Makale

Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu (1887-1960)

Hacı Veyiszade
Mustafa Kurucu
(1887-1960)
Mustafa Özdamar

İç ve dış ilişkiler ağının odağında kendine (nefsine) hâkim olan insan, hakîm olur. Hakîmin gönlü Hak Teala’nın hikmet ambarıdır. Bu hikmet ambarında Allah’ın halifesi için lazım olan her türlü malzeme vardır. Bu kutsal malzemeyi Allah’ın muradına uygun şekilde kullanma marifetine sahip olanlar, yüce Allah’ın ilim sıfatına, âlim ve alîm ism-i şeriflerine mazhar oldukları için, onlar, Allah’ın ailesi olan mahlûkâta -cümle yaratılmışa- rahmet, merhamet ve mağfiret tavrı ile bakarlar. Her şeye ve herkese şefkatle muamele ederler. Haklılara haklarını, haksızlara müstehaklarını verme konusunda son derece kavi ve zarif davranırlar. Herkesi kendi diyarında kendi huyu suyu ikliminde, fıtratı doğrultusunda idare etme sanatının sanatkârı olan bu insanlar, yüce Allah’ın celal ve cemal tecellilerinin tevhidini yaşayan bilge kahramanlardır.
Böyle bir bilge kahraman olan Hacı Veyiszade Mustafa Kurucu (1887-1960), sadece Konya’nın değil dünyanın medar-ı iftiharı (övünç kaynağı) kâmil bir şahsiyettir. Kendilerini yakından tanıyanlar çok iyi bilirler ki onun hiç gevşek tarafı ve kendi (nefsi) için harcanmış bir dakikası yoktur. Her durumda hep kavi ve yapıcı bir özelliği vardır. Torunu Prof. Dr. Mustafa Fayda, Hazretin bu özelliğini şöyle ifade ediyor:
“Dedemin boş ve gevşek geçen bir vakti yoktu. Abdestsiz yere bastığı sanmam ki vaki olsun. (Konya İmam Hatip Okulunda öğretmenlik yaptığı yıllarda) iki ders arasında boş bir saati varsa, o saat içinde; eğer böyle bir boşluk yoksa teneffüslerde derhal abdest tazeler ve bol bol nafile namaz kılardı. Bir odası vardı bu işe mahsus. Daha doğrusu hademelerin odasında yapardı bunu.
Dedem kendisi çok nafile namaz kılardı ama öğrencilerini nafilelerle uğraştırmazdı. Hatta şöyle bir şey anlatırlar. Babasını dedemin ziyaretine getiren bir öğrencisi nafileden sormuş da: “Baban kılsın” demiş. Sen nafileyle uğraşma! Dersine çalış sen! Ders çalışma farzı dururken, nafileyle uğraşamazsın sen.
İlim talipleriyle bir başka türlü meşgul olurdu dedem. Nesi var nesi yoksa her şeyini, var gücünü sererdi onlar için. Islah-ı Medaris-i İslamiyye’de başlamış dedemin eğitimciliği. En yasakçı devirlerde bile daima özel öğrencileri olmuş. Ve onların her şeyiyle ilgilenirmiş.
Çok farklı bir tarafı vardı dedemin. Bir şeyi sadece yapmazdı, hem yapar hem de yaşardı onu. Yaşamadan yaptığı bir şey yoktu.
Gerek okuldaki, gerek okul dışındaki eğitim öğretim hizmetleri ve diğer faaliyetler yanı sıra, nişan, düğün, ölüm doğum hadiseleri, hasta ziyaretleri, fukaraya yardım büyük yer tutuyordu dedemim hayatında. Herkesin her şeyine koşan bir insandı dedem. Tatili yoktu. Ben tatil yaptığını pek hatırlamam dedemin.
Herkesle ilgilenir, herkese dua eder, herkese selam verirdi. Dedemin selamı meşhurdu; çoluk çocuk, kadın erkek, yaşlı genç, ölüye diriye, önüne gelen herkese selam verirdi. Hatta öyle ki, dedemin bu selamları çocuklar için bir eğlence vesilesi bile olurdu. Dedem daha onlara selam vermeden, onlar dedeme selam verirler, dedem de başlarını okşaya okşaya: Aleyküm selam, aleyküm selam, der giderdi. Elindeki çerez torbasından çetnevir dağıta dağıta giderdi. Çetnevir dediğim de çifte kavrulmuş sarı leblebi.
İyiliğe çok sevinir, kötülük karşısında şöyle bir irkilerek kaş çatar, üzülür ve sanki o kötülüğü içinde yakıyormuşçasına değişik bir ürperme içine girer, ama işin gıybetini etmez ve ettirmezdi. Şikâyeti sevmezdi hiç. (M. Özdamar, Hacı Veyiszâde, Kırkkandil Yayınları, s. 13-17.)
