Makale

Kardeşlik hukukunun ölçüleri

Kardeşlik hukukunun ölçüleri
Prof. Dr. Ali Bakkal
Müslüman olsun olmasın bütün insanlar Âdem’in çocukları olması hasebiyle kardeştir. Hangi inanca sahip olursa olsun her fert insan kardeşliğinin gerektirdiği temel hak ve hürriyetlere sahiptir. Kardeşlik gibi, kardeşlik hukukunun gereklerini de asgari, vasati ve ideal olmak üzere üç açıdan değerlendirmek mümkündür:
Kardeşlik hukukunun asgari ölçüsü: Başkasına zarar vermemek
İslam hukukunun ana gayesi makasıd-ı şeria denilen ve dinin, canın, aklın, neslin ve malın korunması şeklinde beş ana başlık altında toplanan hususların korunmasını gerçekleştirmektir. Gerçekleştirilmek istenen bu maksatlar için “maslahat” kavramı da kullanılır. Maslahat ise “celb-i menafi (faydalı şeylerin elde edilmesi) ve def-i mazarrat (zararlı şeylerin uzaklaştırılması)”tan ibarettir. İslam’a göre zararlı şeylerin uzaklaştırılması, faydalı şeylerin elde edilmesinden önce gelir. “Def-i mazarrat, celb-i menafiden evladır.” Kişiler arasındaki hukuki ilişkiler de bu kurala göre belirlenir. Dolayısıyla bir kişinin başka bir kişiyle olan hukuki ilişkisinin asgari ölçüsü ona zarar vermemektir. Hz. Peygamber (s.a.s.) “İslam’da zarar vermek ve zarara zararla karşılık vermek yoktur.” (İbn Mâce, Ahkâm 17; Muvatta’, Akdiye 31; İbn Hanbel, III/348.) buyurmakla bu kuralı en kesin bir şekilde belirlemişlerdir. Tabii ilişkiler çerçevesinde düşünüldüğü zaman da bir kişinin başka bir kişiden beklediği ilk şeyin ondan emin olmak ve ondan zarar görmemek olduğunu söyleyebiliriz. “Gölge etme, başka ihsan istemem” gibi atasözleri de bu gerçeğe işaret etmektedir.
İslam gerek kişiye gerekse topluma karşı “zarar” niteliğinde olan bütün davranışları yasaklamış, bunları “günah” olarak nitelemiş, Cenab-ı Allah da Müslümanları “Günah işlemek ve başkasına saldırmak hususunda birbirinizi desteklemeyin.” (Maide, 5/2.) şeklinde uyarmıştır.
Hadislerde kardeşine zarar verme meselesi sadece günah olarak değil aynı zamanda imanla ilgili bir mesele olarak da takdim edilmiştir: Peygamber Efendimiz üç defa, “Vallahi iman etmiş olmaz” buyurdu. Sahabiler, “Kim iman etmiş olmaz, Ey Allah’ın Rasulü?” diye sorunca Rasul-i Ekrem (s.a.s.) “Komşusu yapacağı fenalıklardan kendisini güvende hissetmeyen kimse!” buyurmuşlardır. (Buharî, Edeb 29; Müslim, İman 73.)
Cenab-ı Allah insanlara zarar vermeyi zulüm olarak nitelendirmiş ve “hiçbir zalimin yardımcısı olmayacağını” (Hac, 22/71.) beyan etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.) de müminleri zulme karşı şöyle uyarmıştır: “Zulümden şiddetle sakının! Çünkü zulüm kıyamet günü zalime zifiri karanlık olacaktır.” (Müslim, Birr, 56.)
Kardeşlik hukukunun vasati ölçüsü: Başkasına faydalı olmak
Kardeşlik hukukunun normal ve vasati ölçüsü başkasına faydalı olmaktır. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ifadesiyle “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (Feyzü’l-Kadîr, 3/84; Kenzü’l-Ummâl, H. No: 4044.) Sıradan bir mümin dahi az-çok bu özelliğe sahip olmalıdır. Felaha, kurtuluşa ermenin yolu da hayır işlemektir. (Hac, 22/77.) “Bir kimse, herhangi bir müminden dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyamet gününde o müminin sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse darda kalana kolaylık gösterirse, Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterir…” (Müslim, Zikr, 38.)
Bazı iyilikleri yapmak sadece bir sevap ve fazilet sebebi değil aynı zamanda bir yükümlülüktür. Mesela nesep kardeşliği bazı durumlarda kardeşin nafakasını temin etmeyi gerektirir. Böylesi durumlarda Hz. Peygamber (s.a.s.)’in “İaşesini temin etmekle yükümlü bulunduğu insanları ihmal etmesi, insana günah olarak yeter.” (Ebû Dâvûd, Zekât, 45.) şeklindeki ikazı büyük önem arz eder.
