Makale

Bruce: ...bir Müslüman diğerine “kardeşim” diyorsa bunun çok derin bir anlamı olmalı...*

Bruce: ...bir Müslüman diğerine “kardeşim” diyorsa
bunun çok derin bir
anlamı olmalı...*

1989 yılında ihtida etti. İngiltereli.
1965 yılında İngiltere’nin Merseyside şehrinde doğmuşum. Kendi hâlinde orta sınıf bir ailenin ortanca çocuğuydum. Babam Protestan, annem Metodist’ti. Ailem, kardeşlerimle beni pazar günleri dualar öğrendiğimiz bir okula gönderirdi. On altı yaşıma kadar gittiğim devlet okulunda ise İncil’deki hikâyeler öğretilirdi. Doğrusu, dinî eğitim aldığım dönemlerde bu alan çok da ilgimi çekmiyordu. Aile olarak hiçbirimiz dine eğilimli değildik ve dine karşı ulvi duygular taşımıyorduk. Annem ve babam farklı mezheplerden olmalarına rağmen, ikisinin de inandıkları mezhepler arasındaki farkı bildiklerini sanmıyorum. Bu yüzden dinî duygular içinde ve dine yakın bir ortamda yetiştiğimi söyleyemem.
On dört yaşımdayken kız kardeşimin de üyesi olduğu bir Hristiyan Gençlik Kulübü’ne katıldım. Orada konuşulan şeyleri ilgi çekici buluyordum. Ama bir türlü aralarında bağlantı kuramıyordum. Tartışma konularını dahi net anlayamıyordum. Aynı dönemde İncil’deki hikâyeleri de okumaya devam ediyordum. Ama hayatımı yönlendirecek kadar değillerdi.
Yedinci sınıftayken “klasik medeniyetler” isimli bir dersimiz vardı. Bu derste İslam’la ilgili bazı şeyler öğrendik. Ders, Medine’deki ilk Müslüman toplulukla ilgiliydi. Gerçekten çok etkilendim. Hatta İslam dininin çok etkileyici olduğunu kardeşime söylediğimi bile hatırlıyorum. Çok mantıklı görünüyordu ama bu bir tarih dersiydi. Din derslerinde ise bir ya da iki kez İslam adının geçtiğini hatırlıyorum. Fakat İslam’a hep önyargılı yaklaşılıyordu. Müslümanların Tanrı’sının affedici olmadığı söyleniyordu.
1970’lerde İslam’ı benimseyen ünlü pop star Cat Stevens (Yusuf İslâm), 1985 yılında ilgilenmeye başladığım bir sanat dalıyla ilgili konuşma yapmak üzere davet edilmişti. Bu konferansa ben de katılmıştım. Çünkü bu kişi çok ünlüydü. Cat Stevens okulda kendisine 1+1= 2 olduğunu, ama Hristiyanlık’ta 1+1+1=3 değil, 1 olduğunu öğrettiklerini söyledi. Eğer bu öğretilen, başka alanlarda bir anlam ifade etmiyorsa neden dinden etsin ki? Dinde de bir mantık olmalı. Cat Stevens mantıklı bir adamdı. Olayları sadece olduğu gibi aktarmaktansa, nedenleriyle açıklamayı tercih ediyordu. Daha sonra benimle aynı dersi alan birkaç Müslüman çiftle tanıştım. Hatta birkaç ay Müslüman bir kızla arkadaşlık yaptım ve o beni İslam’a yöneltmeye çalıştı. Bu Müslüman arkadaşlarım bana İslam ile ilgili kitaplar verdiler. İngiltere’deki Birmingham Islamic Propagation Centre’dan Ahmed Deedat’ın yazdığı kitapçıklardan bir tane aldım. Kitapçığın adı İncil Tanrı kelamı mıdır? Şeklindeydi. Müslüman arkadaşlarıma neye inandıklarını, İslam’ın bilimle ilgisinin olup olmadığını, evrim teorisine inanıp inanmadıklarını ve Hz. Muhammed’in gerçekten peygamber olup olmadığını sordum. Sorduğum her şey için mantıklı cevaplar aldım. Neredeyse her hafta bu merkeze sorular yazıp gönderdim. Yazdıklarımın hepsine cevap alıyordum. Birkaç mektuptan sonra İslam dini bana daha açık ve mantıklı gelmeye başladı. Sonra bana bir Kur’an gönderdiler, hemen ardından onlara Kur’an’ın Tanrı kelamı olduğuna inandığımı belirten bir cevap gönderdim.
