocam aylardır eşim doğru dürüst uyumuyor. Kitap okuyor. Yemeğimizi yiyoruz hemen kitabını eline alıyor âdeta normal hayattan kopuk yaşıyor. Bu durumu beni rahatsız ediyor. Açıkça söylemem gerekirse size gelirken de hiç umutlu değildim. Ama artık umutluyum.
Size çok teşekkür ediyorum. Sizinle tekrar görüşebilir miyiz?
- Tabii ki, zaten Hanımefendiyi yarın tekrar bekliyorum. Görüşmek dileğiyle...

Ertesi günü aynı saatte hanımefendi geldi. Canlı ve umut yüklüydü. Kendisine okuması için bir kitap hediye ettim. Böylece zamanla güçlü bir güven oluştu aramızda. O gün bugün hep birbirlerimizi arıyor, soruyoruz. Hanımefendi Kur’an okumayı da istedi ve öğrendi. Üstelik bir de kızları oldu. Geçen üç yıl böylece kazançlı ve anlamlı bir üç yıl oldu.

Sanırım sevmekle başlıyor her şey; çiçeği, böceği, toprağı, hayatı sevmek, insanı sevmek, hizmeti sevmek. Beklentisiz yüreğini açabilmek. İnanmanın ve umudun azatlığında kelamın yolcusu olabilmek.
Bizim için hizmet aşk değil midir?