Makale

Öğrencinin din eğitimine gönüllü katılımı

Öğrencinin din eğitimine gönüllü katılımı
Prof. Dr. M. Şevki Aydın
Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı
msaydin@diyanet.gov.tr


Din eğitimi, gücünü dış unsurlardan değil, bizzat kendi mahiyetinden ve niteliklerinden almalıdır. Böylesi bir güce sahip olma düzeyi yükseldikçe din eğitiminin çekicilik niteliği artacaktır. Kendi mahiyeti ve nitelikleriyle çekici hâle gelmeyi gerçekleştirdiği oranda din eğitimi etkin ve verimli olacak; talep edilir konuma gelecektir. Öğreneni/öğrenciyi güdüleyici dış unsurlar, ilk etapta harekete geçirici rol oynayabilirler; ama öğrenenin ilgisini sürekli çekme imkanı sağlayamazlar. Din eğitimi etkinliğinin bizzat kendi çekiciliği ise, öğrenenin ilgisini sürekli canlı tutacak güce sahiptir.

Kuşkusuz, din eğitiminin çekiciliğinden söz ederken onun, muhatapları / öğrenenler / öğrenciler için çekici olmasını kastediyoruz. Öğrenenin yaşı, statüsü, kültürel düzeyi, din eğitiminin yapıldığı mekân, şartlar, din eğitimini yürüten kişi vs. ne olursa olsun bu ilke her halükârda geçerlidir, gözetilmelidir. Din eğitimi yapmaya çalışan anne babadan tutun, fakültedeki öğretim elemanına kadar herkesin bu ilkenin hakkını vermeye çalışması kaçınılmazdır. Çünkü, bu yapılmadığı takdirde, öğrenme-öğretme sürecinin hiçbir basamağında başarılı olunamaz; dolayısıyla din eğitimiyle gerçekleştirilmesi beklenen amaçlara ulaşmak şöyle dursun, tam aksi sonuçlara yol açılabilir.
Ancak isteyen öğrenebilir

Öğrenenin, yürütülen din eğitimiyle ilgilenir konuma ge(tiri)lmesiyle, öğrenmenin oluşabilmesi için gerekli olan ilk şart yerine getirilmiş olur. O da, öğrenme-öğretme sürecinin, öğrenenin gönülden isteyerek katıldığı bir etkinliğe dönüştürülmesidir. Öğrenende öğrenme arzusunun tetiklenmesidir. Bu, eğitimde ilk şarttır; çünkü o olmadan eğitim sürecinde adım atmak mümkün değildir. Şöyle ki, öğrenme işini yapacak olan öğrencidir. Onun adına öğretmen veya bir başkası bunu yapamaz. Öyleyse öğrenenin, öğrenme eyleminin öznesi konumuna ge(tiri)lmesi olmazsa olmaz şarttır. Eğitim sürecine öğrenenin aktif katılımını sağlamanın yolu ise, onda öğrenme arzusunu uyandırmaktan geçer. Sadece isteyen öğrenci öğrenebilir. Öğrenmek istemeyen birinin bir şey öğrenmesi mümkün değildir. Bu eğitsel gerçeklik, din öğreticisinin, öğrencide öğrenme arzusunun oluş(turul)masını kılavuzlamakla işe başlamasını kaçınılmaz kılmaktadır. Öğretici önce bunu başarmalıdır ki, din öğretiminin diğer basamaklarında da başarıyı yakalayabilsin.

Öğrenme arzusu, merakı tetiklenmemiş bir bireye/öğrenciye bir şeyler öğretmeye kalkışmak, gerçekte öğretimi onun için işkenceye dönüştürmek olacaktır. Çünkü, istemediği bir işi illa da yapmasını ondan isteme durumu ortaya çıkacaktır. Kendisi istemediği halde bir işi yapar konuma ge(tiri)lmesi ise, ister istemez onu şöyle veya böyle zorlamayı içerecektir. Dozu ne olursa olsun zorlama, şu veya bu ölçüde şiddet içeren bir davranıştır/tutumdur. Bu yüzden zorlama, bireyin öğrenme eyleminden nefret etmesine, tiksinmesine neden olabileceği gibi, onun kişiliğini tahrip edici, ahlakî gelişimini engelleyici rol da oynayacaktır.

Esasen, bireyi istemediği bir öğrenmeyi gerçekleştirmeye mecbur etmek, onu zorlamak, onu işkenceye tabi tutmak anlamına gelmektedir, denebilir. Dolayısıyla gönülden katılma arzusuna sahip (kılınmış) olmayan birine bir şeyler öğretmeye çabalamak, düpedüz bir insan hakkı ihlali olarak görülebilir.

