Makale

Yaşlılık Üzerine

Yaşlılık üzerine
Yunus Akkaya
DİB Yönetimi Geliştirme Şubesi Müdürü

İnsan hayatının dünyadaki kısmının sona doğru yaklaştığının göstergesidir yaşlılık. Bu yönüyle yaşlılık her insanın yaşam sürecinin son ve kaçınılmaz bir dönemidir. Bu dönem, coğrafi yapı, kalıtsal özellikler, psikososyal ve sosyo-ekonomik şartlar, yaşama biçimi, geçirilen hastalıklar ve insanın bu dönemi algılama biçimine göre değişiklik arz eder. Bu dönemde insanın bedenen kuvvetten düşmesi, eski güç-kuvvet ve güzelliğini kaybetmesi, bazı hastalıkların yavaş yavaş kapıyı çalması, görürken görmez olmak, yürürken yürüyemez olmak, akli melekelerini yeterince kullanamamak gibi fiziksel ve zihinsel anlamda bir gerilemenin yaşanması insanı tedirgin eder, dahası mutsuz eder. Çünkü insan sahip olduğu değerleri kaybetmek istemez.

Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim insanın doğumla başlayan hayat serüveninde fiziki yapısındaki iniş-çıkışı ve yaşlılık döneminde karşılaşacağı güçsüzlük halini şöyle ortaya koyar: “Sizi güçsüz yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından kuvvet veren ve sonra kuvvetin ardından güçsüzlük ve ihtiyarlık veren Allah’tır. O dilediğini yapar.” (Rum, 54) Bir başka ayette ise yaşlılığın insan ömrünün en zor dönemi olduğu vurgusu yer almaktadır: “Sizi Allah yarattı; sonra sizi vefat ettirecektir. Daha önce bilgili iken hiçbir şeyi bilmez hale gelsin diye sizden bazı kimseler ömrün en güç çağına kadar yaşatılacaktır.” (Nahl, 70)

İnsanın bu dönemde fiziksel anlamda yaşadığı sıkıntılar ister istemez onun psikolojisine de olumsuz olarak yansımaktadır. Ara sıra kendi kendine konuşma, unutkanlık, geçmişe odaklanma, şimdiki nesli beğenmeme ve eleştirme, anlattıklarını yineleme gibi davranışlarıyla çevresindeki insanlarla, hatta en yakın akrabalarıyla bile iletişimde problemler yaşar hale gelir. Artık kimsenin kendisini sevmediği, anlamadığı, düşündüklerine değer vermediği, kendisinin bulunduğu yerde bir fazlalık gibi görüldüğü zehabına iyiden iyiye kendini kaptırır. Elbette bu ruh haline kapılmasında çevresindeki insanların etkisi de büyüktür. Bu tür durumlarda genellikle her iki tarafında sergilediği yanlış davranışlar vardır. Bu bakımdan yaşlılık psikolojisi çoğu kez kişinin yanlış adımlar atmasına ve kendisini mutsuz hissetmesine sebebiyet vermekle birlikte yaşlıların psikolojisini anlamayan insanların (yakın akrabaları olsa bile) onların davranışlarına verdiği tepkiler de önemli ölçüde yaşlılara zarar vermektedir.

Kültürel değerlerin büyük ölçüde yitirildiği günümüz toplumlarında yaşlılar, ailede bir fazlalık gibi algılanmaya başlanmıştır. Bu anlayış son zamanlarda Türk aile yapısı için de söz konusu olmaya başlamıştır ve yaşlıları son derece olumsuz olarak etkilemektedir. Oysa ömürlerinin büyük bir kısmını ailesine, toplumuna ve ülkesine hizmetle geçirmiş bu insanların, yaşlandıkları ve bakıma muhtaç oldukları dönemde ömürlerinin sonuna kadar insan onuruna yakışır bir şekilde ilgiyle, sevgiyle kuşatılmaları ve bütün ihtiyaçlarının yüksünmeden karşılanması en doğal haklarıdır.

Hz. Mevlana: “Gençlerin aynada göremediklerini, yaşlılar bir tuğla parçasında okurlar” der. Yaşlılar yılların birikimi ve deneyimine sahiptir. Bu, ücretle satın alınabilecek bir şey değildir. Bir toplum için bu deneyim ve birikimin heba edilmesi düşünülemez. Asırlarca Türk aile yapısı içinde yaşlılar sözü dinlenilen, tecrübelerinden istifade edilen, geçmişi geleceğe bağlayan, gelenek, görenek ve kültürü genç nesillere aktaran saygın birer büyük olarak baştacı edilmişler, ailenin bereketi sayılmışlardır. Aile ile ilgili önemli kararlar hep onlarla istişare edilerek alınmıştır. Pek çoğumuz küçükken ninelerimizin söylediği ninnileri hâlâ hatırlarız. Dedelerimizin bizi şefkatle bağrına bastığını, yürümeye başladığımızda ise bizi parka, bahçeye oyun oynamaya veya camiye götürdüğünü hiç unutmayız. Bu durum onların aile ve toplumla bağlarını güçlendirmiş, ayrıca yaşlanma döneminde genel olarak yaşlılarda meydana gelen kendini yalnız hissetme kaygısına da engel olmuştur.