Mümin kardeşliği sebebiyle de bazı fiiller hadislerde iyilikten öte, mümin kardeşimizin hakkı olarak nitelendirilmiş ve bunların yapılması emredilmiştir: Berâ’ b. Âzib diyor ki: Rasulüllah (s.a.s.) bize hastayı ziyaret etmeyi, cenazeye katılmayı, aksırana “yerhamükellah” demeyi, (dünyevi ve uhrevi zarar gelme durumu yoksa) yemininde hanis olmaması için yemin eden kişiye yardımcı olmayı, zulme uğrayan kimseye yardım etmeyi, davet edenin davetine gitmeyi ve selamı yaygınlaştırmayı emretti. (Buharî, Cenâiz 2; Müslim, Libâs 3.)
İslam, başkasına faydalı olan her şeyi ibadet seviyesinde görmüş, alan el olmaktan ziyade veren el olmayı teşvik etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ifadesiyle, “Yüksek el (veren el) aşağı elden (alan elden) daha hayırlıdır. Yardım etmeye, geçimini üstlendiğin kimselerden başla.” (Buharî, Zekât, 18.)
İnsan kardeşliği sebebiyle de yardıma muhtaç insanlara yardım etmek bir fazilet sayılmıştır. Bir kimsenin kâfir olması ona karşı her türlü hayrın yapılmasına engel değildir. Nitekim Hz. Peygamber (s.a.s.) kendisi Medine’de iken Mekke’de meydana gelen bir kıtlık sebebiyle kâfir oldukları halde Mekkelilere yiyecek göndermiş, Hz. Ömer yardıma muhtaç olan zimmilere devlet hazinesinden maaş bağlamıştır. İslam’da sadece insanlara yardım etmek değil, aç ve susuz kalan hayvanlara yiyecek ve su vermek, onları ölüm tehlikesinden kurtarmak kişiye sevap kazandıran ameller arasında sayılmıştır.
Başkasına iyilikte bulunmak sadece kişiye sevap kazandıran bir amel değil aynı zamanda sıhhatli bir imanın şartlarından kabul edilmiştir: Nitekim hadiste “Sizden birisi kendisi için arzu ettiği şeyi din kardeşi için de sevip arzu etmedikçe kâmil manada iman etmiş sayılmaz.” (Buharî, İman, 7; Müslim, İman, 71.) buyrulmuştur.
Kardeşlik hukukunun ideal ölçüsü: Başkasını kendine tercih etmek (isar)
Bir kişinin, kendisi muhtaç iken başkasının ihtiyacını gidermeyi tercih etmesine isar denir. Bu haslet sahabenin davranış özelliğidir ve kardeşlik hukukunun da ideal ölçüsüdür. Cenab-ı Allah muhacirlere karşı sergiledikleri güzel tutum ve davranışları sebebiyle ensar hakkında şöyle buyurur: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler…” (Haşr, 59/9.)
Başka ayetlerde ise Cenab-ı Allah bu özelliği “Allah’ın has kulları”nın hasleti olarak niteler: “Onlar kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler.” (ve şöyle derler): Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz.” (İnsan,76/8-9.) Şu halde bir Müslümanın başka bir Müslümanla olan ideal ilişkisini isar hasleti belirler; bu haslete sahip olanlar da Allah’ın has kulları arasına girmiş olurlar.
Siyer ve İslam tarihi kitaplarında bu hasletle ilgili pek çok örnekten bahsedilmektedir. Esasen Hz. Peygamber ve ashabının genel yaşantısı bu şekildeydi. Hz. Peygamber (s.a.s.) en alt tabakadan birisi gibi yaşar ve kendisi ona muhtaç olduğu halde eline bir şey geçtiği zaman onu ashaptan birine vermeyi tercih ederdi. Hendek savaşında açlıktan karnına taş bağlayanlar olmuştu. Ancak başkaları tek taş bağlarken Hz. Peygamber (s.a.s.) iki taş bağlamıştı. Bedir savaşında “su su!” diye bağıranlar, kendilerine su getirildiğinde mümin kardeşinin “su!” sesini duyunca kendileri suya çokça ihtiyaç duydukları halde getirilen suyu içmeyip bunun mümin kardeşine götürülmesini istemişlerdir.
Kardeşlik hukukunun vasati gereği kardeşin kardeşe yardım etmesidir ki bu da kardeşler arasındaki normal ilişkiyi ifade eder. Kardeşlik hukukunun ideal seviyesi ise bir kimsenin kardeşini kendisine tercih etmesini gerektirir. Bu durumda kişi, kendisi daha fazla ihtiyaç içinde olmakla birlikte kardeşini kendisine tercih eder, kendi ihtiyacını görmeyip kendi imkânlarıyla kardeşinin ihtiyacını karşılar.