Öğrenmeyi arzu etmeyen kişiyi istekli hâle getirmek, onu öğrenmeye güdülemek, bunun için önlemler almak, öğreticinin mutlaka ifa etmesi gereken önemli ve öncelikli bir görevidir. Bunun nasıl gerçekleştirileceğinin yollarını, yöntem ve tekniklerini öğrenmesi gerekmektedir. Özellikle öğrenme teorilerini ele alan bilimsel çalışmalardan bu bağlamda yararlanmak mümkündür. Burada birkaç temel noktaya işaret etmekle yetineceğiz.
Din eğitimi işe yaradığı oranda çekici olabilir

İnsanoğlu, ihtiyaçları sağlıklı biçimde karşılandığı oranda mutlu olma imkânını elde edeceğinden dolayı, ihtiyaçlarına çok düşkündür, onların karşılanmasını fazla önemser. Bu nedenle o, ihtiyaç duyduğu kişi ve şeylerle isteyerek ve özellikle ilgilenir. Hayatta işine yaramayan, ihtiyaçlarını karşılamayan, sorunlarının çözümünde elinden tutmayanları ise asla önemsemez, onlarla ilgilenmez. İşine yaramayan hiçbir şeye insan ilgi duymaz. Bu yüzden, insanların gözünde değerli olmak, onların ilgisini çekmek isteyen din eğitimi, ki mutlaka bunu ister, onların hayatında işe yarar olduğunu kendilerine hissettirmek/fark ettirmek zorundadır. Öğrenenin, din eğitimi adı altında yapılacak her şeyin kendisi için önemli olduğuna, ihtiyaç(lar)ını karşılayacağına, hayatta işine yarayacağına… inanması, din eğitimiyle içtenlikle ilgilenmesini sağlayacaktır.

Herkes, özellikle de çocuklar, gerçekte ihtiyaç duyması gereken birçok şeye ihtiyaç duymayabilir. Hayatında hiç üzüm yememiş birinin onu yeme ihtiyacı asla duymaması, onu elde etmek istememesi gibi. İşte bu durumda, ihtiyaç duyması gereken şeylerin onun için gerekliliğini kendisine hissettirmek, onların farkına varmasını sağlamak görevi, din eğitimi yapan kişiye (anne, baba, öğretmen) düşmektedir. Üzüm istemeyen birine, üzüm diye bir meyvanın var olduğu, çok besleyici ve lezzetli olduğu vs. dile getirilip bizzat tatması sağlandığı takdirde, o kişinin üzüme ihtiyaç duyması söz konusu olabilir. Bunun aksi de mümkündür. Yani gerçekte ihtiyaç duyulmaması gereken şeyi birey ihtiyaç olarak algılayabilir. Bu durumda da din öğreticisi ona kılavuzluk etmelidir. Esasen din eğitiminin, bireyin sağlıklı bir ihtiyaç algısı geliştirmesine katkıda bulunması gerekir.

Bu noktada bir hususa dikkatleri çekmek gerekmektedir: Özellikle çocuklarda ihtiyaç uyandırmak adına onda erken uyarımlarda bulunmak son derece tehlikelidir. Çocuğun hazır olmadığı konu ve muhtevalarla onu karşı karşıya getirmek, onun ruh sağlığını bile bozabilir. Susamış çocuğa bir bardak sağlıklı su temin etmek yerine hortumu ağzına dayayıp musluğu sonuna kadar açmak onun hayatını tehlikeye atabilir. Onun için din eğitimi gibi çok hassas davranılması gereken alanda, çocuğun gelişim özelliklerini çok iyi tanıyıp ona göre hareket etmek hayatî öneme sahiptir.

Sorular oluşturmak

Din eğitimine ihtiyaç duyar hâle getirilmesi açısından başlangıçta bireyin kafasında birtakım soruların oluşturulması, oldukça tetikleyici role sahiptir. Bir defa insanın zihninde sorular oluştu mu, artık düşünme, sorgulama, araştırma, cevap bulmak için çevreden yardım isteme çabaları başlar, öğrenme merakı doğar. Bu noktada din eğitimi ve öğreticisi, böyle birisi için ilgilenilmesi gereken, kendisine ihtiyaç duyulan durumundadır. Din eğitimi, onun bu sorularına tatmin edici cevaplar bulmasına (hazır cevap kalıplarını sunması değil) ve kafasında yeni soruların oluşmasına katkıda bulunduğu oranda, onun için daha da önemli, vazgeçilmez hâle gelecektir. Bu ilişki zevk verici olacağı için sürüp gidecektir.