İnancımın ne olduğunu tam olarak anlayamıyordum ama gitgide İslam’a yaklaşıyordum. Annem ve arkadaşlarım benim Müslüman olup olmadığımı öğrenmek istiyorlardı. Çünkü İslam’ı savunan biri olup çıkmıştım. İslam ile ilgili ilk araştırmam 1988 yılının Eylül ayında başladı. İçki içmeyi ve domuz eti yemeyi bıraktım. İslam’ın doğru yol olduğuna dair düşüncelerim tam oturduğunda ise artık resmen kendimi Müslüman olarak ifade ediyordum. Bu; aniden, düşünülmeden verilen bir karar değildi. Mantığımla verdiğim bir karardı.
29 Ekim 1989 tarihinde Regent’s Park Camii’ne gittim. Orada din değiştirenlere yönelik çalışmalarda bulunan bir gruba katıldım ve kelime-i şehadet getirdim. O zaman yirmi dört yaşımdaydım. Müslüman olduğumu açıkladığımda, çevremdeki Müslüman arkadaşlarım elimi sıkıp beni kucakladılar ve sonra da beni yemeğe davet ettiler. Müslümanlar arasında çok kuvvetli bir bağ olduğunu fark ettim. Eğer bir Müslüman diğer bir Müslüman’a “kardeşim” diyorsa bunun çok derin bir anlamı olması gerektiğini anladım.
Günde beş vakit namaz kılmam gerektiğini bildiğim halde bir iki vakit kılıyordum. Bu dine ait ibadetleri yerine getirmem gerekiyordu. Duygularımdaki ve hareketlerimdeki değişimlerin ardından değişen ilk şey düşüncelerim oldu. Birkaç hafta içinde de kendimi tamamıyla Müslüman olarak görmeye başladım.
Önceleri ailem çok şaşırdı ve üzüldü. Galiba, İslam dinine gösterdiğim ilginin normal bir derse gösterdiğim ilgiden farklı olmadığını düşünüyorlardı. İlk önce, bunu anneme yüz yüze söylemektense, mektup yazarak anlatmayı tercih ettim. Ama mektubuma cevap yazmadı. Ben de telefon ettim. Konuşmamız ne iyi geçti, ne de kötü. Kararıma saygı gösterdi. Ancak herhangi bir politik olaya ya da gösteriye katılmamamı istedi. O sıralarda arkadaşlarımla görüşmektense camilere gidiyordum. Arkadaşlarım bu duruma çok şaşırmışlardı. Sanırım onları biraz ihmal ettim; ama sonra içki içmeye davet etmek yerine onlara camiye gitmeyi teklif ettim. İşyerimdeki arkadaşlarım benim seçtiğim dinin geri kalmış bir din olduğunu iddia ediyorlardı.
Şimdi bir Müslüman olarak doğru şeyler yapmaya çalışıyorum. Önceleri de kötü şeyler yaptığımı sanmıyorum; ama artık daha iyisini yapmak için uğraşacağım. Okuduğum ve anladığım şeyleri uygulamaya çalışıyorum. Namaz kılmak ve bundan huzur duyduğumu hissetmek hoşuma gidiyor. Bir namazı kaçırsam kendimi kötü hissediyorum. Çünkü İslam hayatımdaki en önemli şey oldu.
* Neden Müslüman Oldum? (İhtida Öyküleri), Haz. Aydoğan Arı, Yusuf Karabulut, Diyanet İşleri Başkanlığı yay. Ankara 2011. s.112-117.