Makale

HÜZÜN DİYARI Kerbela’ya yolculuk

HÜZÜN DİYARI Kerbela’ya yolculuK

Doç. Dr. Enver ARPA
DİB Başkanlık Müşaviri

Kerbela; hüzün diyarı, Müslümanların üzüntü kaynağıdır.
Kutlu elçilerinin göz aydınlığı sevgili torununun beraberindekilerle birlikte yürekler sızlatan şehadetinin mekânıdır.

KERBELA; hüzün diyarı, Müslümanların üzüntü kaynağıdır. Kutlu elçilerinin göz aydınlığı sevgili torununun beraberindekilerle birlikte yürekler sızlatan şehadetinin mekânıdır. Asırlardır acıları terennüm edilen, kasideleri yazılan, türküleri bestelenen Kerbela’yı ilk defa ziyaret etme fırsatı bulmuştum.
Bağdat ziyaretimizin ardından Kerbela ve Necef’e gitmek üzere araçla yola koyulduk. Bize eşlik eden Iraklı kaptanımızla güven içerisinde devam eden neşeli bir yolculukla Kerbela’ya doğru ilerlerken karşımıza Kerbela’ya 50 km kaldığını belirten yol levhası çıkınca kelimelerle tarif edemeyeceğim bir duyguya kapıldım. Sanki bir rüya görmüş gibiydim. İsmi duyulduğunda hüznü ve elemi çağrıştıran Kerbela’ya; ilim ve ulema diyarı, Hz. Ali Efendimizin ikametgâhı Kûfe’ye yakınlaştığımızı hissetmeye başlayınca, merakım artmaya başladı.
120 km’lik Bağdat-Kerbela yolunu 3 saatte ancak katedebildik. Yollarda yoğun bir trafik vardı. Seyahatimiz Şii dünyasının “Erbain” olarak isimlendirdiği döneme denk gelmişti. Hz. Hüseyin efendimizin şehadetinin 40. gününe denk gelen “Erbain” Şii geleneğinde önemli bir ritüeldir. Şiiler, çeşitli bölgelerden kırkıncı günde Kerbela’da olacak şekilde yaya olarak yola çıkarak buraya doğru yürürler. Meşhet ve Basra gibi uzak bölgelerden gelecek olanlar seyahatimizin yaşandığı günlerde yola çıkmışlardı. Kimileri ise önceden gelip Kerbela’ya yerleşerek “Erbain”i beklemeye başlamışlardı. Öte yandan Irak’ta yaşanmakta olan çatışmalardan etkilenen pek çok insan, daha güvenli olan ve çatışma yaşanmayan bu bölgeye göç etmişti. Özellikle de çatışma bölgelerinde yaşamakta olan Şii Türkmenlerin yoğun bir şekilde bu bölgeye göç ettiklerini öğrendik. Erbain dönemi ve göç olayları bir araya gelince bölge oldukça yoğun bir trafiğe sahip olmuştu.
Bu diyarlarda her şey Hz. Hüseyin’e endekslenmiş. Her taraf Hz. Hüseyin ismi veya onunla ilgili sözlerle süslenmiş. Farklı şiarların bulunduğu siyah ve yeşil flamalar neredeyse tüm direkleri, evlerin çatılarını, reklam panolarını, araçları donatmış. Seyahatimiz boyunca Hz. Hüseyin’in anılmadığı bir konuşma veya buluşma vaki olmadı. Burada hayatın tam merkezinde Hz. Hüseyin var. Belki de “Erbain” dönemi olduğu için bu yoğunluğa ulaşmıştı. Bu mevsimde Hz. Hüseyin yoğun bir şekilde gündeme taşınıyor. Ancak her ne sebeple olursa olsun manzara bizim aşina olduğumuz bir manzara değildi. Hz. Hüseyin elbette önem verdiğimiz, hunharca şehadetinden derin elem duyduğumuz bir değerimiz ancak sadece onun tek başına gündeme bu şekilde konması alışık olduğumuz bir durum değildi.
Kerbela’ya ulaşan üç yol bulunmaktadır ve bu yolların kenarlarında sayısı binleri bulan Hüseyniyeler inşa edilmiş. Hüseyniyeler, özellikle “Erbain” döneminde Kerbela’ya gelecek olan ziyaretçilere ücretsiz hizmet vermek üzere yapılmışlar. Yürüyerek Kerbela’ya doğru ilerlemekte olan ziyaretçiler bu Hüseyniyelerde konaklayarak yolculuklarına devam ediyorlar.
Yeni şahit olduğumuz ve oldukça yabancısı bulunduğumuz manzaraları merakla izleyerek yürüttüğümüz yolculuğumuz öğle saatlerinde Kerbela’ya varmamızla son buldu. Burada bizi karşılayan Necefli kardeşimizin delaletiyle ilk önce “Hüseyniye Atebesi” olarak isimlendirilen Hüseyniye külliyesine gittik. Hüseyniye’de Hz. Hüseyin’in ve diğer bazı Kerbela şehitlerinin kabri bulunmaktadır. Üzerine görkemli bir mescit inşa edilmiş, kabir ve mescidin süslemeleri ise göz kamaştırıyordu. Şiiler ibadet mekânlarını ve kabirleri aşırı derecede süslüyorlar. Hüseyniye’deki süslemeler, renk uyumları, mimari tarz, insanı hayrette bırakacak derecede görkemli.