Büyük insanlık ailesinin iki cihan azizliği için gerekli olan bütün sistemleri bünyesinde barındıran güzelim İslamiyetin şeriat, tarikat, marifet ve hakikat boyutlarının hiç birini ihlal ve ihmal etmeden halka hizmetkâr olmak, Hacı Veyiszade’nin Habib-i Hüda Hz.lerinden tevarüs ettiği bir şuur ve şiarın uzantısıdır.
Din-diyanet, ilim-irfan camiasının çok iyi tanıması ve dikkate alması gereken bu kâmil ve mükemmil zat, peygamber vârisi olmanın bütün özellik ve güzelliklerini yaşayarak günümüze taşıyan müstesna bir örnektir. Onu çok özel ve güzel kılan ana haslet, onun bütün hayatı boyunca hep ve daima Habib-i Hüda Hz.lerinin izinde, Habibullah Hz.lerinin sünnet-i seniyyelerini giyinip kuşanan “emrolunduğun gibi dosdoğru ol” ayetini yirminci yüzyılda yaşayan canlı bir abide olmasıdır. Habibullah Hz.lerinin “Beni kocalttı” buyurduğu bu ayet, hem her şeye ve herkese hoş bakmayı, hem de üstüne vazife olan olmazsa olmaz kuralları ihlal ve ihmal etmeden hayata geçirmeyi, hak ve hukuk üstünlüğünü koruyup kollama gayreti içinde olmayı zorunlu kılıyor.
Zorluk ve kolaylık iç içedir. Zorluğun içindeki kolaylığı yakalamak hünerdir. Bu niyet, gayret, himmet, hamiyet ve dirayetin doruklarında çalışıp çabalamak kolay değildir ama imkânsız da değildir.
Çeşitli katmanlardan oluşan toplumsal hayatın çalkantıları içinde kaderin yorumsuz kavranmaz akışı içinde müslim veya gayrimüslim önüne gelen herkese selam veren, müslimleri: Selamün aleyküm ketebe rabbiküm alâ nefsihi’r-rahmeh: Selam size, rabbiniz rahmeti kendi (nefsi)ne farz kıldı!” Gayrimüslimleri de: Selamün alâ menittebeal hüda! Hüda’ya -en doğruya tabi- olanlara selam olsun!” ayetleriyle selamlayan bu büyük bilge, Habib-i Hüda tavrında yaşadığı için her durumda zuhuru zorunlu olan kahırların zamirindeki lütfu kollama dirayetinin doruklarında yer almıştır.
Bulunduğu makam ve mertebelerin hep üstünde seyreden bir bilge Hacı Veyiszade. Bu gayret ve dirayet az rastlanan bir özelliktir. Habib-i Hüda Hz.lerinden tevarüs ettiği bir tavır bu. Gerçek anlamda Allah adamlığı bu...
Hacı Veyiszade Hz.lerinin Konya’da hem imamlık hem öğretmenlik yaptığı yıllarda bir gün, Aziziye Camii’nin imam odasında ziyaretçiler arasında İmam Hatip Okulu Müdürü de vardı. Müdür Bey sonradan geldiği için kapı eşiğine yakın bir yere çömelivermişti. Hacı Veyiszade Müdür Bey’in eşiğe çömeldiğini görünce:
- Müdür Bey, dedi tatlı mütebessim bir sesle. Müdürün yeri orası değil… Siz orada (okulda) da müdürsünüz, burada da. Şöyle buyurun!
Müdür Bey’i kendi yanına aldıktan sonra konuşmayı şöyle sürdürdü:
- İmam Hatip Okuluna müdür olmak sıradan bir iş değildir. Bu memleketi müdür Bey’in idare ettiği mektebin talebeleri ihya edecek. Bu çocuklar meleklerin kanatları üzerinde gidiyorlar. Bu memleketi onlar ileri götürecek. Bu milletin sönen, söndürülen kandillerini onlar uyandıracak.
Namaz sonrası sohbet sona erip de Müdür Bey ve cemaat dışarı çıkınca, Hoca’nın yanında yöresinde çok bulunanlardan biri olan astsubay Mehmet Başçavuş:
- Hocam, elini öpeyim… Bu adam değmez bu iltifata!... Bu müdür, Talim Terbiyeye sizin hakkınızda müspet rapor vermiyor. Hoca Efendi asrını anlayamamış, talebelere günün icabı bilgileri veremiyor diye rapor etmiş sizi, deyince, Hacı Veyiszade:
- Mehmedim, evladım, bilirim, farkındayım, fakat ben, bir insanın yetişmesi için bin münafığın kahrını çekerim! İnsan bahçıvanıyız biz, bu kahrı seve seve çekeriz! (A.g.e., s. 107-108.)
Yâr için ağyâra minnet ettiğim ayb eyleme!
Bâğibân bir gül için bin hâre hizmetkâr olur!
Yâr için başkalarına minnet etmemi ayıplama!
Bahçıvan bir gül için bin dikene hizmet eder!