Makale

Tükenmeyen Hazine: Kanaat

Kültürsanatedebiyat

Tükenmeyen Hazine: Kanaat

Prof. Dr. Namık AÇIKGÖZ
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
Edebiyat Fakültesi

ATALARIMIZ, yardımlaşmayı, basit bir şekilde izah edip yoğun bir şekilde yaşıyorlardı. Hayatlarını ve sosyal ilişkilerini belirleyen temel düsturlardan biri de kanaat idi ve bunu “Aza kanaat etmeyen, çoğu bulamaz.” sözüyle veciz bir şekilde ifade etmişlerdi. Bu, bir tür ekonomik manifesto idi.
Hayat pratiklerinin arkasındaki basit ama binlerce yılın tecrübesini aktaran bir bilgelikle, kanaat, konusunda da gündelik hayatlarına doğrudan tesir eden bir bilgi üretmiş olmaktadırlar.
Kanaat, en geniş anlamı ile “nefsine yetecek kadarına sahip olmak” demektir. İhtiyacından fazlasını, günümüzün tabiri ile söylemek gerekirse, “spekülatif malzeme olarak depoda tutmak” şeklinde tezahür eden bir tavır, kanaat etmenin tam tersidir.
Toplumsal barışın temellerinden biri olan kanaat, aşırı hırslı olmayı engeller. Tersinden söyleyecek olursak, hırs, kanaatin tersidir.
Kanaat konusu doğrudan doğruya mülkiyet duygusu ile ilgilidir ve aşırı mülkiyet duygusu, insanlar ve toplumlar arası savaşın da temelidir. İnsanlığın başına ne geldiyse bu “sahip olma” hırsından gelmiştir. Yunus Emre gibi:
Mal sahibi, mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
veya;
Mal da yalan mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan
diyebilen toplumlarda, sosyal ve ekonomik barış kolay sağlanır.
Kanaatle ilgili beyitlerin en güzellerinden ikisini Fuzuli söylemiştir. Bir beytinde şöyle diyor:
Cîfe-i dünya değil herkes gibi matlûbumuz
Bir bölük ankâlarız Kâf-ı Kanâ’at bekleriz
“Biz, dünya çirkefleri peşinde koşmuyoruz; biz bir bölük Anka kuşuyuz ve kanaat Kafdağı’nı bekleriz.” diyor Fuzuli.
Fuzuli, kemale ermiş insanın, bu dünyaya ait hevesler peşinde koşmadığını, kemale ermişlerin efsanevi bir kuş olup Kafdağı’nda yaşadığına inanılan Anka kuşu olduğunu; kartal, atmaca, şahin gibi kuşlar leş yerken, kendilerinin Anka gibi olup Kafdağı cesametinde bir kanaat zenginliğine sahip olduğunu belirtiyor. Bir leş parçası ile Kafdağı büyüklüğünü keskin bir çelişki ve çatışma şeklinde kurgulayan şair, küçük bir hevesle (leş yemek) büyük bir haslet ve erdemi (kanaat) karşılaştırırken, olgun insanın tercihinin daima kanaatten yana olduğunu ifade ediyor.
Bir diğer beytinde Fuzuli, sultanın sahip olduğu zenginlikle, kanaat sahibinin sahip olduğu zenginlikleri şöyle karşılaştırır:
Ey Fuzûlî ben kanâ’at mülkünün sultanıyım
Saltanat esbâbı eğnimde pelâs-ı fakr bes
“Ey Fuzuli, ben kanaat ülkesinin sultanıyım; saltanat giysileri de ancak eğnimdeki fakirlik abasıdır.” diyen şair, kanaat hasleti ile saltanata dayalı mülkiyet karşılaştırması yapar.
Saltanat sahibi olmak, koskocaman bir ülkeye, her şeyiyle sahip olmak demektir. Yani dünyevi saltanatın temelinde aşırı mülkiyet duygusu yatar. Tabii, bu saltanat, sadece siyasî saltanat anlamına gelmez; “egemen olmak” anlamına da gelir ve Fuzuli, ferdî egemenliği de ihtiva eden bir saltanat anlayışını, kanaat ile karşılaştırıyor.
Kanaat hasletini izah eden Fuzuli, kendisinin “kanaat mülkünün sultanı” olduğunu söylemekle, insanlar arasındaki toplumsal barışı besleyen ve bu yüzden de en büyük zenginlik olan kanaati yüceltmektedir. Kanaat mülkünde sultan olan kişi, orada herkes kanaat sahibi olduğundan hiçbir yönetim sorunu yaşamaz. Aşırı tamahın, hırsın, ezici rekabetin olmadığı ve güçlü olmak için her şeyin mübah olarak görülmediği bir ülkede, huzur ve barış hâkimdir. İşte bu huzur ve barış, insanlar için asla bir bedelle ölçülemeyecek en büyük zenginliktir. Böyle bir ülkede saltanat alameti giysi olarak aşırı süslü ve mücevherlerle donanmış giysiler giymeye hiç gerek yoktur; o ülkede sultan bile bir fakirlik alameti olan basit abalar giyer. Pahalı ve süslü giysiler, yukarıdaki beyitte ifade edilen “cife-i dünya”dır Fuzuli’ye göre ve kanaat mülkünün sultanı asla cife-i dünyaya tamah etmez; az ile yetinir. Çünkü o, “Fakirliğim, övüncümdür.” veya “Kanaat, tükenmeyen bir hazinedir.” diyen bir peygamberin ümmetidir.
Kanaat, bir başka açıdan da tatmine veya istiğnaya ulaşmak demektir. Yani, mevcutla doymak ve doyduğunla mutlu olmak… Elbette bu yarını düşünmemek anlamına gelmez ve sadece karın doyurmak da değildir mesele. Mevki-makam, şan-şöhret hırsı da kanaatin en büyük düşmanıdır ve mevki-makama da doymak ve şan-şöhret peşinde koşmamak gerekir. Eskiler “Şöhret afettir.” derler.
Kanaatkâr bir insan nefs-i emmare (hayvani nefs)’ten başlayıp, nefs-i levvame (kendini kınayan nefs) nefs-i mülheme (sırların ilham edildiği nefs) merhalelerini geçip dördüncü derece olan nefs-i mutmainne derecesine ulaştığında artık kanaat zenginliğine de kapı aralamış demektir.
Toplumsal barışı bozan dünya nimetlerine sahip olarak zengin olmak, yanında huzursuzluğu da getirdiğinden, kanaatkâr olup bütün insanlığa barış ve huzur verebilecek ve hiç tükenmeyecek bir hazineye sahip olmak, en güzel haslet ve erdemdir.