Din eğitiminin öğrenciye göreliği çekiciliğini artırır

Öğrencinin öğrenme eylemine gönüllü katılımını sağlamak bağlamında, muhtevadan tutunuz kullanılan dile kadar eğitim sürecine ilişkin her unsurun, öğrenciye göre düzenlenmesi son derece önem arz etmektedir. Söz gelimi öğrenilmesi öngörülen muhteva, öğrencinin gelişim düzeyine, ön öğrenmelerine denk düşmezse onu asla öğrenemez. Zira, birey, mevcut kapasitesini, önceki öğrenmelerini kullanarak yeni şeyleri öğrenebilmektedir. Mevcut kazanımlarının müsait olmadığı bir şeyi öğrenmesi mümkün değildir. Toplama, çıkarma ve çarpma işlemlerini öğrenmemiş birisi, bölme işlemini öğrenemez. İmanın ne olduğunu öğrenmemiş birisi, ibadetin anlamını kavrayamaz.

Din öğretimine konu edilen muhtevayı anlamada zorlanmak veya anlayamamak, onu öğrenme isteğini yok eder. İsteksizlik de, başarısızlığa götürür. Bu durumda başarı, ancak körü körüne ezberlemekle olabilir ki, böylesine bir ezberle yetinmek de son derece sıkıcıdır, nefret ettiricidir.

Başarıyı tat(tır)mak

Başarıyı tatmak, bireyi öğrenmeye karşı güdüleyip coşturarak onda öğrenme arzusunu kamçılar; onda özgüven oluşturur, olumlu bir akademik benlik algısı geliştirmesine (başaracağına inanmasına) katkı sağlar. Buna karşılık başarısızlık, bireyde öğrenmeye ve onun dolayımında öğreticiye karşı soğukluk, nefret duygularını doğurur; özgüveninin yok olmasına, olumsuz bir akademik benlik algısı oluşturmasına neden olur. Kişi, başaramayacağına inandığı hiçbir işi başaramaz, nefret ettiği kişiyle ve işle asla ilgilenmez, ondan uzaklaşmak ister.

Bireye öğrenme başarısını tattırma bağlamında, uygun ve çeşitli yöntemler izlemek, teknikler ve materyaller kullanmak suretiyle öğrenmeyi ona kolaylaştırmaya, öğrenme işine bizzat aktif katılımını ve olabildiğince çok duyu organını öğrenme sürecinde işe katmasını gerçekleştirmeye çalışmak gerekmektedir.

Muhteva, öğrenenin ön öğrenmelerine uygun olmakla birlikte kısa, orta veya uzun vadede ona lazım olan bilgileri kapsamalıdır. İşte bu noktada kullanılan dinî bilgilerin, öğrenenin hayatıyla irtibatlandırılarak kullanılabilirlik/uygulanabilirlik niteliklerinin öne çıkarılmış olması önemlidir. Bu sayede öğrenen, kendisi için o bilgilerin ne kadar hayatî öneme sahip olduklarını, dolayısıyla günlük hayatındaki sorunlarını çözme, varoluş düzeyini yükseltme, hayat standardını geliştirme, daha mutlu ve huzurlu olma yolunda işine yaradıklarını fark edebilir. Öyleyse din eğitimi, mesela kişiye cennetin ve cehennemin kapılarının isimlerini ezberletmekle uğraşmak yerine, onun öncelikle dünya hayatını cennete çevirmenin ve ona bağlı olarak da ahirette cenneti elde etmenin esaslarını/yolunu kavramasına katkıda bulunmalı, kılavuzluk etmelidir.

Din eğitiminde öğretime konu edilen muhtevanın/dinî bilgilerin, insana nasıl hayat verdiğini (bk. Enfal, 24) bireyin kavraması ve hissetmesi, onların kendi menfaat(ler)i açısından ne kadar vazgeçilmez öneme sahip olduğunu anlamasına neden olacaktır. Böylesine hayatî işlevler icra ettiği oranda din eğitimi, çekici olacak, ilgilenmeye değer bulunacak, talep edilecektir.

Muhtevanın bu özelliği, din eğitiminin dilinin de öğrenene göre, onun daha kolay anlamasına katkıda bulunacak şekilde oluşturulmasına bizi yöneltecektir. Dinî bilgilerin, salt soyut kavramlara yüklenmiş olmasının önüne geçilecektir. Bu sayede dinî bilgilerin içerdiği soyut kavramlar, öğrenenin gündelik hayatındaki somut karşılıklarına kavuşturulmuş olacaktır. Bu da, o dinî bilgilerin daha kolay anlaşılmasına katkıda bulunacak, din eğitiminde başarının önünü açacak ve bu suretle öğrenenin severek ilgilenmesini sağlayacaktır.