Caminin içi tıklım tıklım doluydu. “Erbain” matem günleri sayıldığı için herkes siyah elbise giyinmişti. Sadece Pakistan’dan gelmiş olan bir grubun beyaz Cellabiyeli olduğunu fark ettik. İnsanlar bir yandan namaz kılıyor, bir yandan ilahiler okuyordu. Türbe ziyaretçileri inanılmaz bir boyutta tazimde bulunuyorlardı. Türbeye dokunmaya çalışanlar büyük bir izdiham yaratıyordu. Biz ise uzaktan Fatiha okuyarak kenara çekildik.
Hüseyniye’de bir de cenaze törenine şahit olduk. Şehit olarak saydıkları birinin cenaze töreni yapıldı. Resmi üniforma giyen kalabalık bir grubun sıra sıra dizili bir şekilde icra ettikleri bu törene camide bulunan cemaatin önemli bir kısmı da eşlik etti. Cenaze merasiminden önce kısa bir Kur’an okundu ve ardından ilahi ve marşlara geçildi. Katılımcıların okunan ilahiler eşliğinde kendinden geçtiği, kimisinin hüngür hüngür ağladığı bu merasim sırasında insanların hep birlikte “Lebbeyk Ya Hüseyin” nidaları eşliğinde şehadet parmaklarıyla Hz. Hüseyin’e işaret etmeleri bize çok ilginç gelse de katılımcıları kendinden geçirecek derecede coşturucuydu. Gördüğümüz kadarıyla bu tür merasimlerle halkın motivasyonu arttırılmaya çalışılıyordu.
Hz. Hüseyin camisinin tam karşısında Kardeşi Abbas’ın kabri ve üzerine aynı tarzla inşa edilen cami ve medreselerden oluşan “Abbasiye Külliyesi” bulunmaktadır. İhtişam yönünden Hüseyniye’den pek de geri kalmayan Abbasiye Külliyesi de özel öneme sahip mekânlardan biri. İki külliye arasında bulunan ve üzeri kapalı alanda çeşitli savaş maketleri sergileniyordu. Oldukça ilgi çekici olan bu sergiyi inceleyerek yolumuza devam ettik. Hüseyniye Külliyesiyle benzer görüntülere sahne olan Abbasiye Külliyesini ziyaret ettikten sonra Necef’e doğru yola koyulduk.
Kerbela Necef yolu da oldukça kalabalıktı. Yaya yürüyenler, araçlarla seyredenler, yol kenarlarında bulunan Hüseyniyeler, yollara asılan flama ve resimler oldukça ilginç bir görüntü arz ediyordu. Buradaki Hüseyniyelerde daha çok, Türkmen sığınmacıların bulunduğunu öğrendik ve Türkmen bir aileyi ziyaret etmek istedik. Bizi sevinçle karşılayan aile bireyleriyle Türkçe konuşmak ayrı bir duygu yaşatırken beraberinde derin bir hüzün de yarattı. İnsanlar yerlerini yurtlarını terk etmiş, mallarını mülklerini bırakarak can havliyle buralara sığınmış ve çok zor şartlarda yaşamlarını sürdürüyorlardı. Aslında bunlar belki de şanslıydılar. En azından başlarını koyabilecekleri bir mekân bulmuşlardı. Çatışmalardan etkilenen diğer insanlar ise bu imkânlara bile sahip değillerdi.
Şii mezhebine mensup Türkmen aile bireyleriyle konuşurken aramızda hoş bir sohbet de yaşandı. 24 kişiden oluşan kalabalık bir aileydi. Çocukları çok sevimliydi; biraz sevmek istedik ve birine adını sordum. Çocuklar çekingendi ve isimlerini söylemekten imtina ediyorlardı. Baba, birinin adının Hasan olduğunu söyleyince “Hüseyin yok mu?” dedim. “Var, olmaz mı, bu da Hüseyin.” dedi. “Zeynep yok mu?” dedim “Var.” dedi. Fatımasız olması zaten düşünülemezdi. Şiilerin en çok koydukları tüm isimler vardı. Diyaloğumuz tebessümle karşılandı ve tatlı bir muhabbetin ardından yolumuza devam ettik.
Kaptanımızın verdiği bilgiler eşliğinde Necef’e vardık. İlk iş olarak Hz. Ali efendimizin metfun bulunduğu “Aleviye Atebesi”ne gittik. Selam ve Fatihamızı saygıyla arz ettik. Aynı mimari tarz ve ihtişam burada da söz konusuydu. Ziyaretimizin ardından külliyenin etrafında bulunan ve genellikle hediyelik eşya satılan çarşıyı gezdik. Kerbela kültürüne ait ürünlerin yoğunlukta olduğu çarşı ilginç bir görünüme sahipti.
Ertesi gün Kûfe’ye geçtik. Hz. Ali efendimizin şehit edildiği camiyi, ikamet ettiği evi, zaman darlığı nedeniyle maalesef uzaktan görmekle yetindik. Kûfe Üniversitesi’ni ziyaret ederek bilgi aldık. Kûfe, tarihte icra ettiği fonksiyonundan oldukça uzaklaşmış küçük bir ilçeye dönüşmüştü. Fıkıhta, dilde ve farklı konularda ekoller yetiştiren Kûfe, zamanla bu fonksiyonunu Necef’e devretmiş görünüyor.
Herhangi bir güvenlik kaygısı olmayan Necef’te akşam saatlerini otantik bir çay bahçesinde kahve içerek, Iraklı dostlarımızla muhabbet ederek noktaladık. Ertesi sabah erken saatlerde Necef havaalanına intikal ederek ülkemize doğru havalandık.