Sonbahar mevsiminde ağaçların yapraklarını dökmesi gibi yaşlılar bu dönemde yaşadıkları hastalık, sıkıntı, elem ve kederlerle günahlarından arınırlar. Müslüman yaşlı bir insan artık ömrün son demlerini yaşadığının bilinci içinde daha çok ibadete ve duaya yönelir, hayır hasenat yapmaya çalışır, kimsenin kötülüğünü istemez, herkese iyi muamele etmeye çalışır. Ağırbaşlı ve olgun kişiliği ile toplum içinde saygın bir yer edinir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de bir sahabinin “hangi insan daha hayırlıdır?” sorusuna “ömrü uzun, ameli güzel olan” şeklinde cevaplandırmış, “hangi insan daha kötüdür?” sorusuna da “ömrü uzun, ameli kötü olandır.” (Tirmizî, Zühd, 22) cevabını vererek yaşlılık döneminde güzel amallere yönelmenin önemini vurgulamıştır.

Anadolumuzda güzel hasletlere sahip dedeler nineler -sayıları azalsa da- halen mevcuttur. Hele onların birbirleriyle olan münasebetleri yok mu? İnsanı imrendirir. Birinin başı ağrısa veya ayağına bir diken batsa bunun acısını diğeri yüreğinde hisseder. Birbirlerine olan sevgi ve şefkatlerini bugünün yeni evlenen çiftlerinde bulmak güçtür. Yaşlılık dönemi onlar için ayrı bir güzellik taşımaktadır. Bunu yüzlerindeki nurdan ve tebessümden anlarsınız.

Bu anlattıklarımla şu noktaya varmak istiyorum. Her dönemin kendine has olumlu ya da olumsuz özellikleri vardır. Yaşlılık döneminin sıkıntıları biraz fazla olmakla birlikte istenirse bu dönem de huzur ve mutluluk içinde geçirilebilir. Bu dönemin en büyük handikapı yalnızlık hissidir. Oysa gerçek yalnızlık kişinin yaratıcısından uzak kalmasıdır. Bu dönemi bizi yaratan yüce Rabbimizle gönülden güçlü bir iletişim kurarak gerçek mutluluğu yudum yudum içerek yaşamak mümkündür. Ayet-i kerimede “Onlar, inananlar ve kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşanlardır. Biliniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d, 28) buyrularak bu gerçeğe dikkat çekilmektedir.

Şunu da belirtmeliyiz ki, yaşlılık dönemi özel bir dönemdir. Bu dönemde yaşlılara daha bir özenle yaklaşılmalı, sevgi ve saygıda kusur edilmemeli, maddi ve manevi ihtiyaçları karşılanmalıdır. Sevgili Peygamberimiz’in biz Müslümanlara tavsiyesi de budur: “Küçüklerimize merhamet, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” (Tirmizi, Birr, 15) O yüce peygamber hayatı boyunca yaşlılara hep şefkatle muamele etmiş, karşılaştığında hal ve hatırlarını sormuş, zaman zaman gönül alıcı şakalar yapmış, onları üzmemiş ve ümmetinin de üzmesini istememiştir. Nitekim Mekke’nin fethedildiği gün Hz. Ebu Bekir yaşlı ve âmâ olan babasının elinden tutmuş Allah Rasulü’nün huzuruna getirmişti. Hz. Peygamber (s.a.s.): “Neden yaşlı adamı evinde bırakmadın? Ben ona gelirdim.” buyurmuştur. Onun eğitiminden geçen ashab-ı kiram da aynı ahlaki özellikleri göstermiş ve yaşlılara karşı daima nazik davranmış, iyilik ve fazileti yaşlılara hizmette görmüşlerdir. Hz. Ömer’den şöyle bir olay rivayet edilir: “Medine’nin kenar mahallelerinden birinde bir yaşlı kadın vardı. Her sabah onun ihtiyaçlarını görmek üzere yanına giderdim fakat her gittiğimde birisinin benden evvel gelerek yaşlı kadının ihtiyacını karşıladığına şahit olurdum. Merak ettim ve bir gün erkenden gelerek oraya gizlendim. Bir de ne göreyim, sabahın erken vaktinde gelip yaşlı kadının ihtiyacını gören Hz. Ebu Bekir idi.”

Her şeyi maddileştiren ve artık hayata sadece maddi bir pencereden bakma gibi bir yanılgı içinde olan günümüz insanı daha fazla mutlu olayım derken kendi dünyevi ve uhrevi mutluluğuna zarar verir hale gelmiştir. Mutluluk bireyselleşmekte, bencilleşmekte değil; sevmekte, paylaşmakta, bütünleşmekte ve kaynaşmaktadır. Yaşlıların evden, aileden toplumdan dışlanması, bu güç dönemlerinde kalplerinde derin yaralar açmakta ve hayatın zorluklarına karşı onları savunmasız bırakmaktadır. Bu nedenledir ki, başta ailesi ve yakın akrabaları olmak üzere yaşlıların bütün toplum tarafından sahiplenilmesi, kucaklanması hem onları hem de toplumu mutlu edecektir.