Kendini sevdirmekle işe başlamak

Din eğitim-öğretimi işi, sevgiyi ve sevdirmeyi şiar edinmek durumundadır. Bu sorumluluk, onun öğretime konu edindiği dinden kaynaklanmaktadır. Bu sorumluluğu yerine getirmeye çalışan öğretici (anne, baba, öğretmen, hoca vs.), sevdirme işine kendinden başlamalı, kendini sevdirmeyi ilk iş edinmelidir. Öğreticinin kendini sevdirmesi, öğretimini sevdirebilmesinin önünü açar. Öğrenen, öğreticiye duyduğu sevgiyi, onunla ilgili iş ve işlemlere de transfer eder. Sevilmeyen öğreticiyle ilgilenmek istemeyecek olan öğrenci, onun öğretimiyle de ilgilenmek istemez.

Bu sevme ve sevdirme görevini gerçekleştirmenin ilk şartı ise, insana saygıyı esas almak; dolayısıyla yaşı ve kültürel düzeyi ne olursa olsun, öğrenene her şeyden önce yeryüzünde Allah’ın halifesi olarak değer vermeyi gerektirir. İnsan olarak öğrenen kişiye değer verme, lafı edilen bir şey değil de, onunla ilişkileri yönlendirecek, ona yönelik bütün tutum ve davranışlarda etkisini gösterecek yönlendirici bir değer olarak kendini gösterecektir. Bu insana saygı bilinci, ilişkilerde olumlu tutum ve davranışlara kaynaklık edecektir. “Allah’ın rahmeti sayesinde insanlara yumuşak davrandın. Eğer katı yürekli, kaba biri olsaydın, insanlar senin çevrenden dağılıverirlerdi. Öyleyse onları(n kusurlarını) affet, onlar için bağışlanma dile ve iş hakkında onlarla istişare et…” (Âl-i İmran, 159)

Din eğitimi paradigması

Öğrenenin din eğitimi faaliyetlerine isteyerek katılımını, onunla gönüllü ilgilenmesini sağlamak, din eğitimini onun için çekici hâle getirmek amacıyla yapılması gereken daha bir çok husus söz konusudur. Burada bir kaçına kısaca işaret ettik. Burada dile getirilenler ve diğerlerini sağlamak için öncelikle din eğitimi anlayışımızın bunların oluş(turul)masına müsait olması gerekmektedir.
- Öğrenciyi, öğrencinin hayatını, sorunlarını merkeze almayan,
- Öğrenme öğretme sürecine öğrencinin aktif katılımını öngörmeyen,
- Öğrenciyi öğrenme işinin öznesi olarak algılamayan,
- Öğrenciye “öğrenme”yi öğretmek yerine hazır bilgi kalıplarını aktarmakla yetinen,
- Öğrencinin dinî bilgileri bizzat elde etmesini, onları kullanarak yenilerini üretmesini, onları kullanarak sorunlarına çözüm üretmesini, dinin öğretisini/değerlerini anlamlandırmasını/kavramasını/özümsemesini kılavuzlamayan bir din eğitimi anlayışı, din eğitiminin asla çekici hâle getirilmesini sağlayamaz, insanların din eğitimiyle gönüllü ilgilenmesini gerçekleştiremez. Böyle bir din eğitimi anlayışı, din eğitimi faaliyetlerinin sevilmesine değil, insanların ondan soğumalarına, uzak durmalarına neden olur.

Bilerek/bilinçle yapmak

Her işte olduğu gibi, eğitim-öğretim işinde de, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, sev(in)dirin nefret ettirmeyin.” (Buharî, Cihad, 164) tavsiyesi, bizi yönlendiren ilke olmalıdır. Öyleyse, nasıl bir din eğitimi anlayışı ve bu anlayışın yönlendirdiği uygulamaların, din eğitimini insanlara kolaylaştıracağını, sevdireceğini, ilgilerini çekeceğini, severek katılmalarını sağlayacağını bilimsel bir yaklaşımla belirleyip devreye sokmak temel görevimizdir. Her işi olduğu gibi , din eğitimi faaliyetlerini de bilimle, bilgiyle, bilerek, bilinçle yapmak (Zümer, 9), Müslümanların boynunun borcu değil mi? Din öğreten kişiler (anneler, babalar, öğretmenler, hocalar…) olarak, “öğretim”in, “eğitim”in, “öğrenme”nin ne demek olduğunu, hangi yasalara göre gerçekleştiklerini ne kadar biliyoruz?